61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, Sedef Avcı’nın sunumu, Serhat Kılıç ve orkestrasının geceye damgasını vuran özel gösterisiyle başladı. Açılış törenleri genellikle bir noktadan sonra sıradanlaşır; uzun uzun yapılan açılış konuşmaları, onur ödüllerinin dağıtımı, ödül alanların teşekkürleri ve sponsorlara plaketler verilmesi… Ama bu kez, açılış konuşmaları gerçekten kıvamındaydı denebilir. Onur ödülü alanlar ve verenler, klasik bir festival ritüeli olarak törende yerlerini aldı. Fakat Serhat Kılıç’ın açılış, kapanış ve aradaki özel gösterisi, klasik bir törenin havasını değiştirmeye yetti. Hem salonun enerjisini yükseltti, hem düşündürdü hem de eğlendirdi. Kılıç’ın müzik üzerinden yaptığı toplum okuması şovu, bu açılış için gerçekten harika bir seçimdi.
Festivalde ilk ve tek izlediğim (takvimim nedeniyle sadece iki gün kalabildim) ve çok etkilendiğim, yönetmen Necmi Sancak’ın ilk filmi olan, gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkan “Ayşe” filminden söz etmek istiyorum. Ayşe, İstanbul’da bir gecekondu mahallesinde down sendromlu kardeşi Rıdvan’la birlikte yaşamakta ve bir benzin istasyonunda çalışmaktadır. Babaları uzun zamandır hastanede ölümü beklemektedir. Çalıştığı benzin istasyonundan benzin alan, uluslararası taşımacılık yapan bir kamyon şoföründen evlenme teklifi aldığında, Ayşe geleceğini kurabilme konusunda arada kalır, çatışmalar yaşar.
own sendromlu Rıdvan kendisini oynuyor. Gerçek hayatta ona bakan ablası Fatma Sancak’ı ise Binnur Kaya canlandırıyor. Canlandırıyor diyorum ama canlandırmıyor, yaşatıyor. Adeta bir oyunculuk dersi veriyor diyebilirim. Hiçbir şekilde dış görünümüne önem vermeden; botoks, dolgu, hiçbir estetik müdahale olmaksızın, doğal kırışıklıkları, bakımsız saçları, karakteristik burnu ve cilt lekeleriyle karşımıza çıkıyor. Günümüzde estetiğin bu kadar ön planda olduğu bir dönemde, Binnur Kaya’nın doğallığı cesur ve takdir edilesi. Bu doğallık, performansını çok daha güçlü ve gerçek kılıyor.
Maalesef diğer filmleri izleyecek kadar kalamadım festivalde. Diğer filmlerde de iyi oyunculuklar vardır fakat Binnur Kaya’nın bir ödülü hak ettiğini düşünüyorum “Ayşe” deki performansıyla. Ne tesadüftür ki festivalin dönüş için konuklarını havaalanına bıraktığı araçta Binnur Kaya ile beraberdim. Araca binmeden bir de fotoğraf çektirdik lobide. Yol boyunca filmden konuştuk. “Seyretmesi zor bir film. Çünkü içinde filmi satan hiçbir şey yok, müzik yok, estetik bir oyuncu yok. Bir gişe filmi değil, nereye gider ne olur bilmiyorum.” diyor ancak filmin içinde Ayşe karakterini canlandıran çok iyi bir oyuncu var. Evrensel anlamda iyi bir oyuncuda bulunması gereken en önemli özellik, duygusal doğruluk veya başka bir deyişle dürüst bir performans sergilemektir. İşte Binnur Kaya bu özelliklerin hakkını veriyor filimde.
Filmin etkisi çok büyük, içiniz kararıyor, boğuluyor, üzülüyor, korkuyorsunuz. Filmin bu duyguları seyircinin hiç nefes aldırmadan verdiği söylenebilir fakat bunun bilinçli bir tercih olduğu belli. Kendini bakıma muhtaç yakınlarına adayan ve bunu yoksulluk, yoksunluk ve yalnızlık içinde yapan kişiler gülmeyi unuturlar. Gerçek hayatta tanıdığım o kadar çok böyle insan var ki… Filmin sinematografisi ise oldukça yalın, belgesel tadında. Gösterim sonrası soru-cevap söyleşisinde ise seyirci sorudan çok böyle bir film yapılmasından duyduğu memnuniyeti ifade etti. Zaten tamamı dolu olan salondan film sonrası soru-cevap söyleşisine kalmayan ya da kalamayan az kişi vardı. Sonuç olarak, “Ayşe” duygusal anlamda çok güçlü bir yapım. Sade anlatımı, doğal oyunculukları ve hikâyesi ile de oldukça etkileyici.
Bu yılki Antalya Film Festivali, geçen yıl “Kanun Hükmünde” filminin festivalden çıkarılması nedeniyle yaşanan “sansür” tartışmalarının gölgesinde gerçekleşti. Geçen yıl sektörün büyük tepkisini çeken festival, çıkan krizin yönetilememesi sonucu 60. yılını gerçekleştirememişti. Önceki yıllara göre daha düşük bir bütçeyle düzenlenen festivalde, Antalya dışından toplamda 750’den fazla konuğun ağırlanacağı bilgisini aldım. Açılış günü ise Antalya dışından 450 konuk vardı. Bu durum, sinema sektörünün bileşenlerinin çoğunun her şeye rağmen burada olduğunu gösteriyor. Biz hep “sektör sektör” diyoruz da festivaller aynı zamanda seyircinin de. Antalya seyircisi burada! Ve ilk gün olmasına rağmen bütün salonlar dolu. Asılında “Sinema Çalıştayı”nı takip etmeyi çok istiyordum. maalesef takvimim uyuşmadı. Sinema sektörünün tüm bileşenleri olarak başta sansür olmak üzere, sinemamızın gelişmesi için sadece şikâyet etmemek, çözüm üretmek zorundayız. Ancak hem bir belgesel üreticisi hem bir sinema yazarı hem de akademisyen olarak biliyorum ki; işin sosyo-ekonomik-politiğini çözmeden düz bir yolda yürümenin imkânı yok. Yine de bütün iyi niyetli, yapıcı, zihin açıcı çabalara kulak vermek, düşünmek, sağduyu ile bütüncül yaklaşarak bir şeyler yapmak, böyle böyle ilerlemek zorundayız.
Yoksa memleketin sinemasının sansür tarihine baktığımızda nereden nereye geldiğimizi görebiliriz. Biraz ileri, biraz geri… Biraz öyle, biraz böyle… Yaşadığımız toprakların enerjisi ve sosyo-ekonomik-politik yapımızla yürüdüğümüz yol belli. Birilerini suçlayarak ya da hak vererek bir yere varacağımızı sanmıyorum. Sansür denince sadece devlet ya da yetkili kurumlardan gelen kısıtlamalar akla geliyor. Peki ya kendi kendimize uyguladığımız sansür? Yapım şirketlerinin, sponsorların, fonların, STK’ların açıktan ya da gizli yaptığı sansür? Sansür yalnızca sansür değildir, bir vizyon ve misyon meselesidir. Sizin vizyon ve misyonunuza, bakış açınıza, ticari kaygılarınıza uymayanları görmezden gelmeniz de bir nevi sansür değil midir? Sansür sadece Altın Portakal’ın meselesi değildir, bütün festivallerin meselesidir. Sansürün bir çerçevesi, sınırı var mıdır? Başka coğrafyalarda, başka toplumlarda, başka diyarların sinemalarında sansürün durumu nedir, örnekleri nelerdir? Ne tür çözümler üretilmiş? Umarım Çalıştay’da bu konular da tartışılır ve sonuçları herkesin erişimine açık bir şekilde paylaşılır.