Önder Şengül Balinanın Bilgisi ile ilgi çekici, doğanın sesini bizlere duyuran bir film çekmiş, ben sevdim ve etkilendim o yüzden sorularımı kendisine yönelttim… 

Merhaba Önder bey, öncelikle ellerinize sağlık, filmin bu farklı hikaye ve bakış açısının nasıl ortaya çıktığını sorayım!

Merhabalar. Ben 2001’den beri dizi ve film sektörde çalışan biriyim. 2017’ye kadar aktif olarak görüntü yönetmenliği yaptım. Her bulduğum fırsatta çadırımı alıp tek başıma doğada kamp yapardım. Bu, zamanla uzun trecking yürüyüşlerine dönüştü. Ve sonunda, o uzun yürüyüşlerin birinde eşim ile kırsalda yaşamaya karar verdik. İstanbul’u ve dizi sektörünü geride bırakıp Fethiye’nin bir köyüne yerleştik. İşte bu köyde duyduğum ilk hikaye bir yörük kadınının tüm çocuklarını ormanda yalnız başına doğurmasının hikayesiydi. Bir anda aklım şu cümle geldi “Kadın bütün insanlığı doğuruyor”. Bu insanın o güçlü potansiyelini gösteren çok değerli bir farkındalıktı benim için.

Doğanın altını ve üstünü koruma dengesi Gülsüm’ün sözleriyle ne de güzel anlatılıyor, bir kadının tek başına madene direnmesi, yalnız bırakılması detayları etkileyici…  Aslında birçok köyde madenlere toplu olarak karşı çıkılır, eylemler vs. yapılır, sen bu yönünü ele alarak tam olarak neye dikkat çekmek istiyorsun?

Gülsüm, film boyunca da gördüğümüz gibi doğayla ve hayvanlarıyla komşularından daha çok sosyalleşen biri. Onun için kocasının madene gitmesi ve yalnız kalmasından ziyade; doğanın katledilmesinden dolayı hisleri de kuvvetli. Bunun acısını yaşıyor. Bildiğim kadarıyla madencilik, özellikle linyit ve kömür madenciliği dünyanın en zor mesleklerinde biri. Ve insanların köylerindeki tarım ve hayvancılığı bırakarak, daha hızlı ve kolay para için bu şartlarda çalışmaya razı olması ayrıca tartışılacak bir konu gibi geliyor bana.

Doğanın içinde yankılanan sesleri, kadının kendinden geçmelerini nasıl açıklayabiliriz, doğanın derinliklerine çekildikçe tekinsiz bir hava da oluşur aslında, buna mı vurgu biraz da bu durum?

Doğa bu filmin üçüncü karakteri ve kendisini kademe kademe hissettiriyor. Evet doğanın tekinsiz bir yanı vardır fakat bu doğanın güvensizliğinden ziyade bizim onu tanımıyor olmamız ile ilgili. Filmde hiç görmediğimiz o canlı doğayı temsil eden bir arketip. Gülsüm’ün doğa ile ilişkisi ve iletişimi kendinin bir karakter olarak değişim süreci ile paralellik gösteriyor. Gülsüm zaten doğaya yakın bir yapıya sahip olduğu için sezileri ile bu iletişimi güçlendirebiliyor.

Muhtar köyün erkeklerini madene çalışmaya yollarken ve kadını yalnızlaştırma çalışmalarına hız katarken, bunu erkeksi bir duyguyla yapmıyor ve filme bir artı daha katıyor, muhtar ve kadın ilişkisini nasıl kurmak istediniz?

Erkeksi demeyebiliriz fakat eril olduğunu söylemeliyiz. Filmin antagonisti olarak öne çıkıyor fakat yanlış bildiği bir şeyi yapmıyor aslında. O da öğrendiğini, bildiğini uyguluyor. Kurulan düzeni devam ettiriyor ve korumaya çalışıyor. Belki de kusurlarının içten içe farkında. Muhtar bu filmde devlet teşkilatının en ufak biriminin başındaki kişi. Erili temsil ediyor. Gülsüm ise sesini çıkaramayanlar arasındaki madurlardan biri. Dişili temsil ediyor. Fakat bu dişil doğadan aldığı güven ile dönüşümü gerçekleştirmeye başlıyor. Filmin vermek istediği, eril ve dişil dengeli olması mevzusunu baş karakterleri işte.

Oyuncunuz Özge Cevher Yüksel rolüyle çok iyi bütünleşmiş, doğal bir etkileşim oluşmuş gibi aralarında, o uyumu nasıl yakaladınız, nasıl bir çalışma yaptınız?

Özge ile aynı köyde yaşıyoruz. İmkanları bu kadar düşük olan bir işte bu benim için önemli bir fırsattı. Daha ön hazırlık başlamadan uzun bir çalışma sürecine girdik Özge ile. Kendisinin daha önce 5 yıl kadar ebelik yapmış olması ve şu anda bir yoga hocası olması karakter ile ilgili yeterince uyum oluşturuyordu zaten. Ebelik geçmişi filmin doğum sahnelerini detaylandırmamızda yardımcı oldu. Yoga refleksleri ise filmde doğa ile kuracağı bağda samimiyeti yakalamamızı sağladı. Fakat tabi ki yine de başlarda sıkıntılar yaşadı Özge. O da bizim gibi köye yerleşmiş bir şehirli olduğu için bir köylü gibi davranma konusunda fazla romantik davranıyordu. Haliyle, köylü ile hayvan ve doğa ilişkisi şehirlinin düşündüğü gibi pek olmuyor.

Köyün kadınlarının tavırları da ikircikli. Bir yandan koruma içgüdüsüyle hareket ederken bir yandan da onu uzlaşmacı, baskıcı ve yalnızlaştırıcı bir tavır içindeler, onların bu minvalde, bu hikaye içinde nereye koydunuz?

Bu soruya cevap vermek için öncelikle şunu tekrar söylemem gerek;  Bu filme kadınlarla erkekler arasında geçen bir hikaye gibi bakmaktan çok eril ile dişil arasında geçen bir hikaye olarak bakmak daha değerli. Tabi ki her izleyene bu geçmeyebilir fakat hikayenin omurgası bunun üzerine kurulu. Bu filmdeki Gülsüm haricindeki kadınlar içinde erili daha çok hisseden ve onun manipülasyon dünyasına hizmet eden karakterler. Film boyunca Gülsüm de bu yıkıcı erilden kurtulmaya çalışıyor. Fakat bir taraftan vicdan diye bir gerçeklikleri de var tabii.

Kızıyla yaşlı bir kadını ziyarete gidiyor ama orada da bir şeyler yaşanıyor, tam olarak anlayamadık ama orada neler yaşandı?

Kızıyla kocaanayı görmeye gittiği sahne. O bir kadim meşe ağacı bir insan değil. Gülsüm’ün ziyarete gitti, sarıldığı ve hissettiği bir varlık. Uzun bir orman yürüşünün sonunda konakladığı, gölgesinden fazladalandığı bir ağaç.

Spoiler gibi olacak etkili bir doğum sahnesi var filmde, anlamlı bir sahne. Ondan da biraz bahsedebilir miyiz?

Doğa ve doğum ilişkisi bu filmin metaforlarından en önemi temaya sahip olanı. Bu doğum mecazi olarak karakterin gelişimin, artık yeni bir zihne sahip olacağının göstergesi. Doğumdan sonraki sahte ölüm de bu destekten bir sahne. Fakat bunlar ciddi spoiler.

Altın Portakal’da yarışıyorsunuz, nasıl bir duygu, sanırım bu filme biraz festival stratejilerini de sorguladınız?

Bu film senaryo aşamasından yapım aşamasına, oradan post aşamasına kadar hiç bir filmin almadığı kadar ret almış olabilir. Filmi bitirdiğimiz halde festivallerden ret alıyorduk. Ve artık tükenmek üzereydim. Havanda su dövüyormuşum gibi hissetmeye başlamıştım. Bu sırada bu haber geldi ve bu işe gönül veren, emek veren herkese bir borç ödemiş gibi hissettim. Festivale katılmak bizim için gayet yeterli. Bu sinema için, büyük perde için çekilmiş bir iş ve ışığını o perdeden seyirciye yansıtacak olması büyük bir heyecan. Umarım kendi kitlesini yakalar.

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.