Lale ve Kemal Başar çiftinin oğulları Savaş Alp Başar öyle güzel anlatmış ki kendisini, buyurun okuyun…

Savaş Alp Başar nasıl birisidir. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Şu anda neler yapıyorsun?

Kendimi düşününce aklıma gelen ilk şey hayvan sevgisidir herhâlde. Bunun dışında onur ve gurur çok önemlidir benim için ve haksızlığa asla tahammül edemem. İçinde sevgi olan, tez canlı, biraz da aşırı biriyim sanırım. Ama bu bana oldukça avantaj sağladı hayatımda. Hep iyi anlaşıldım, kendimi ifade etmekten veya ‘’başkası ne der’’ diye düşünerek fikirlerimi saklamaktan veya yumuşatmaktan çekinmedim. İlk bakışta biraz radikal gözükebiliyor insanlara ama niyetinizin iyi, derdinizin veya düşüncenizin zarar değil de, çözüm olduğu bilinince oldukça doğal anlar da yaşanıyor :). Bu günlerde en zor şey hak vermek. Konudan daha önemli haklı olmak ki bu çok büyük bir zayıflık. Ben haksız olduğum bir konuda özür dilemekten keyfi alıyorum açıkçası ve karşımdakinin de bir o kadar keyif aldığını görüyorum çoğu kez. Bunun adı iletişimdir, ve iletişim saygıyla olabilir ancak. Bunun adı ego değil yani. Öz bilinçsizlik, cehalet. Ve bu insanlar ne yazık ki her yerde. Dertlerini açık açık konuşsalar, dertleşip sarılacağımız bir ortamı, yabanilik ve egolarından ötürü mahveden bir toplum olduk bence.

İlkokul’da Bilkent’te başladım konservatuara, o günden beri müzik ve tiyatronun içindeyim. Liseyi bitirdiğim sene oynadığım bir film ile başladım oyunculuk mesleğine. Bir işi hakkıyla yapmak zor. Yapabilmek daha doğrusu. Liyakat, yani yaptığın işte yetkin olmak burada giriyor devreye. Oyunculuk bir meslektir. Aynı mimarlık, tıp, işletme gibi. Gereklilikleri vardır, enstrümanı tiyatro sahnesidir. Bunlar hava değil, basit gerçekler. Ve hakkıyla oyunculuk yapan insanlardı benim ailem de. Annem Türkiye’nin en iyi kadın oyuncularındandır ve benim idolümdür. Babam hem çok iyi bir oyuncu, solist, rejisör, kısacası tam bir sahne adamıdır. İşte içine doğduğum bu mesleki şuurla, oyunculuğun hakkını vermeye çalışırken,  bir yandan, ilk göz ağrım olan müziğe atıldım. Cess müzik ile çalışıyorum. İlk EP’im Yolun Başı yayınlandı. Şimdi yenisi geliyor, her portaldan ulaşabilirsiniz. Tiyatro Keyfi bünyesinde devam eden 3 tiyatro oyunum var. Turneler ile Türkiye’nin her yerindeyiz yine bütün bilet portallarından ulaşabilirsiniz.

İki usta oyuncu Kemal ve Lale Başar çiftiniz çocuğu olmak nasıl bir duydu?

İki çocuk düşünün. Beş senelik bir flört döneminin ardından Konservatuarı bitirdikten sonra Bursa’ya tayin olan ve hayatlarını kurmaya başlayan. İsimsiz, genç hevesli. O kadar hoşuma gidiyor ki onların hayatı. Zorluklar, eğlenceler ve çok, hep tiyatro. Efsane isimler, Müşfik, Yıldız (Kenter) hocalar, Semih Sergen’ler ve daha cabası. Altın bir çağın içinde, oturarak değil, Türkiye’yi köşe bucak gezerek, yüzlerce saat sahnede kalarak inşa edilmiş iki isim. Ben de onlar gibiyim. Tabii ki çok büyük bir şans, kişisel olarak. Babam yapımcı değil annem de. Ben hep bir varoluş çabası içinde olacağımı bilerek başladım mesleğime. Öyle de oldu ama şükür ki kendi ismimi az, çok, iyi, kötü yaratabildim. Saatlerimi ve günlerimi feda ederek. Ailemin gittiği yoldan. Eskiden külfet gelirdi, anası babası oyuncu yolu açık… Öyle olmuyor. Başarılar, başarısızlıklar, tercihler. Hayat herkes için böyle. Benim için de böyle oldu.

Oyuncu anne babanın çocuğu olmak size meslek hayatınızda nasıl bir artısı oldu?

En büyük artıyı tiyatro camiasında gördüm tabii ki. Bir çok yaşıtımın aksine, bilinen biri olarak geldim dünyaya. Şımarık değilim, asla olamam ve dolayısıyla bunun tevazuuyla yaşadım hep. Boynumu bükmedim ama şanslı olduğumu hep bildim. O şans da beni bazen oldukça rahatsız etti. Çocukken bundan çok utanırdım, yaş aldıkça onlar benim gururum oldu. Annemi izlemek. Onun mesleğine ne kadar hakim olduğunu görmek, gıpta etmek. Her erkek çocuk gibi, babamla yarışmak, onun yanında kendimi var edebilmek, mesleki bir konuda fikir verebilmek. Bunlar çetin ama kendime çok şey katabildiğim mücadeleler oldu hep. Bir müzikalimizin şarkılarını besteledim. 4 sene kadar sahnede kaldı. Bir çocuk oyunu yönettim o da 3 seneye yakın oynadı. Şimdi Cyrano de Bergarac Müzikali yapıyoruz. Yönetmeyi denedim. Olmadı ve bıraktım. Çünkü insan her şeyi yapamaz, yapmamalı. Öğrenmeli ve yetmeli önce. Ben her şeyden önce ailemden bu liyakati aldım.

Çocukken hepimiz yapmak istediğimiz mesleğin hayalini kurarız sizin hayaliniz neydi?

Çocukluğumda en çok istediğim şey müzik yapmaktı. Bir grupta solist olmak. Renkli bir hayat. Konserler, şehirler, ülkeler. Şimdi yapıyorum. Ama çocukluğumda düşlediğim gibi değilmiş. Zor. Çok uğraşlı. Keyifli ama metanet gerektiriyor. Tiyatro kompakt bir alan, beraber icra edilen bir sanat. Tek yıldız ve kaygı eserin kendisi. Herkes o eser için çalışıyor. Müzik ise tam olarak öyle değil. Bağımsız, çok daha disiplinsiz ve benim gibi kendi adınızla kariyer yapıyorsanız bu saydığım bağımsız ve disiplinsiz tipleri çıldırmadan yönetmeyi öğrenmeniz gerekiyor. Öğrendim mi ? Hayır ama hepsini çok seviyorum, nefretle karışık. 🙂

Oyuncu olmaya ilk ne zaman karar verdiniz? 

2012 yılında Müzik okuyordum. Benim için çalkantılı yıllardı. Gençliğimin başları, ergenliğimin sonu. Yaramazdım. Oldukça hareketliydim. Ne istediğimi bilmiyordum ve dağılmaya çok müsaittim. Sık tartışırdık ailemle. Bir gün annem aradı, yanında yönetmen ve yapımcı. Bir auditiona gitmiş. Köksüz diye bir film. Oğlunu oynayacak bir çocuk arıyorlarmış ve bulmakta çok zorluk çekiyorlarmış. ‘’Denemek ister misin ?’’ Dediler. Annem tebessümle, ki çok doğal kadındır, ‘’Tam sen salak’’ dedi. Gittim.

Bir sahne düşünün, çocuk sinir krizi geçiriyor, bağırıyor çağırıyor, darmadağın ediyor her yeri. Anne aynı şekilde. Onları durduran tek şey ablaları. Ve çektik…Harika bir işti Köksüz. Mesleğe böyle kaliteli bir sanat filmiyle başlamak da apayrı bir şanstı benim için.

İlk rol aldığın projede ödüller aldın bu sana ne hissettirdi? Filmden ve karakterinden bahseder misin?

Deniz Akçay’ın ilk filmiydi köksüz. Kimin bilmiyorum ama gerçek bir hikayeydi. Mahalledeki karakterlerin çoğu, romanlar, anneanne, taksiciler, esnaf gerçekten o işi icra edenlerdi. Anneanne ile bir sahnem vardı, hiç unutmam ben ağlamaya başlıyorum o da beni teselli edecek. Ne yaşandıysa, ağlamaya başladım. O benden daha çok ağlamaya başladı. Öyle olunca ağlaya ağlaya birbirimizi sakinleştirmeye başladık, sakinleştirdikçe daha çok ağladık, ağladıkça daha çok… Deniz abla kesmedi. O da ağlıyordu. Herkes ağlıyordu. Bu gerçeklik ve özgünlük sayesinde çok başarılı oldu Köksüz. Bir çok ödül aldık, yurt içi, dışı, neredeyse her festivalin adayıydık. Küçüktüm. 17 yaşımdaydım. Çok mutluydum, kendimi o kadar iyi hissediyordum ki. Hemen bir menajerim oldu, başka teklifler geldi ve ben Türkiye’de çelikmiş en iyi sanat filmlerinin birinin umut vaad eden genç başrol oyuncuydum. Hem de Altın Koza’lı, Siyad’lı, Nürmberg, Ankara Bilkent vesaire..

O mutlulukla eve döndük. Hiç unutmadığım bir andır hayatımda. Herkes keyifli, evdeyiz. Çok kalabalık. Babam bir köşede oturuyor, keyifsiz. ‘’Ne oldu ? En mutlu günümüz neden somurtuyorsun ?’’ Dedim. Baktı bana bir on saniye ve ‘’Çok iyi olmadı’’ dedi. Bunu çok sonra anladım. Bu bir yüktü bana. Beklenti ve başarı açlığı doğurmuştu. Oldum da kendimce ama çok erken bir başarıydı. Psikolojik olarak beni çok zorladı sonraki senelerde. Mesleğe olan inancımı kaybetmeme yol açabilirdi. Tiyatro’da da pek çok başarım, adaylıklarım ve ödüllerim oldu ama babamın dediği şey çok doğruydu. Bu meslek zor. Metin olmak, pes etmemek ve beklentiyi öldürmek lazım. Yoksa yol uzun ve her işi gibi bu da yükselir ve düşer. Şuursuzca yapan biri hayatını kolaylıkla boşa harcayabilir.

Oyunculuktaki başarını müzikte de gösteriyorsun. Tercih yapman gerekirse hangisini seçersin?

Teşekkür ederim. Oyunculuk özellikle doğru projede, doğru menajerle, doğru oyunda yapması en keyifli meslek bence. Sıkıntı şu ki, müziğin farkı tamamen özgün olması. Tiyatro veya kamera önünde oynamak ne kadar keyifli olursa olsun. Yönetmene ve projeye bir noktada sağdık kalmanız lazım ki bu olması gereken bir şey. Bir de hiç içinize sinmeyen, kot kafalı bir ekiple çalıştığınız, size doğru gelmeyen şeyleri söyleyemediğiniz bir işte olduğunuzu düşünün. İşte o zaman gerçek külfeti hissediyorsunuz. Oyuncunun en özgür olduğu alan, yönetmenin onu ikna etme zorunluluğudur. Oyuncu ikna olmazsa oynayamaz. Ama bu gün oynamak zorunda. Çünkü bir dizi finansal olarak bir Tiyatro’dan çok daha getirisi olan bir alan. Tabii ki işine hakim bir oyuncu, kendinden bir çok parça koyarak o rolle pekala eğlenebilir ama yine de ortada bir sadakat söz konusu. İşte yaptığınız müzik toplumda kabul gördüğünde sadık olduğunuz tek şey kitleniz ve kendiniz oluyor ve bence bu paha biçilemez. Oyunculuk içinde öyle. Bu bir seçimden ziyade oyunculukta bir çok doğrunun bir araya gelmesi gerekirken, müzikte ipler biraz daha sizin elinizde. Tabii ki oyunculukta önünüze gelen altın tepsi, gördüğünüz saygı, insanların sizi koyduğu konum aynı seviyede müzik yaparken yok. Ama bu da işi daha heyecanlı yapıyor bence. Sanatı destekleyin. İnanın hayatınıza bu kadar anlam katan bu meslekler, icra edenlerin hayatını kazanmak için çok uğraştığı şeyler.

Bize şu anda oynadığın “Söz Veriyorum” oyundan bahseder misin?

Söz Veriyorum Aleksei Arbuzov’un savaş temalı bir klasiği. Oyun aslında Leningrad kuşatmasında hayatta kalmaya çalışan ki bir milyona yakın insanın açlık ve yokluktan hayatını kaybettiği, tarihin en amansız kuşatması olarak bilinir, üç gencin tesadüf eseri karşılaşıp, hayata tutunma çabalarını anlatıyor. Öyle ilginç bir sevgi ki bu. O kadar gerçek ki. Hayat akıyor, seneler geçiyor ama aralarındaki, o yoklukta, ölümle birlikte yaşarken kurdukları bağın, aşk, nefret, haset, umut. Bunların hepsinden daha kuvvetli olduğunu anladıkları, insanın insan olmayı elinde bir şey yokken hatırladığını bize gösteren çok büyük bir metin. Önümüzde bir çok turne var. Hem yurt içi hem yurt dışı. Tiyatro Keyfini takip edip istediğiniz her portaldan bilet alabilirsiniz. Muhtemelen şehrinize geliyoruzdur. :).

Sinema tarihine baktığımızda hangi filmde rol almayı ve hangi karakteri istersiniz?

O kadar fazla ki. İlk göz ağrım Batman The Dark Night Rises (Kara Şövalye)’de Heath Ledger’ın can verdiği Joker. Bence hayat verilmiş en muazzam en derin karakterlerden biridir. Çok isterdim. Tarantino filmlerini beğenirim. Çok büyük aktörler, çok büyük yönetmen, kamera, reji, sanat… Özellikle Soysuzlar Çetesi’nde Christoph Waltz’ın can verdiği Albay Hans Landa’yı oynamak isterdim.  Türkiye’de yapılmış olan Ayla’da İsmail Hacıoğlu’nun Süleyman’ı ilgimi çekerdi. Çok derin, kendine has ki bence kendisi ülkenin en iyi 3 aktöründen biridir. Böyle gider…

Yeni proje var mı? Bahseder misin?

Tabii ki var. Tuğba Tuna Bilgin ile çalışmaya başladım. Çok mutluyum. Kendisi hem çok idealist hem de oyuncusuna kendini değerli hissettiren bir menajer. Başladık, oyunlar var, dediğim gibi ikinci EP’im geliyor, hatta ilk teklim ‘’Matem’’i şu an Spotify, Apple Music, Fizy her portaldan dinleyebilirsiniz.

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.