Geçen yıl ilki pandemiden dolayı ufak çaplı olarak yapılan Film ve Müzik Festivali’ni bu yıl yerinde ziyaret ettik. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin desteklediği Vecdi Sayar’ın genel direktörlüğünde yapılan festival, sinema müzik ilişkisine dair güzel örnekler barındıran, filmlerin beste ve besteci yönlerine ağırlık veren bir programdan oluşuyordu. Şimdiden gelecek yılın programının çalışmalarına başladıklarını belirten Vecdi Sayar’la dolu dolu bir röportaj yaptık. Birçok festivalin yapılmasında, ortaya çıkmasında ön ayak olan Sayar’ı festival alanında, yani sahada çokça gördük. Tony Gatlif’i onun çevirisiyle bir kez daha sevdik, moderasyonlarda da kendisiyle karşılaştık. Yani festivale gerçekten de ne denli önem verdiğine, aksaklık olmaması için çabaladığına tanıklık ettik.
Müzik gerçekten de filmlerin ruhuna etki eden ana unsurlardan biri. Bunu vurgulayan bir festivalin hele de İzmir’de yapılıyor olması bana gerçekten de çok anlamlı geldi. Çünkü İzmir kültür sanat adına daha fazlasını hak ediyor, özellikle de sinema anlamında. İzmir’in bir sorunu da büyük bir sinema salonunun bulunmayışı, belediyenin bu konuyu ele alacağına dair duyumları bizzat Tunç Soyer’ın ağzından duyduk, memnun olduk. İzmirliler Film ve Müzik festivalini sahiplenmiş görünüyordu henüz ikinci yılında. Eski yönetmenler, besteciler, yeni yönetmenler, diziler her şey müziğe çıkıyordu, o yüzden kulaklarımızın pası silindi diyebiliriz bir anlamda. Umarım uzun ömürlü olur ve İzmir’de devam eden tematik, güzel festivallerden birisi olmayı başarır…
Festival fikri nasıl şekillendi? İkinci yılınızdasınız nasıl bir duyguyla yola çıkıldı?
Biliyorsunuz ki Türkiye’de birçok festivali başlattım. Başta İstanbul Film Festivali ilk film haftasıyla başlayıp devam ettik. Sanıyorum 12 yılım İstanbul Film Festivali’nde geçti. Fakat o süreç içinde tabii dünyadaki festivallerin çok büyük bir bölümünü tanıdım. Benim hoşuma giden daha küçük çaplı ve tematik festivallerdi. Cannes’a sürekli gittik ama gittiğim küçük festivallerde daha mutlu oluyordum. Böyle şeyler Türkiye’de hele o yıllarda hiç yoktu. İKSV’den ayrıldıktan sonra hemen ertesi yıl TÜRSAK’ı yaklaşık 100 kişiyle birlikte kurduk ve orada da hemen bir tematik festivaller dizisi başlattık. Önce Bodrumda Çevre Filmleri Festivali bir yıl sonra Sinema Tarih Buluşması tamamen tarihe odaklanan bir festival, sonra Eskişehir’de Beyaz Perdenin Ardındaki Kentler. Yani kent sinema ilişkisi üzerine. Dolayısıyla hep kafamda acaba neler yapabiliriz diye ve müzik üzerine bir festival fikri epey zamandır vardı. Tabii birkaç tematik festival daha var. Mesela İşçi Filmleri Festivali, Çevre filmleri gibi birkaç tane var daha çok kısa film üzerinde odaklanan ama daha da fazla olabilir diye düşünüyorum. Müzik sinema ilişkisinin İzmir’e çok yakıştığını düşünüyorum. Ben aşağı yukarı altı yıla yakın bir zamandır İzmir’deyim. Bizde baba tarafından da bir İzmirlilik var zaten. Bergamalı idi babam. Dolayısıyla geldim rastlantılar sonucu Urla’ya yerleştim. Geldiğim sene bir önceki başkana hemen bu festival fikrini anlattım çok sıcak bakmadı. Tunç Başkan göreve gelir gelmez, zaten daha önce Seferihisar’dayken hatta daha da önceden tanışıyoruz, festivali başlatalım dedi. Ve tam biz karar verdik pandemi başladı ama pandemi içinde yapılabilen tek festival oldu zannediyorum. Çokta komikti gece sokağa çıkma yasağı vardı geçen yıl temmuz ayında ve bir örnek daha galiba Ankara’da Uçan Süpürge yapılıyordu onlarla konuştuk vilayetten özel izin alıyoruz dediler. Bizimde açık hava sinemaları için geceleri onlar ağırlıktaydı ve vilayetteydi ikna ettik. Kültür Bakanlığına gittik, Sinema Daire Başkanı çok pozitif olumlu katkılar yaptı bakanla konuştu. Ve hakikaten elinde sinema bileti olan (ücretsiz bilet) sokağa çıkma yasağı sırasında izinliydi böyle yapabildik. Yani geçen yıl zor koşullarda başladık ve ikinci yıl daha iyi olduğunu görüyorum özellikle kentle ilişki kurmak anlamında. Çünkü geçen yılın koşullarında tanıtım açısından biraz zayıftık yani kentli daha duyamamıştı festivali. Bu sefer böyle bir durum yok çünkü hakikaten yolların üzerindeki ışıklı ekranlarda bile var ve insanlar artık bu festivali biliyor.
Evet, program baya geniş aslında 120 film var değil mi?
120 film var 100 uzun metraj. İzmir’in 100’üncü yılı bu yıl yüzle birazda onu vurgulamak istedim. 100 uzun metraj tabii bilirsiniz zordur 100’ü tutturduk. 10 belgesel 10 kısa metraj var.
Filmlerin müzikle aralarında nasıl bir bağ var?
İki tür bağ var ya bir müzik teması yani bir müzisyenin hayatı, bir müzik gurubunun, bir orkestra şefinin ya da bir müzik starının üzerine filmler. Kimisi belgesel, kimisi kurmaca, kimi biyografik film, kimi daha özgün bir anlatım ama hep müzisyenlerin dünyası etrafında filmler. Bir diğer boyutsa film müziğini vurgulamak. Türkiye’de buna çok ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Diğer festivallerimizde ben bestecilerin pek davet edildiğini bile görmedim. Burada bestecileri mutlaka yönetmenle birlikte istiyoruz buda tabii müzik insanlarını çok mutlu ediyor özgün tarafı bu. Yarışmada tabii tematik bir zorunluluk getirmek mümkün değil yani geçen yıl iki tane müzik üstüne film yapıldı onlarda ticari filmlerdi daha çok. Dolayısıyla ilk yıldan bunu bildiğimiz için ısrarcı olmadık. Türk Sinemasında böyle müzik filmi yapan çok yönetmen yok. Şarkılı film çok yapıldı ama o başka bir tür. Nitekim bizim festivalde müzikaller diye de ayrı bir bölüm yapıyoruz onların müzikle ilişkisi çok önemli ama film müziğini vurgulamak için ulusal yarışmada mutlaka özgün müziğe sahip olan filmleri seçiyoruz. Mesela geçen yıl biliyorsunuz kalburüstü 15 film vardı bu 15 film içinde özgün müziği olmayan filmlerin yönetmenleriyle konuştum. Dedim ki filmini beğendim ama İzmir’e alamam çünkü özgün müziği yok dedim. Ve birde bizim başlattığımız bu yıl ikincisini yapacağız umarım Akdeniz Sinemaları Buluşması var o da bir başka tematik festival. Orada bir konu sınırlaması yok ama sadece Akdeniz ülkelerinin sinemacıları var, mesela yapımcıları dağıtımcıları da bir araya getireceğiz. Geçen yıl bir toplantılar dizisi yaptık 3 günlük. Sonra da bir hafta içinde Akdeniz Sinemasının yeni örneklerini gösterdik hatta orada da Akdeniz’in Ustaları gibi bir bölüm yapacağım bu sefer.
Bütün hedefimiz İzmir’deki sinema kültürünü geliştirmek. Çünkü İstanbul SİNEMATEK ile başladı film festivaliyle devam etti ve baya bir seyirci kitlesi oluştu. Bunu talep ediyorlar artık, çok duyulmasına da gerek yok zaten bekliyorlar. O zamanlar aynı yıllarda paralel olarak TRT 2’yi düşünün yani benim Atila’nın (Dorsay) yaptığı programlarla da ciddi bir kitle. E, şimdiki kuşak böyle yetişmiyor bunların hiçbiri yok hele İzmir’de. Şimdi birde İstanbul’da Kadıköy SİNEMATEK eklendi bu da çok önemli. Bunların hiçbiri olmadığı için festivale büyük bir misyon düşüyor. Yani önce seyirciyi yetiştirmek lazım o yüzden de programı yaparken müzikten hareket ederek de olsa ustaları tanıtıyoruz. Mesela ‘Anılarına’ bölümünde geçen yıl Atila Özdemiroğlu, Timur Selçuk’u andık onların filmlerini gösterdik ama tabii en iyi filmler deyince Atıf Yılmaz’lar, Ömer Kavur’lar vesaire geliyor. Bu senede Metin Bükey evet belki çok büyük bir özgün besteci değil ama 200’ün üzerinde filmde imzası olan ve o zamanın koşullarında birkaç gün içinde filme müzik ayarlayan kişi. Daha çok belki Müzik Direktörü demek lazım. Hatta Necip Sarıca söyleşisinde birlikte yaptıklarını söylüyor. O da stüdyo sahibi olarak şuna şöyle müzik koyalım, buna böyle müzik koyalım diyor daha çok döşeme müzik diye tabir edilen bir müzik. O anlamda bir usta aslında Türk müziğinden geliyor kendi de icra ediyor, ut çalıyor. Yani bizim kültürümüze has bir şey ama Vesikalı Yârim gibi, Baba ve Acı gibi, Sevmek Zamanı gibi çok önemli filmlerimizin müziğinde de bu büyük usta yönetmenlerimiz onunla çalışmışlar. Özgün müzik olayı Türk Sinemasında Muhsin Ertuğrul döneminde başlıyor. Çok iddialı bir şekilde bizim büyük bestecilerimize ısmarlama yapıyorlar, orkestralarla çalınıyor ama sonra bakıyorlar ki bu iş pahalı. Birde mesela önümüzdeki yıl Nedim Otyam yapacak adamcağız müthiş bir çaba göstermiş. Dolayısıyla müzik sinema ilişkisinde bizim sinemamızda çok ciddi bir gerileme var ve bu biraz yönetmenleri, yapımcıları motive edecek gibi gözüküyor.
Bu festival sizce nasıl geçiyor, geçti?
Geçen yıla oranla yüzde 200 her anlamda tanıtımıyla, seyirci katılımıyla çok daha ileride. Zaten geçen yıl ilk yıl olmasına rağmen 86 film gösterdik bu yılda 120’ye çıktık tabii ki bu maksimum. Ben İzmir için 200 filme gerek yok diye düşünüyorum belki 100 civarında olabilir çünkü İstanbul’da da hep duymuşumdur çok film var hep kaçırıyoruz diye. Ama şu dengeyi sağlamamız lazım yerli ve yabancı sinema, ustalar ve gençler tüm bunları yapmak gerekiyor. Tabii ki uluslararası adımız ve filmlerin yarıdan çoğu yabancı. Tabii ki burada vizyona girmiş, ama malum sanat sineması, küçücük başka sinema bir hafta göstermiş hiç kimseye de ulaşamamış filmler olduğu için ben böyle bir festivalcilik oynamak istemiyorum. Yani benim filmlerimin hepsi bakir o çok kolay yani bilinmeyen yabancı bir festivalde gösterilen yeni filmleri alırsınız bakın hepsi taze benim için seyirci burada iyi filmleri görmeli. Hatta bakıyorum eleştirmen arkadaşların bile aralarında görmediği bir sürü film var çünkü bir yılda ne kadar çok film giriyor kimsenin hepsini görmesi mümkün değil seyirci öyle bir filmin varlığından zaten haberdar değil. Burada mesela Prova’yı gösteriyoruz Prova çok önemli bir film çünkü Yunan cuntasının gençler üzerindeki şiddetini gösteren Jules Dassin’in yönetmen olarak Melina Mercouri’nin, Teodorakis’in oyuncu olarak Arthur Miller’in Yunan cuntasına karşı uluslararası dayanışmanın ürünü bir film ve müzikal bir film şarkılarla da destekleniyor bu hikâye. E tabii Teodarakis’i geçen yıl kaybettik onu anmadan olmazdı ustalardan biri o artık program kesinleşmişti Vangelis’i de kaybettik. Onu artık programa bu sene katmak mümkün değil. Ama seneye mutlaka Vangelis düşünüyoruz. Uluslararası bir yarışma tabii düşünüyoruz ama bu bütçe açısından tabii çok ciddi fark ettiriyor. Ortada hiçbir yerde gösterilmemiş bir film olması önemli yarışma için ve önümüzdeki yılı hedefliyoruz. Türkiye’nin konjonktürü ile çok alakalı. Ekonomik durum, siyasi durum belirleyici hatta festival tarihi bile önemli yani biz haziran iki yıldır hazıran ortasında yapıyoruz. Haziran ortası seçim var deniyor, onun için öne kaymak gerekir, o da Cannes ile çakışır. Muhtemelen bir yıllığına yaz moduna geçme gibi bir durum var.
İzmir film festivalleri açısından biraz şanssız gibi…
Söylemem gereken bir şey var İzmir’inde bir festival serüveni var ve orada Oğuz Makal’ın çok ciddi bir katkısı var. 9 Eylül Üniversitesinde hocayken belki de asistanlığında başladı bilemiyorum İzmir Uluslararası Film Festivalini başlatıyor. Ve görüyorum daha mütevazı boyutlarda ama güzel programlar yapılmış. Ne yazık ki on yıl sonra Oğuz İstanbul’a gidiyor okuldan ayrılıyor festivali sürdüremiyorlar. Ama hani orada genç başka akademisyenler var hatta bir yıl zorluyorlar yapıyorlar ama destek yok üniversite zaten bunu yapabilecek bir güç değildi o yürümüyor. Ve ne yazık ki üniversitenin başlattığı festival İzmir Uluslararası Film Festivali resmen çalındı. Burada bir meslek birliğinin yaptığı festival vardı. Biz vizyon filmleri festivali yapıyoruz dendi. Şimdi yapılmıyor, zaten olmayan sanal bir festivaldi. Başka festivaller de var, bakanlık desteği almak için yapılan.
Bu yıl kimler vardı, gelecek yıl neler bekliyor sinemaseverleri…
Çalışmalar şimdiden başladı. Önemli yönetmenlerin birlikte çalıştığı besteciler üzerine gitmeye çalışıyoruz. Mesela Fellini’nin Nina Rota. Bu yıl onun filmlerinden üç örnek gösteriyoruz. Theodorakis. Orada daha bir çeşitlilik var, çünkü Baba’yı da yaptı, Yunan Sineması’nda Costa Gavras’la da yaptı. Ustalara Saygı’da Carlos Saura’yı getiremedik çünkü çok yaşlı. Nosferatu’nun da yüzüncü yılı. Ona da güzel bir konser yaptık. Çok iyi bir grup, caz eşliğinde çok etkili bir gösterim oldu. Bu minvalde olacak gelecek yılın programı da, sürprizleri bol bit program olacak yine…
Seyirci ilgisi nasıl peki?
Şimdi çok iyi. Mesela bir geminin üstü tamamen traşlanarak, çok geniş bir alan yaratıldı. Aynı anda 300 kişi izleyebiliyor. Dün gece fotoğraflar geldi, Göztepe’de çok dolu. Bir de Kültürpark’ta yapıyoruz. Yarışma filmleri hep dolu geçiyor. Fakat İzmir’in temel sorunu bir salonu yok. Yani şöyle 300 kişiye bir anda izletecek salonu yok. AVM salonları da küçük. Büyükşehir belediyesi şimdi çok iyi bir tiyatro salonu kazandırdı. Şehir tiyatroları için, o salon revize edildi. İzmir Sanat var ama o da 200 küsur kişilik. Oraya almayı düşündük ama teknik sorunlar var. Çözülemedi henüz. Umarım seneye en azından İzmir Sanat’ı düzelterek programa alabiliriz. Yeni bir salon yapması gerek artık belediyenin.