Adana Altın Koza Film Festivali’nin 31.’sini de geride bıraktık, ulusal uzun metrajların yoğun temposunda geçen festivalde filmlerin orta ve iyi kategorisinde olması benim için artı değer taşıyor, çünkü tür, konu, anlatım vs. olarak önümüzde çok çeşitli bir seçki vardı ve filmlerin hepsi belli bir seviyenin üstündeydi. Filmlere geçmeden önce ödül gecesinde yaşanan üzücü bir durumdan bahsetmek istiyorum, eminim ki festival yönetiminin öngöremediği bir durum oldu, festival Halk Tv, Tele1 ve Habertürk’te bir saate bile varmayan canlı yayınla verildiği için ulusal uzunların ödül kısmını öne çekmişlerdi. Onu da tam olarak vermediler ama Koza Tv vs. gibi yayınlardan devam etti festival canlı yayını. Ulusal yarışma ödüllerinden sonra salon bir anda boşalmıştı. Kısa, belgesel ve edebiyat uyarlaması senaryo ödülleri gibi kısımlar neredeyse sadece ekiplerin katılımıyla tamamlandı. Bu durum gerçekten üzücü, film sadece uzun metraj değildir, kısa filmler de belgeseller de vardır demek istiyorum. Seneye belki de bu bölümün ödülleri ayrı bir gün verilebilir, ya da yine ulusal uzun metraj filmlerinin önüne konulabilir, naçizane isteğimizdir bu festival yönetiminden! Kısa filmci, belgeselci arkadaşların hepsi üzgündü bu durumdan, hatta keşke onları da gönül rahatlığıyla izleyebileceğimiz saat ayarlaması yapılsa festivallerde… (ben en kısa zamanda tamamlayacağım o eksiğimi)
Ulusal uzun metrajlı film yarışma jürisinin konuşmalarından anladığımız kadarıyla oybirliğinden çok oy çokluğu damga vurmuş seçimlerine! Ve festivaldeki üç kadın yönetmenin filmine hiçbir ödül çıkmaması da manidardı! Vuslat Saraçoğlu’nun filmini İstanbul Film Festivali’nde izlemiştik ve ben üç kardeşin çatışmalı, atışmalı hikayesini pek dinamik bulmuş ve sevmiştim, ama jürinin yönü farklı filmler oldu!
Ceylan Özgün Özçelik imzalı On Saniye, bir tiyatro oyunundan uyarlama olmanın dezavantajını, dinamik bir anlatım, farklı açılar ve çekimlerle kırmaya çalışan, bize Bergüzar Korel’i bağımsız bir yapımda ve iyi bir performansla izleme fırsatı sunan bir film olmuş.
Zeynep Köprülü ilk uzun metrajlı Su Yüzü’nde dertsiz ruhlara dert yüklemeye çalışan bir film yapmış biraz. Karakterimizin annesinin düğünüyle dönüş yaptığı kasabada geçmişle yüzleşme girişimlerini izliyoruz, fonda yaz atmosferi, karakterin geçmiş ve gelecek arasında sıkışması, kendiyle hesaplaştığı film biraz da son yıllarda karşımıza çıkan yaz fonlu kısa filmlerin uzatması gibi olmuş! Altın Koza’da filmlerin çeşitli olmasından dolayı sonuçların ilginç olacağını düşünmüştüm öyle de oldu, ters köşe de diyebilirsiniz, jüri büyük anlamları, anlatıları reddetmiş görünüyor, samimiyetin peşine düşmüş. Onları da diğer filmlerde bulmuş demek…
Jüri üç film arasında döndürdü daha çok ödülleri. İlki festivalden SİYAD En iyi Film Ödülü dışında ödül alamayan Murat Fıratoğlu imzalı Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri oldu, jüri başkanı Nuri Bilge Ceylan eleştirileri baştan kesmek için, (şimdi siz başka hiçbir ödül almayan filme en iyi film ödülü verdiler dersiniz, olur öyle) tarzından bir açıklama yaptı. Jüriyi politik bir bakış açısından yoksun bulmuştum Burak Çevik imzalı Hiçbir Şey yerinde Değil filmine verdiği ödüller dolayısıyla ama Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri politik komedi özelliği taşıyan bir film. Sempatik bir film olmuş, kayıtsız kalamıyorsunuz. Ama senaryonun olmadığı, durum komedisi yaratan bu film kervan yolda düzülür misali bir film. Politik hamleleri bile sevimli ve halay olayı filme çok şey katmış. Jüri de sanırım işin doğallık kısmından etkilendi!
Gelelim En İyi Yönetmen Ödülü de alan Burak çevik imzalı Hiçbir Şey yerinde Değil filmine! Burak farklı filmlerle bugüne kadar dikkatimizi çeken yönetmenlerden, birçok tartışma yarattı, tarzı eleştirildi, çok beğenenler olduğu kadar yerden yere vuranlar da oldu. Ben de eleştirdim tarzını, bu filmi en sinema diline yakın filmi olmuş ama burada da bakış açısını problemli ve kırıcı buldum. İçinde gerçek anlamda sol ruhu hisseden herkesi de kırmıştır bu film diye düşünüyorum. Bir kere konu zaten çok yaralayıcı, bir katliam ruhunu bu kadar soğukkanlı anlatmak, teknik kasmak ne denli doğru bilemedim açıkçası. Neden solcu gençler (silah kullanmıyor, dünyayı değiştirmek için şiddeti reddediyor olabilirler ama) kurbanlık koyun gibi katlediliyor, sanırım boğazımıza takılan düğüm bu oldu! Keşke bu teknik denemesini politik olmayan bir olayı anlatarak kullansaydı, ama jüri ‘hesaplaşma’ filmi olarak yorumladığı bu sahnelerden etkilenmiş olmalı.
Doğuş Algün imzalı Ölü Mevsim’de uzayan süre sorunsalı hikayenin katmanlarnı bozsa da, tekinsizlik, güvensizlik ve bununla ortaya çıkan bereketsizlik kavramı iyi işlenmiş. Funda Eryiğit’i son dönemlerde iç hezeyanları yaşayan kadın rolünde görmek ilginç oluyor. Zaten Funda Eryiğit ve kız kardeşini oynayan Ece Yaşar En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü birlikte paylaştılar. Hatta filmde doktoru oynayan Nesrin Uçarlar Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alarak beni şaşırttı. Hakkı filminde anne rolüyle Hülya Gülşen daha etkiliydi, ama Nuri Bilge Ceylan’ın dediği gibi bunlar aynı jüri olsa bile bir hafta sonra toplanılsa değişecek kararlar! Döngü de Sevim karakterini oynayan Serpil Gül de En İyi Kadın Oyuncu alabilirdi pek ala! Hakkı filmindeki Bülent Emin Yarar’a da haksızlık yapıldı, filmi başarıyla sırtlanmış bir oyuncuydu. Ahmet Rıfat Şungar çok sevdiğim bir oyuncudur, Gecenin Kıyısı’nda da sevdim kendisini. Ama Erdem Şenocak biraz durmalı sanki!
Türker Süer imzalı Gecenin Kıyısı politik sinemanın sınırlarına dalan, iki asker kardeşin 15 Temmuz gecesi yaşadıklarını, siyah beyaz zıtlığında ve çok da renk vermeden anlattığı ama seyirciye duygusunu geçiren bir film oldu. Yönetmen soru cevap kısmında filmde asker olan iki kardeşin, aşırı disiplin altındaki dengelerini tartışmak istediğini söyledi ama filmin temeli 15 temmuz gecesi yaşananların belirsizliğine gönderme yapıyor aslında uçlar belli ama yönetmen de herkes gibi bu konuyu biraz fısıldayarak anlatmayı seçmiş, Yılmaz Güney Özel Ödülü Gecenin Kıyısı filminin oldu!
En iyi Müzik ve En İyi Görüntü Yönetimi ödülleri kazanan Gürcan Keltek imzalı Yeni Şafak Solarken görsel gücüyle hikayeyi de yakalayan bir anlatıma sahip, birinin zihninde dolanmanın karmaşık ve tuhaf hissini yaşatan, deneysel, belgesel kalıplarıyla bezeli, zorlayıcı ama iyi bir deneyim. Filmi seven taraftayım.
Festivalde oyuncusu Ömer Akalın’ın Umut Veren Genç Erkek Oyuncu Ödülü kazandığı, kısa filmlerinden tanıyıp sevdiğimiz Orhan İnce ilk uzun metrajlı ‘Hêvî/Umut’ta gerçek bir hikayeden esin bir konuya dalıyor ama hikaye istenilen ölçüde değil, o yüzden tekrarlara ve uzatmaya düşüyor, küçük kızın arada kalan hikayesi, abinin ve babanın çatışması arasında eziliyor. Orhan naif bir hikaye anlatmayı seçmiş, Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri de öyle aslında ama yönetmen araya ilgi çekici detaylar koyarak filmi zihinlere sokmaya çalışmış, Orhan’ın filmi ise hikayesinde odak yaratamıyor, ama maddi koşullar da imkan verirse yeni filminde farklı bir şekilde karşımızda olacağına inanıyorum.
Bir festival daha bitti, yine toplu olarak filmlere girme heyecanı yaşamak, yorulmak, insanları görmek, konuşmak, Adana sıcağından dem vurmak iyi geldi, gelsin o zaman 32…
banubozdemir@gmail.com