“Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar belgeseli, Önder Esmer imzasını taşıyan, o dönemde devrim niteliğinde bir çıkış yaratan, ulusal sinema savunucularını biraz kızdıran bir girişim, dernekleşme çalışması olmuş. Filmi izlerken tanıklıklar, detaylar o dönemi başarılı bir şekilde önümüze getiriyor. Ben elimden geldiğimce objektif bir biçimde soruları Esmer’e yönelttim, kendisi de tekrar düşmemeye çalışarak açıklık getirmiş. Belgeseli izlemeye çalışın derim, sinemanın kavgalı bir alan olduğunu, yeniliklerin nasıl karşılandığını o dönemden bakarak yeniden sorgulama imkanı buluyorsunuz. En çok da simultane çeviriyle yapılan gösterimleri…
Merhaba elinize sağlık, çok açıklayıcı bir belgesel olmuş. Bu anladığım kadarıyla sizin tez konunuz, belgeseli izlerken bayağı geniş bir kişi ağına ulaşmışsınız, öncelikle şimdi hayatta dahi olmayan Onat Kutlar’ın bile sanki bu konuda bir belgesel çekilecekmiş gibi sözleri var. Bu konuda nasıl bir çalışma yaptınız, çekimlerin tamamı size mi, sizin çekim yaptığınız döneme mi ait?
Öncelikle ilginize ve beğeninize çok teşekkür ederim. Sözlerime şöyle başlamak isterim. Metinsel çerçevede teoride birikimi aktarmak ve tanıklıklar üzerinden aralanacak düşü belgelemek hedefiyle yola çıktık. Ve geçen zaman ile “onurlu bir kavganın” saklı olduğu o yıllara uzanabilmek pek çok insanın gönüllü emeğiyle sürdürülmüş olup Mey Diageo’nun katkısıyla gerçekleştirilmiştir.
Sorunuza dönecek olursam, evet, çoğu konuşmacımızla çekimi kendimiz gerçekleştirdik. Fakat bugün hayatta olmayan Rekin Teksoy, Nijat Özön ve Giovanni Scognamillo’nun görüşme kayıtlarını Mithat Alam Film Merkezi’nden Elif Ergezen’in izniyle aldık. Türkiye Sineması Görsel Hafıza Projesi kapsamında hazırlanmış sözlü tarih çalışmalarının ne kadar belirleyici bir öneme sahip olduğunu buradan anlayabiliriz. Ve eklemek isterim ki, birçok sinemacıya katkısı olmuş MAFM’nin yöneticisi olan Zeynep Ünal ve Elif Ergezen’in görevlerine son verilmiş olması da o yapının düşünsel geleneğine, hafızasına ket vurmadır.
Onat Kutlar’ın anlatımı, Ahmet Soner’in hazırladığı “Adana-Paris: Yılmaz Güney (1995)” belgeselinden edinilen görüşme kaydıdır. Bu konuda birkaç söz etmek isterim. Onat Kutlar’ın, Yılmaz Güney özelinde hazırlanan bu belgeselde, “A Dergisi” ve “Türk Sinematek Derneği” zamanlarından kısa da olsa bahsediyor olması çok tuhaf gelmiştir bana. Belgelenen bu anlatım Ahmet Soner’in bir sinemacı olarak ne kadar kıymetli bir çalışma yapmış olduğunu yeniden bize tekrar eder elbet; fakat Onat Kutlar’ın, o kayıta özel, geçmiş zamanı dile getiriyor olması karanlık bir “rastlantı”ya doğru hatırlanan sözleridir aslında. “Bir gün mutlaka…” yapmak istedikleri o filmin ertelenmiş görsel imzasıdır bana göre. Çünkü Cafe Marmara’ya bırakılan bombanın 48 saat öncesidir.
O döneme ait tanıklık listesini uzatmanız mümkün, herkese ulaşmak mümkün değil elbette, siz nasıl bir yol izlediniz, isimleri nasıl belirlediniz, dışarda kalanlar da olmuş mutlaka. Belgeselin konuşan kafalardan oluşmaması için nasıl bir yol izlediniz, çok tanıklık olmasına rağmen, yaptığınız hamlelerle öyle durmuyor zira…
Bu konuyu hala da düşünmeden edemem. Konuşmacı eksenini biraz daha genişletiyor olsaydık ne olurdu diye. Çünkü eksik bıraktığımız kişiler çokça gelir aklıma. Ama nihayetinde imkanları “sürdürülebilirlik” üzerinden kurmak gerekiyor. Turgut Çeviker’in özenle hazırladığı “Onat Kutlar Kitabı” ve Hülya Uçansu’nun dostlarının izinde derlediği “Onat Kutlar’a Mektup Var” kitaplarının çokça katkısını gördüm. Konuşmacılarımızın yönlendirmeleri de bu tercihlerde destekleyici oldu diyebilirim.
Bahsini geçtiğiniz sözlü anlatım sınırlarını kırmak gerekiyordu. Malumunuz çok sınırlı arşivin ve Türk Sinemateki’nden geriye malzemenin kalmadığı bir durum var ortada. Sinematek anlatısına eşlik etmesi adına çeşitli ülke sinemalarından ve Türk sinemasından örnek klipler kullandık. Kullanılan yabancı filmler Türk Sinematek Derneği’nde gösterimi olunan ve o dönemin beğenilen eserleridir. Türk Filmleri de sinemamızın Toplumsal Gerçekçilik olarak değerlendirilen 1960-65 yılları arasında çekilmiş kıymetli ürünleridir. Aslında bir nevi eleştirilen Yeşilçam yönetmenlerinin hakkını teslim etmek ve yapıtıyla cevap vermek adına da tercih edildi. Ama pek anlaşılmadı sanıyorum.
Bunlar haricinde yurtiçi ve yurtdışından elde edilen arşiv görüntüleriyle anlatımı desteklemeye çabaladık. Kurgu aşaması bizim için yorgunluğun en belirleyici olduğu yerdir.
Önce Onat Kutlar’ın öykü kitabıyla tanışıyorsunuz, sonra da Halit Refiğ’in Ulusal Sinema Kavgamız kitabıyla… Siz Sinematek kısmını anlatmayı tercih ediyorsunuz, öncelikle orası daha bakir bir alan, bu konuda çekilmiş belgesel yok diye biliyorum. Bütün bunların dışında o dönemi (sinematek) anlatmak istemenizin nedeni?
Türkiye’de sinemacının yolu engebeli, dolambaçlı ve dikenli bir yoldur. Bu sebepten, sinemaya dair arayışın erdemli adımlarını sorgularsınız. Türk Sinematek Derneği’nin yayın organı olan Yeni Sinema Dergisi yazarları da “ölü noktanın ötesinde” diyerek sürdürülecek bu yolun fikir mimarları olurlar. Sinemada bilmenin sıfır noktası olarak düşündüğüm Sinematek bilincinin ve Onat Kutlar’ın onurlu kavgasını gençlere anlatabilmeyi bir sorumluluk olarak görürüm.
Siz Sinematek Derneği’ni nasıl yorumluyorsunuz ve devam edememesinin sebepleri nedir, ne olabilir sizce?
Sinematekler kamuya yönelik faaliyetlerini sürdürürler. Bu minvalde gösterimi olunan filmin ticari bir beklentisi gözetilmez. Uluslararası Film Arşivi Federasyonu (FIAF) tarafından “özerk” olma koşulu aranır. Türk Sinematek Derneği de bu doğrultuda özel bir kuruluş olup, devletten veyahut özel kuruluşlardan destek almadan sürdürülmesi hedeflenir. Üyelerden edinilen yıllık ödentiler ile sağlanacak gelirin yeterli karşılığı beklenir. Fakat finansal çözümsüzlük kurumun çıkmazı haline gelir. İlerleyen yıllarda FIAF “yarı özerk” olma kararıyla durumun esnekliğini sağlasa da Türk Sinematek Derneği’ne bu geçiş kazandırılamaz. Tabii 1978 yılında Ahmet Taner Kışlalı Kültür Bakanlığında görevli iken bir girişim olunur. Fakat Ecevit Hükümeti’nin ara seçimle gitmesiyle ilerletilecek bir ihtimal de kalmaz. Sonrası da bildiğiniz gibi 12 Eylül 1980 Darbesi ile sadece Sinematek değil çoğu kurum kapatılır. Ama fikirler yaşamaktadır.
Belgesele gelen tepkiler nasıl oldu iyi ya da kötü anlamda, biliyorsunuz ülkemizde sinema katmanlı ve tartışılan bir alan. O dönemde sinemacıları ikiye bölen bir yapıyı çektikten sonra gelen tepkiler neler oldu?
Festival sürecinde filme katılım bir harikaydı. Orada izleyiciler ile buluşma sağlanabildiği için hem onların seyir deneyimini görüyor hem de merak ettikleri durumların yanıtlarını da veriyor oluyorsunuz. Gösterdikleri ilgi ve sevinç için çok teşekkür ediyorum.
Tabii Türk sinema tarihi özelinde bir konu olduğu için genç izleyenler böylesi bir sinema kavgasından ilk defa haberdar oldular. Ama konuyu bilen ve daha fazla merak eden izleyici haliyle biraz daha uzun işlenebilmesini hatta, kendilerine göre haklı olarak, Yeşilçam tarafının muhataplarını da görmek istediler. Taraf olma konusuna önceki söyleşi ve görüşmelerde yeterlice yanıt verebildiğimi düşünüyorum. Konunun daha detaylı yorumlaması için yazılı kaynaklar üzerinden incelenmesini ve bu konuda çalışmalar yapılmasını daha doğru buluyorum. Çünkü belgesel üzerinden akademik anlatıya doğru gidebilirdi. Ve bu durumda ilk defa seyir eden ve konu hakkında yabancı olan izleyiciyi yorabilirdi.
Belgesel ismiyle de ilgi çekiyor, biraz uzun ama kapsayıcı… Bir de anarşi ve ateş kelimeleri o kadar derinliğe ulaşabildiğinizi düşünüyor musunuz belgeselle?
Aşk’ı da unutmayalım. Burada aslında bir atıflama mevcuttu. Onat Kutlar’ın Sinema Bir Şenliktir isimli kitabında geçen bir paraf vardır. Filmimizin de açılışında yer alan. O sözlerin devamında: “Bu yüzden bu kitap, her şey değildir. O ‘aşk, ateş ve anarşi günleri’nden benimle birlikte altın çıkaranlara bir küçük merhabadır. O kadar.” diyerek sürdürülür. Bu adlandırmada elbette ki kelimelerin derin anlamını karşılamak ne mümkün. Orada hissettiğimiz başka bir duygu baskın geldi diyelim. Doğru tarifleme olması açısından da “Türk Sinemateki ve Onat Kutlar” alt başlığını ekleyerek sınırlarını belirttiğimizi düşünüyorum.
Sinematek o döneme güzel damga buluyor ama arşivci yanı yok, kendileri de bunu söylüyor, hatta belgeselde de bunu hissediyoruz. Öte yandan ulusal sinemaya sahip çıkan Sami Şekeroğlu daha arşivci ilerliyor, hatta bunu gurur vesikası olarak karşımıza getirmiştir aktif olduğu yıllarda. Bunun eleştirisini de görüyoruz sanırım Atilla Dorsay ve Burçak Evren bunu dile getiriyor. İzlerken karşı taraftan da bir iki kelam bekliyor insan, ama siz Sinematek tarafında kalmayı tercih ediyorsunuz hep?
Aslında ilk dönemler arşiv faaliyeti sürdürülüyor. Hatta arşiv odasının betimi ve içeriği hakkında Ömer Pekmez’den anlatıyı da dinledim. Fakat arşivlerin mevcut imkanların elverişsizliği dolayında başka kurumlara “tekrar geri alınmak üzere” devri oluyor. Ama nihayetinde “koruma” dediğimiz sürdürebilirlik gerçekleşmediği düşünülerek Türk Sinemateki’nin “arşiv” ilkesini olumsuzlamak durumunda kalıyoruz. Taraf tutuyorum.
Jak Şalom’un öncülüğünde Sinematek yeniden açıldı, oradan bahsetmemişsiniz belgeselde, bunun nedeni var mı?
Türk Sinematek Derneği üzerinden sınırlamayı tercih edelim istedik. O vakitler henüz faaliyeti yeni başlamakta olduğundan nasıl bir çizgide ilerleyebileceğini de bilemezsiniz. Nihayetinde belediyeye bağlı bir kurum. Ama tabii kuruluş aşamasından bu yana olumlu görüşmelerimiz hep sürmüştür ve çokça da katkıları olmuştur. Fakat tekrar etmek istediğim bir eleştiri olacaktır. Türk Sinemateki ve Onat Kutlar hakkında asılsız ve yadırgatıcı söylemleri olan Metin Erksan’ın filmiyle ilk gösterimi gerçekleştirmiş olmalarını anlayamıyorum.
Son olarak neler söylersiniz?
Festival gösterimleri boyunca katılım gösteren her izleyicinin düşüncelerini ve merakını dinlemek harikaydı. Bu sayede yapılan eserin nasıl bir karşılık bulduğunu anlayabiliyorsunuz. Umuyoruz o ateşi hep saklı tutarlar.
“Baharı simgeleyen kuşlar gibiydiniz. Her türden, her cinsten.”*
*Onat Kutlar, Yeter Ki Kararmasın, De Yayınevi, 1984, “Balyoz ve Özgürlük”, 15 Ocak 1983