Berna Gençalp’in Kim Mihri belgeselini çekmeye başladığı andan itibaren ben de içimde aynı soruyu sormaya başladım. Sahi kimdi bu Mihri? Karşımıza gelen belgesel gerçekten de titiz ve arayış içinde olan bir belgeselcinin yolunu çok güzel takip ederek hepimizi birden Mihri’nin peşine düşürdü. Onun hayatı etkili bir hikaye, başarmanın , öncü olmanın bunun yanında gezmenin, keşfetmenin tüm damarları akıyor sanki bünyesinde! Mihri Müşfik’e ve bizi onunla buluşturan Berna’ya çok sevgiler…

Merhaba Berna. Öncelikle gönlün Mihri’ye nasıl düştü diye sormak isterim. Belgesel bir kararla başlıyor ama elinde Mihri’nin hayatına dair ne bulacağını bilmediğin bir yolculuk hali bu… Nasıl başladın, nasıl devam ettin ve nasıl bitti senin için bu süreç?

Banu, gönlüm nasıl düştü Mihri’ye sorusunun cevabı çok net; duyar duymaz. İstanbul Modern’deki Türk Resim Sanatı Tarihi dersinde Burcu Pelvanoğlu anlatırken o anda vuruldum. Anlattıklarını bir filmi dinler gibi dinledim, o filmi gördüm. Duygularımı o kadar net hatırlıyorum ki. Hatta İstanbul Modern’in eski binasındaki sinema salonundaydı ders, gündüz vakti. 2012 ya da 2013 yılı. Dönüp iki yanıma baktığımı hatırlıyorum. Diğerleri de aynı hissi yaşıyor mu diye… Dirsek atacak kadar yakın bir arkadaşım da yoktu o an yanımda. Koltukta kıpır kıpır oldum. Burcu anlatıyor; her cümle ayrı macera… Ders bitti, İstanbul Modern’in tavanında kitapların asılı olduğu koridorda Burcu’nun peşinden koştum; bir sürü soru vardı kafamda. Benim bu kadını tanımam gerek, diye düşündüm. Önce bir belgesel var mı izleyebileceğim diye sordum, çünkü zaten vardır diye düşündüm. Ama cevap olumsuzdu. Kitap, makale, röportaj, eserlerini görebileceğim bir müze, sergi ya da en azından bakabileceğim bir kataloğu var mı diye sordum. Cevap yine pek olumlu değildi. Kaynaklar çok kısıtlıydı. Eserlerin çoğu kayıptı, kayıp olmayanlar da ortada yoktu yani sergilenmiyordu. Ancak karma serigilerde denk gelirse tek tük. İnanamadım. Artık yazılı ne varsa buldum okudum. Onlar bitince dönemini, kadın hareketlerini, toplumsal ve siyasal gelişmeleri araştırmaya giriştim. O benim için çok geliştirici bir dönem oldu. Daha önce kurmaca senaryoları yazdığım için ilk hamlem kurmaca yazmak yönünde oldu. Ama sonra belgesele karar verdik. Bence bu çok doğru bir adım oldu, benim için de Mihri için de. Böyle başladı. Ve yine haklısın neyle karşılaşacağımdan emin değildim. Çünkü özellikle Mihri’nin Avrupa ve Amerika yılları yani ömrünün yarısı ve bir ressam olarak en verimli yılları, çok karanlıktaydı. Ama içgüdüsel olarak “Bu kadın kendini, yeteneğini ziyan ettirmez” diyordum. Bana göre belgeselin Avrupa ve Amerika yıllarını da kapsaması gerekiyordu. Bir süre kıvrandım. Kendi kendime araştırmalar yaptım ama çok ileri gidemedim. Belgesel olduğu için somut bilgilere ulaşmak gerekiyordu. O bilgilere ulaşmam filmde yer alan araştırmacılar üzerinden oldu ve yıllar aldı. Ama biz bir yandan da çekiyorduk. Senaryo danışmanı olarak bana yoldaşlık eden ve filmin içinde de yer alan Gülengül Altıntaş ile bana yol gösteren uzun konuşmalar yaptık. Yeni bilgiler geldikçe filmin yapısı ve kurgusu da yeniden şekilleniyordu. Şimdi film bitti. Artık benden çıktı. Kim Mihri sorusunun hakkını verdiğimizi düşünüyorum filmde. Ama hala Mihri ile ilgili merak ettiklerim var. Belgeseli izleyenlerin de olacaktır. Çünkü Mihri öyle biri, insanda merak uyandırıyor. Hakkında bilgi edindikçe daha fazlasını merak ediyorsunuz. Süreç o açıdan benim için bitmedi. Hala tetikte, yeni bulgulara ulaşılmasını bekliyorum. Ayrıca kurmacası için çalışıyorum.

Neden bu kadar az bilgi mevcut Mihri Müşfik hakkında acaba? Çoğunlukla yurt dışında olduğu ve orada öldüğü için mi acaba? Sen nasıl bir sonuca vardın bu konuda?

Öncelikle Mihri kendinden Mihri Müşfik olarak bahsetmiyor. Amerika döneminde bir resminde Rasim imzasını kullandığını gördüm. Avrupa ve Amerika’da hakkında çıkan haberlerde ve resmi belgelerde Mihri Hanım, Mihri Rasim (Paşa) ya da Prenses Mihri isimleri kullanılıyor. Müşfik bey Mihri’nin genç yaşta yaptığı evlilikteki eşinin adı ve o tarihte daha soyadı kanunu da çıkmamış. Belgeselin fikrini şekillendirdiğim ilk yıllarda elimizde Burcu Pelvanoğlu’nun yazdığı çok değerli Hale Asaf monografisi vardı ve bu kitapta Mihri ile ilgili bir bölüm vardı. Hale Asaf da erken Cumhuriyet dönemindeki önemli ressamlarımızdan. Mihri onun teyzesi olduğu için ve öncesinde Mihri, İnas Mektebi’nin kurulmasına önayak olduğu için bu eserde Mihri’ye önemli bir yer ayrılmıştı. Ancak bu iki sanatçının hayatlarının kesişmediği noktalarda doğal olarak artık Mihri’ye dair bilgi yoktu. Serbest araştırmacı Mahinur Tuna ise Mihri’nin Abhaz olan ailesini ele almış, 2000’li yılların başında hayatta olan yakınlarını bulup konuşmuş, çok değerli bilgiler derlemiş. Ayrıca Mihri ile aynı dönemde yaşamış kişilerin yazdığı bazı anı kitaplarında ve o kişilerle yapılan bazı söyleşilerde de yer yer Mihri’den bahsediliyordu ama anekdot seviyesinde. İnas Mektebi üzerine yapılan araştırmalarda da Mihri’den bahis geçiyordu ama başlı başına, ayrıntılı bir Mihri araştırması henüz yoktu. Şimdi ise durum farklı. Belgeselde de uzman danışman olarak yer alan ve değerli araştırmasını bizimle paylaşan Özlem Gülin Dağoğlu, Mihri üzerine yazdığı kapsamlı doktora tezini filmin yapımı sürerken tamamladı, şu an tezini kitaplaştırmakla meşgul. Seneye bu kitaba kavuşacağımızı umuyorum. Mihri’nin yurt dışında yaşadığı yıllar buradakilerin onun izini kaybetmesine neden olmuş olabilir, farklı dillerde araştırma yapmak herkesin harcı olmamış olabilir ama buradan hiç ayrılmamış, tüm eserleri ortalıkta olan, hayatına dair kayıtlara ulaşılabilen sanatçı kadınların kaçını tanıyoruz? Onların hepsi sanat tarihi anlatımlarında hak ettikleri yerdeler mi? Değiller. Sanatçı kadınların durumu tüm ülkelerde aynı. Merak edenler bu konuda çok vurucu işler yapan Guerrilla Girls’e bakabilir. Demek ki Mihri açısından sorun sadece ülke değiştirmekten kaynaklanmıyor. Sanat tarihi tüm dünyada, pek çok diğer alan gibi kadınsız yazılıyor ve bu anlatıma insanlar inanıyorlar. O kapıları zorlamamız gerek. Daha keşfedeceğimiz çok kadın ve çok hikaye var. Tarihin bize sadece savaşlar ve zaferler üzerinden anlatılması da bir başka sorun. Asker ve politikacı olmayan insanlar ne yaşıyor, toplumlar ne yaşıyor buna daha çok bakmamız lazım.

Belgeselde Mihri Müşfik’e dair ironik bir tavır da takınıyorsunuz, mesela o şimdi ne yapardı, nasıl tepki verirdi diye. Hatta yurt dışında yaptığı bir evlilikte yaşını küçülttüğüne dair imalar da var. Mihri Müşfik döneminin aykırı kişiliklerinden o belli, ben ona ulaştıkça neler hissettiğinizi merak ettim, ettirdi daha doğrusu anlatımınız?

Yaş küçültme meselesi ima değil, o gerçek. Mihri’nin yaşadığı tüm ülkelerin arşivlerinde çok kapsamlı bir araştırma yürütmüş olan Sanat Tarihçisi Özlem Gülin Dağoğlu’nun dikkatinden kaçmamış bir küçük ayrıntı. Filmde de bir resmi evrakta örneğine rastlıyoruz. Ben Mihri’nin hayatıyla ve sanatıyla bir değer yarattığını düşünüyorum. Ama Mihri’yi insanüstü bir varlık olarak görmüyorum. Bugün yaşamasa da, ondan kendi aramızda bir arkadaşımızmış gibi bahsetmemiz, biraz da çekiştirmemiz, işin doğal bir yönü. Mihri’ye dair yeni bilgiler geldikçe coşku içinde birbirimizi aradığımız küçük bir grubumuz var. Aslında o anları çekebilsek çok şenlikli olurdu ama o kadar önceden planlanmamış anlardı ki… Ve o kadar uzun konuşabiliyoruz ki küçücük bir ayrıntı için, o konuşmalar başlı başına bir film olabilirdi. Özlem’in saat farkından dolayı gecenin bir körü “bak bak yine ne yapmış” diye aramaları, benim yine binlerce soru sormam. Telefonu kapatamamamız. Kapatsak da üstüne hala mesajlaşmamız… Selin Turan ile de aynı şekilde her bir ipucu üzerine fikir yürütmelerimiz. Kahkahalarımız, ahh’larımız, tühhh’lerimiz. Bunları çekmeye kamera dayanmazdı. Mihri sayesinde biz de birbirimizi bulduk.

Kendi resmini de yapan bir kadın, o anlamda da bir öncü diyebilir miyiz? Aslında fotoğrafın bulunduğu yıllar ama onun kendisini resmetmesi nasıl bir duyguya, varoluşa denk düşüyor?

Aslında bu sorunun cevabını sanat tarihçilerle, kültür tarihçileriyle, toplumsal tarih ve toplumsal cinsiyet çalışmaları yapanlarla tartışmak gerek. Sanat tarihine baktığımızda modellerin çoğunlukla kadın, bilinen ressamların ise çoğunlukla erkek olduğunu görüyoruz. Ben kestirmeden şöyle bir cevap verebilirim. Bugün bir kadın nasıl selfie’sini çekip instagrama koyuyorsa, bir kadın ressam da otoportresini temelde benzer bir güdüyle yapıyor olabilir; “Benim imgem benim istediğim, benim tercih ettiğim, benim belirlediğim şekilde kayda geçsin”. Selfie’den farkı ressam olan bir kadının bunu kendi mecrası yani resim sanatı ile yapıyor olması. Profesyonel ressam kadınlar için otoportreleri derin bir yüzleşmenin ifadesi de olabilir ya da bir tür kartvizit de olabilir. Çünkü otoportre aracılığıyla hem bir ressam olarak maharetini ortaya koyuyor hem de bir kadın olarak kendi imgesini kamusal alana çıkarmış oluyor. Varlığı tam da onun istediği şekilde somutlaşıyor. Otoportreler bizi o ressamın hayat hikayesinin içine de çekiyor. Sanat tarihinde ressam kadınların yapıp bıraktıkları çok ilginç otoportreler var. 17. yüzyılda yaşamış Artemisia Gentileschi’nin otoportresi hayat hikayesi ile birlikte düşündüğümde beni en çok duygulandıran otoportrelerden biri. Mihri’nin bir İtalyan gazetesine basılmış ve onunla yapılmış bir söyleşiye eşlik eden bir otoportresi var. Şu anda nerede olduğunu bilmediğimiz kayıp bir otoportre. O portre de en merak ettiğim eserlerinden biri. Filmde bu esere yer veriyoruz. Keşke film vesile olsa da o eseri ve diğer kayıp eserleri ortaya çıksa.

Sanırım yurt dışından ülkeye dönüyor ve kız öğrencilere eğitim veriyor, sonrasında tekrar dışarıya çıkıyor ve orada yaşamını tamamlıyor. Neden acaba oralarda var olmayı seçiyor, ülkenin şimdiki koşullarıyla kıyaslarsak kendini özgür kılmak isteyenlerin yolu uzaklara düşüyor sanki. Sen neler söylemek istersin?

Bence Mihri’ye deselerdi ki Mars’ta koloni kuruldu, boyasını fırçasını alıp oraya da giderdi. Bu biraz karakter meselesi ama düşüncene de hak veriyorum. Tarihin çok fırtınalı dönemlerinde Mihri devamlı kendine yeni alanlar açmaya çalışıyor. Gittiği yerlerde de onu bekleyen dikensiz gül bahçesi değil. Her ülkede ressam olarak kendini kabul ettirmesi lazım. Ve bunu bir kadın ve bir göçmen olarak yapacak. Bu, ne onun gününde ne de bugün kolay değil.

Bu hayat hikayesinden bir kurmaca film çıkar mıydı? Kurmacaya göz kırptığın yerler de var ufacık da olsa. Feride Çetin’in adımlarıyla az da olsa onu ete kemiğe büründürmek istemiş gibisin? Belgesel daha mı uygundu?

Aslında ben de önce kurmaca düşünmüştüm. Ve bir kurmaca Mihri senaryosu da yazdım. 2015 yılında Berat İlk ile katıldığımız Uçan Süpürge’de Mihri Yolda isimli uzun metraj kurmaca senaryo projem ödül aldı. Ancak Mihri’yi kimse tanımıyordu. Sanatçılar ve sanat tarihçiler arasında bile tanıyanlar çok azdı. O nedenle kurmacadan önce belgesel yapmanın doğru olacağını düşündük. Aynı yıl yine Berat İlk ile katıldığım IF İstanbul Bir Yaratıcı Yapım Atölyesi ve Pitching Platformu’nda Kim Mihri kısa belgesel projesi ile finalist olduk. Sonra uzun metraj belgesel olarak projeyi yeniden şekillendirdik. 2016 yılında Yunanistan’da gerçekleşen Animasyros Festivali’nde projenin ilk uluslararası sunumunu yaptık ve çok güzel geri dönüşler aldık. Bu dönemde projenin yapımcıları arasına Yonca Ertürk de katıldı. Belgeselde konunun uzmanları, somut bulgularla Mihri’yi anlatıyor. Önce kurmaca filmini yapsaydık belki “feminist sinemacı kızın fantezisi” sanacaklardı. Ama değil. Mihri gerçek. Önce bu bilinsin. Artık kurmacasını yapabiliriz. Filmdeki animasyon bölümlerin ise benim için anlamı büyük. Mihri Yolda’nın senaryosunu yazarken bu animasyon bölümleri tasarlamıştım. Belgesel senaryosuna da o bölümleri aktardım. Uzmanların anlatımları arasına Berat İlk’in animasyon yönetmenliğini yaptığı karışık teknikle üretilmiş animasyonları yerleştirdik. İzleyenler görecekler, ben belgesel boyunca sorularımı soruyorum, Mihri ile ilgili hüküm veren cümleler pek kurmuyorum. Eleni Lomvardou’nun harika müziklerinin eşlik ettiği animasyon bölümler, kelimelere ihtiyaç duymadan, soyut bir anlatımla benim Mihri’yi nasıl gördüğümü yansıtıyor. Feride Çetin’in de Mihri’ye çok yakıştığını düşünüyorum.

Araştırmaların son ana kadar devam etmiş gibi, onu araştıran kadınların, konuştuğun kadınların Mihri ile benzer yanları var mı sence? Kendin de dahil.. J

Hepimizin var. Ama benzemediğimiz yönler de vardır. Benzemenin ötesinde filmin içindeki tüm kadınların Mihri’yi, verdiği zorlu mücadeleyi anlayabildiğini düşünüyorum. Bu duyguyu izleyicilere geçirebiliyorsak ne ala.

Mihri’yi bilenlerin ülkesi olsaydık, neler değişirdi sence?

Ne içinde yaşadığımız toplum ne de Mihri’nin içinde yaşadığı diğer coğrafyalardaki toplumlar Mihri gibi kadınları layıkıyla tanıyor değil. Bu noktaya gelmek zaman alacak. Emek verilmesi gerekiyor. Her adımda güçleneceğiz. Dünya da sadece kadınlar için değil, herkes için daha yaşanır, daha adil bir yer olacak.

Bundan sonra benzer şekilde belgesel çalışmaların devam edecek mi, iyi bir başlangıç oldu, devamı gelir diye umut ediyorum…

Evet hem belgesel hem de kurmaca çalışmalarım var. Zaman zaman ders de veriyorum, kimi projelerde danışmanlık da yapıyorum. Film yaparak, sinema için emek vererek yaşlanmak istiyorum. Sinemanın çok güçlü bir anlatım aracı olduğunu düşünüyorum. Sinema kendinden önce var olmuş tüm sanat dallarından resimden, heykelden, tiyatrodan, müzikten beslenen; çeşitli yaratıcı alanlardan yetenekli insanlarla iş birliği gerektiren bir alan. Fikir, projelendirme, finans, çekim, kurgu, dağıtım gibi tüm aşamalarında yaratıcı çözümler üretmek gerekiyor. Film yapmak hiç kolay değil ama ne kadar zorlu da olsa tüm süreci ve sonuçta ortaya film gibi kalıcı bir eser çıkarmayı çok heyecan verici buluyorum ve önemsiyorum.

Son olarak eklemek istediklerin var mı?

Bir fikrin filme dönüşmesi için ilk adım sağlam bir ekip kurabilmek. Bu fikrin filme dönüşmesi gerektiğine ilk inananlar yapımcılarımız Berat İlk ve Yonca Ertürk oldu. Daha sonra pek çok kurum ve kişi de destek oldu. Uzun ve zorlu bir yolun sonunda film ortaya çıktı. Şimdi tüm çabamız filmimizi seyirci ile buluşturmak için. Kim Mihri belgeseli 33. Ankara Film Festivali’nin ulusal belgesel yarışma kapsamında 5 Kasım’da, ardından yine Kasım ayında 22. Eskişehir Film Festivali’nde izleyici ile buluşacak. İstanbul’da ne zaman, nerede izlenebilir soruları geliyor etraftan ve sosyal medyadan. Bunun için ilgilenenlerin sosyal medyamızı takip etmelerini öneririm. Duyurularımızı oradan yapacağız. Bu arada Ressam Mihri’yi merak edenler yeniden açılan ve bir daha hiç kapanmamasını dilediğim İstanbul Resim Heykel Müzesi’ndeki İnas Salonu’nu (107 numaralı oda) ziyaret edebilirler. Bu salonda Mihri ile birlikte İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin yani 1914 yılında kız öğrenciler için açılan güzel sanatlar okulu öğrencilerinin eserleri var. Nihayet dünya gözüyle tüm bu eserleri görebiliyoruz. Keşke kollarım bir çizgi film karakteri gibi uzasa ve o odaya sarılabilsem. Ve son olarak, Banu, bağımsız bir yapım olan Kim Mihri belgeseline yer ayırdığın, vakit ayırıp filmi izlediğin için, sorularınla filmi Cinedergi okuyucularının dikkatine sunduğun için sana çok teşekkür ediyorum.

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.