Ruhun Lekesi, kendisi de aynı zamanda bir akademisyen olan Ceyhan Kandemir’in yönetmenliğinde bir araya gelen, bir grup Sinema-TV akademisyeni ve öğrencisinin imece usulü ve tamamen gönüllük esası ve kendi öz kaynakları ile gerçekleştirdikleri uzun metraj bir kurmaca film. Çeşitli festivallere katılan, oldukça kalabalık bir gala ile seyircisini selamlayan film, gösterimlerine festivallerde, üniversitelerde ve çeşitli kurum ve kuruluşların salonlarında devam ediyor. Ruhun Lekesi, dijital imkanlara rağmen seyircisiyle sinema salonu atmosferinde ve bütün ekibiyle birlikte buluşmak için özel çaba sarf ediyor.
70 yaşlarında kaçıngan bağlanma problemi yaşayan bir müzisyenin aşk, sanat ve sosyal hayatı paralelinde iç dünyasına odaklanan filmi inşa edenlerden yönetmen, yapımcı, görüntü yönetmeni ve baş rol oyuncusu ile gerçekleştirdiğim sohbetten bir kesit:
Bu filmi yapmaktaki amacınız, derdiniz neydi?
Ceyhan Kandemir Yönetmen: Ruhun Lekesi üçlemenin ikinci filmi. İlk uzun metraj filmim Karla’da kukla sanatçısı baba ve kızının hikayesi; gerçekçi, doğal kesitlerle, sade-minimalist bir dille ele alınmıştı. Ruhun Lekesi’nde iç dünyasında da yalnız, sıkışmış, 70 yaşlarında bir müzisyenin mesleki kaygılarının yoğunlaştığı bir dönemde aşk ilişkisini de oturtamadığını görüyoruz. Bu filmi yapma amacım günümüzün belki de en temel sorunlarından biri olan derin yalnızlığa vurgu yapmaktı. Ruhun Lekesi’nde ilerleyen yaşında yalnızlığı yaşayan Taylan ile ilk filmimizdeki Karla’nın kendi dünyasında yaşadığı yalnızlık çok benzer; bence günümüzde dijitalleşmenin beraberinde getirdiği çağın salgını… Her iki filmde de varoluş sancıları çeken farklı iki karakter görüyoruz.
Hikayenizin ne kadarını anlatabildiniz, kendinizi en çok hangi noktada şanslı hissettiniz?
Aslında çok şanslıyım; çok genç ve istekli bir ekiple çalışıyorum. Hikayelerimizi anlatabildiğimizi düşünüyorum. Düşük bir bütçeye rağmen güçlü çalışma arzumuz bizi hep motive etti. Her filmin her projenin sonunda keşkeler, bahaneler çoktur. Ama ben iyi ki bu ekiplerle ve oyuncularla çalışmışım diyorum. İlk uzun metraj filmim içinde aynı durum geçerli. Hepsi son derece özverili ve sahiplenerek yanımda yer almayı sürdürdüler; bu benim için en değerlisi…
Siz aynı zamanda bir akademisyensiniz, akademisyen kimliğiniz sinema yaparken sizi nasıl etkiliyor?
Uygulamaya dayalı dersler veren; görüntü estetiği kuramları çalışan bir akademisyenim. Ekibimde yer alan diğer değerli akademisyenlerin de çalışmaları benzer alanlarda. Bu durum doğal olarak yaptığımız veya yapacağımız işlerde beklentiyi yükseltiyor; ancak bir film çekerken tüm şartların oluşması ve sürecin yönetiminde çok sayıda sorunla karşılaşıyorsununuz. Hiç bir ticari kaygı gözetmeden sadece ve sadece ortaya güzel bir yapım çıkartabilme çabamız yeterli destek olmadığında sekteye uğrayabiliyor, doğal olarak eleştiri alabiliyorsunuz. Ancak yakın çalışma arkadaşlarımızla hep özeleştiri yaptığımızda hiç üretmemektense ortaya eserler çıkartabilmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bağımsız sinema hiç kolay değil hep söylediğim gibi “… çeken bilir…” Yoksa bizler de daha iyi bir ekipmanla, daha güçlü bir teknikle şartlar dahilinde film yapmayı biliyoruz. Tüm süreçlerde özgürlüğümüzün elimizden gitme tehlikesine karşı daha tedbirli ama ürkek olmadan çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kişisel olarak bağımsız sinema yapmaya, sinema kültürüne katkı sunmaya devam edeceğim.
İnsanın hiçbir ticari kaygı gözetmeden, üstüne kendi öz kaynaklarını da kullanarak bir film çekmesi ve en önemlisi de öğrencilerine gerçek bir set ortamı yaratarak pratik kazandırması hem cesurca hem de tutku dolu bir hareket. Hele özgürlüğünü kaybetmemek için hiçbir sponsor arayışına girmemek…
Filminiz hiç bir yerden destek almadan gerçekleştirdiniz? Sinema yapmak pahalı bir iş. Bu filmin koşullarını nasıl oluşturdunuz?
Yapımcı Cansu Özdenak: Sinema yapmanın pahalı olmasından öte ortaya bir eser çıkartabilmenin hazzı çok daha değerli. Yönetmenimiz filmi en başından beri gerek bütçesi gerekse de tüm yapım aşamaları açısından minimalist bir yaklaşımla planladı. Bu hem hikayenin minimalist olarak işlenmesine hem mekanların planlanmasına hem de tüm üretim sürecine büyük kolaylıklar sağladı. Oyuncularımızın ve yapım ekibimizin özverili; gönüllülük esasına dayalı çalışmaları sürecin son derece başarılı işleyebilmesine imkan verdi.
Filmin finalinde bir rolünüz var. Canlandırdığınız karakter neyi temsil ediyor ?
Finalindeki rolümü, hikayenin anlatısını, bilinçaltı bir akışa yönlendiren sahne olarak görüyorum. Sahnede beliren ve şarkısını söylemeye başlayan bir kadın. Sözlerini yazdığım ve seslendirdiğim “kar melekleri” isimli soundtrack aynı zamanda filmin repliği. Duygusu ise aynı anda hem melankoli hem yaşam sevinci…
Filmin görsel temsillerini inşa ederken nasıl bir süreç izlediniz? Görüntü yönetmeni ve yönetmen işbirliği nasıl gerçekleşti?
Görüntü Yönetmeni: Onur Akyol: Yönetmenimizin minimalist bakışı çerçevesinde sinematografimizi yaratmaya çalıştık, bu doğrultuda biçemimizi oluşturduk. Sektörel paydaşlarımızdan edindiğimiz 3 kamera ile sahnelerinin büyük bir bölümünü bu kameraların aynı anda kullanılmasıyla, çoğunlukla kameramanların özgür kadrajlarıyla, gerilla tarzı çalışarak çektik.
Sinematografik anlamda ortam aydınlatmanın ötesinde karakterin yaşadığı yalnızlığı, sıkışıklığı vermek için farklı aydınlatma teknikleri uyguladık. Rengi bu bağlamda kurguladık ve özellikle mavi rengi bu bağlamda değerlendirdik.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültemizin ekipman desteğiyle çektiğimiz filmimizde zaman zaman teknik olarak zorlansak da genel olarak sinematografisinden memnun olduğumuz bir film ortaya çıkardık. Hikayeye hizmet eden bir sinematografiyi sunabildik. Özellikle bu memnuniyeti fakültemizin öğrenci ve hocalarıyla işbirliği içerisinde yakalayabilmek bizim için son derece önemliydi. Yönetmenimiz her aşamada teknik ekibin yani öğrencilerinin önerilerini değerlendirdi, işbirliği ve uyum içerisinde bir film yapabilme olanağını bize sundu.
Oynadığınız karaktere nasıl hazırlandınız?
Galip Niya: Başrol Oyuncusu Ruhun Lekesi benim kamera önü ilk tecrübem; kendi adıma mutlu olduğum bir film; son derece keyif aldığım; heyecan duyduğum bir çalışma oldu; canlandırdığım Taylan 70 yaşlarında bir müzisyen; kendim de müzik ile ilgilendiğim; gitar çaldığım ve bestelerim olduğu için bu rolde zorlanmadım; yönetmenimizin doğaçlamaya yönelik oyunculuk tercihi ve oyuncuları zorlamadan kendi alanlarında serbest bırakması işimizi kolaylaştırdı. Bir ay süren çekimler sonrası kendimi zaman zaman Taylan’ın karakterine bürünmüş bir halde replikleri tekrarlarken buldum…