Cahit Şahin Yalçın’la Uluç Bayraktar imzalı 9.75 filmindeki rolüyle tanıştım. Kendisi henüz karşımıza çıkmamış birkaç filmde daha yer almış. Kendisiyle rol aldığı filmleri, sinemaya, rollerine bakış açısını ve günümüz dünyasında sanatın işlevini konuştuk…
Merhaba bize biraz kendinden bahseder misiniz?
Merhabalar, Cahit Şahin Yalçın ben ama günlük yaşantımda Şahin’i tercih ederim. Sinemanın ve sanatın içinde kalmaya çalışan ve üretmeye çabalayan biriyim. Sanatın birçok alanında okumalar yapıp kendimi geliştirmeye çalıştım ve hâlâ da çalışıyorum. Çünkü bunun biraz iç içe geçmiş bir durum olduğunu düşünüyorum, bundan kastım sanat ile ilgili yorum yapabilmek ve konuşabilmek için her alanıyla ilgili bilgi sahibi olmak gerekiyor. Sanat dediğimiz şey bir halkalar bütünü gibi. Bunu kendi adıma, edebiyat, resim ve fotoğraf diye somutlaştırabilirim ve de çoğaltabilirim. Uzun bir süre önce kendini her şeyden soyutlayıp sadece aktörlüğe odaklanmış ve böyle devam etmiş biriydim ancak daha sonra başka alanlarda da faaliyet yürütmeye gayret gösterdim, üretmeye çabaladım ve emek verdim. Çalışmaya da devam ediyorum, gerek yazın alanında gerekse aktör olarak. Yazdığım şeyleri herkesle paylaşmak için doğru zamanı bekliyorum sadece ve sanırım kısa bir süre sonra basmayı düşünebilirim. Üretim konusunda biraz heyecanlı biriyim. Bir şeyler üretiyor olmak beni motive ediyor ve bu muazzam bir durum. Aksi takdirde gerek gözlemlediğim dünya ve kendi iç dünyam ile baş başa kaldığımda biraz çöküntü yaşayan biriyim. Yazdığım zaman başka dünyanın içinde var ediyorum kendimi ve oraya konumlandırıyorum. Bu durumdan sıyrılmayı buna borçluyum. Anlatmak istediğim şeyleri kendinden beslenerek yazıya dökmek ve yazdıkça bu bahsettiğim çöküntüden de sıyrılmak biraz hem kendinden kaçmak hem de kendinden beslenmek gibi çelişkili bir durum yaratıyor. Bu da sanat üretimi içinde yer alan bizlerin belirsizliklerinden biri sanırım.
Yurtsuz” ve “9.75” gibi sinema filmlerinde rol alıyorsun bizim bildiğimiz. Başka filmler var mı proje aşamasında. Yer aldığınız bu filmlerle buluşmanız nasıl oldu?
Son dönemde yer aldığım işler arasında Landless / Yurtsuz filmi var. Filmin başrolünde yer almak ve estetik kaygısı olan bir işin parçası olmak beni mutlu etti. Zor şartlar altında çalışıp sıkıntı bir dönemde filmi tamamladık. Filmimiz ilk olarak Amerika’da Cinequest Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı ve şu an uluslararası festivallerde dolaşmaya devam ediyor. Ödül aldığı bazı kategoriler ve festivaller oldu.
9.75 filminde karakış sahneleri olduğu için bir yılı aşkın bir süre devam eden bir proje oldu. Güzel bir projede yer aldım bunun için mutluyum. Uluç Bayraktar’ı sinemada da görebilmek mutluluk ve heyecan verici. Çektiği dizilerdeki kaliteyi ve başarıyı istikrarlı bir şekilde sinema alanında devam ettireceğine inanıyor ve ümit ediyorum.
Önümüzdeki aylarda başrolünde yer alacağım uluslararası bir sinema projesi var. Kanada’lı yönetmen Samiramis Kia ile yeni bir uzun metraj sinema filmi üzerinde çalışıyoruz. Güçlü bir senaryo ile karşıma çıkan Samiramis Kia’nin çekeceği bu filmi sabırsızlıkla bekliyorum, çünkü güçlü bir senaryosu olduğuna inanıyorum. İran asıllı bir yönetmen olan Samiramis, çok sevdiğim İran sinemasının ve edebiyatının içinde yoğrulan ve buradan beslenip bu yönünü çok güçlü kılmış biri. Bunun yanında Kanada’da sinema üzerine yaptığı çalışmalar ile teknik açıdan kendini ileriye taşımış bir yönetmen. Bu iki yönün harmanlanması açıkçası beni iyi bir iş yapacağımız konusunda motive ediyor ve heyecanlandırıyor. Daha önce çektiği ve yer aldığı işlerde de birçok uluslararası başarı elde etmiş, adından söz ettirmiş. Bu yeni senaryosu da Kanada’da bir çok önemli merci tarafından beğenilmiş ve desteklenmiş bir iş. Bunun dışında görüştüğümüz işler de var henüz kesinleşmediği için isim belirterek konuşmak doğru olmaz.
Bir de Rezan Yeşilbaş imzalı Köfteci filmi var galiba. O filmle ilgili sizden bilgi alabilir miyiz?
Rezan Yeşilbaş’ın bilinen ilk uzun metraj projesi Köfteci. Rezan Yeşilbaş zaten çektiği kısa film ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye alıp Türkiye’den Altın Palmiye alabilmiş üçüncü yönetmenimiz.
Böyle başarılı ve ne yaptığını iyi bilen yönetmenlerin olması güzel ve gurur verici. Filme gelecek olursak, gerçek bir hikayeden esinlenilmiş ve iyi işlenmiş bir senaryoya sahipti. Uçmayı hayal eden ve köfte satarak hayatını kazanan bir insanın hayallerinin peşinden gitmesi ve böylesi bir durumun toplum tarafından nasıl karşılandığına değinirken aslında çok daha başka pencereler açıp Türkiye’de bir çoğumuzun gördüğü ya da görüp normalleştirdiği, kanıksadığı noktaları irdeleyen, Diyarbakır’da yaşayan insanların sürekli dinamiği değişen bir şehirde neler yaşadığını ve bunun yanında toplum içindeki ikircikli insan profilleri gibi temel problemlere de değinerek yeni bir anlatım dili oluşturduğuna inandığım iyi bir Arthouse. Arthouse denildiğinde iyi yönetmenlerimiz var ancak sayı biraz az sanırım. Türkiye’de genellikle akmayan diyaloglar ve bazen izlerken sıkıldığımız filmler aklıma düşüyor ve bu durum çok üzücü. Rezan hocanın bu filmi sanırım Arthouse nedir bir kere daha düşünülmesine sebep olacaktır. Biz sette bunu tahayyül edebiliyorduk, setteki ruhun filme de yansıyacağını düşünüyorum. Festival sürecini tamamladıktan sonra izleyiciyle buluşacağını ümit ediyorum. İyi bir iş çıkardığımıza olan inancım tam.
“Yurtsuz” filmini henüz izleyemedik, belki bir festivalde karşımıza çıkar. Filmin konusunu ve rolünüzü biraz anlatmanızı istesem?
Yurtsuz filmi için iki sanatçının gözünden göç teması diyebiliriz özetleyecek olursak. Ben senarist, oyuncu, koreograf ve dramaturg olarak sanatsal faaliyetlerde bulunan birini canlandırıyorum, genel olarak sahne sanatları diyebiliriz. Filmdeki eşim ise ses sanatçısı, evlendikten sonra birlikte üst düzey işler yapmaya çalışıyoruz, bir ekip ile çalışıyoruz. Her şeyin güzel olduğu bir dönemdeyken, adını dahi anmak istemediğim radikal İslamcı bir örgüt tarafından bombalı saldırı yapılıyor bizim gösterilerimizden birinde. Kendimizi yollarda, hayatta kalmaya çalışan iki insan olarak buluyoruz. Sınırı geçip Avrupa’ya varmaya çalışan iki insanın birlikte seyahat ettiği insanlarla olan iletişimi, her milletten insanın bir arada olduğu bir topluluk ve her biri kendi milletini savunan bir pencereden bakıyor. Ancak hepsi bir arada ve ölümle yüz yüze, kurtulmaya çalışıyor. Biraz bu yönü ile bizlere bir şeyler anlatmaya çalışıyor film. Metaforik anlamda güçlü bir anlatıma sahip diyebilirim film için. Çok dilli bir proje. Türkçe, Arapça, Kürtçe, İngilizce ve hatta İsveççe’nin olduğu bir film. Değerli yönetmen Touraj Aslani ile çalışmak ve filminde başrolü oynamak benim için güzel bir deneyimdi. Touraj Aslani, İran sinemasının ve dünya sinemasının bilinen isimlerinden biri. Türkiye’de de bulunup görüntü yönetmeni olarak yer aldığı çok bilindik bir film de mevcut. Gergedan Mevsimi filmini bilirsiniz, Monica Belluci’nin başrolünde yer aldığı ve Türkiyeden de birçok tanıdık oyuncunun yer aldığı bir projeydi.
“9.75” hem kişisel hem de sosyolojik etkileri olan bir hikaye. Orada annesiz büyümüş bir genci canlandırıyorsunuz, oradaki rolünüzden bahseder misiniz?
9.75 filmi için şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bir Türkiye manzarası ve bizlere bir soru yönelten bir film. Küçüklüğü travmalarla dolu olan Ahmet’in kafasında bir yandan tümör büyürken bir yandan da Zinar’ı büyütüyor aslında. Zinar’ı öldürdüğü için kendini affedemeyip, yine kendisinin en büyük korkusu olan gömülemeden ölmeye kendini mahkum eden Ahmet’in hikayesi diyebiliriz 9.75 için. Filmi izledikten sonra hafif şaşkınlık yaşamadım dersem yalan olur. İlk olarak ele aldığımız halinden biraz farklı, ancak bu yönetmen tercihi, bu işler biraz böyledir. Benim asıl meselem Zinar ile ilgili aslında. Çok küçük yaşta özel bir tim tarafından operasyonda öldürülen bir çocuğun gençliğini canlandırdım ben, yani asla var olamamış biri.
Henüz çok küçük yaşlardan 20’li yaşlarına gelene dek o arada meçhul ve arafta bir dönemi silik olan bir genç nasıl seyreder dünyayı? Bunu tahayyül etmek bile bir başka azap. Çocukken koşturduğu ve oynadığı, hayallere daldığı, elinde bir avuç şekerle uçsuz bucaksız manzaralar içinde gezindiği yere 20’li yaşlarında tekrar geri dönüyor ve dedesine de kavuşuyor, tabi kavuşmak denirse buna. Aklıma düşen ilk soru bu. Zinar’a bütün bunlar nasıl bir duygu yaşatmakta, hangi yaşıyla bakmakta bulunduğu çevreye, kendisine, ailesine? Daha çok bunu düşünerek zaman geçirdim ve ete kemiğe büründürmeye, bir form oluşturmaya çalıştım Mehmet Eroğlu’nun yarattığı Zinar’ı.
Zinar’ın eksik bir çok duyguyu tüm benliğinde hissettiğine inanıyorum. Çünkü eksik diye niteleyebilirim Zinar’ı. Eksik kalmaya mahkum edilmiş, zorla elinden alınmış bir çocukluk, bir gençlik. Sanırım bunun üzerine biraz düşünmemiz gerekiyor. Öfkeyi de, hasreti de, dilediği gibi yaşayamamış olmayı da bağırıyor aslında Zinar ve hepimize bir soru soruyor aslında. Sosyolojik açıdan derinlikli bir konu ve sanırım çok kısa cümleler ile tarif etmek biraz zor. Savaş gerçekliğiyle yüzleşip, haklı/haksız mücadelesini bırakıp ne çocukların ne de yetişkinlerin bu gerçeklikten zarar görmediği, travmalar yaşamadığı bir dünyayı nasıl var edebiliriz bunun üzerine düşünmemiz gerekiyor tüm dünya için.
Hikaye geçmişe dönmeler, paralel akışlar içeriyor. Bir savaşın yarattığı ahrazın farklı dünyalarda yarattığı etkileri izliyoruz filmde. Rol aldığınız filmlerin olmazsa olmazı nedir, var mı kendi içinizde bir kriteri?
Evet 9.75 filmindeki bu flashback ve paralel akışlar bazen iç içe geçiyor ve bu, kafa karışıklığına, bazen bir ritme sahip olmasına, bazen de merak uyandırmasına sebep olan farklı bir yaklaşım. Uluç hocanın dizilerde de sık sık başvurduğu bir yol ve bunu gayet güzel çalıştırabiliyor. “Olmazsa olmazım şudur” gibi bir cümle söylersem biraz beylik bir cümle kurmuş olurum sanırım, bu yüzden biraz daha naif bir yerden yaklaşıyorum diyebilirim. Oynadığım karakterin bana bir alan bırakıp bırakmadığı ve bana bir şey kazandırması çok önemli. Kazançtan kastım daha önce deneyimlemediğim ya da bir karakter yaratım sürecine girebileceğim bir rol olması benim için çok daha önemli. Yaratım sürecini seviyorum.
Çalışmak istediğiniz yönetmenler var mı? Varsa kimler?
Uluslararası işlerde yer almayı daha çok istedim ve kariyerim de biraz öyle şekillendi. Ama Türkiye’de gerek dizi alanında gerek ana akım ve arthouse filmler yapan birçok yönetmen mevcut, bu durumdan gayet memnunum. Rezan Yeşilbaş, Emin Alper, Nuri Bilge Ceylan, Uluç Bayraktar, Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Onur Saylak, Tolga Karaçelik, Ketche, Cem Karcı gibi aklıma henüz gelmeyen bir çok isim daha sayabilirim. Bir de bir çok uluslararası yönetmen de var ama şu an aklıma gelen ya da uzun bir liste oluşturmadan Fatih Akın diyebilirim. Tabi onun dışında da var. Türkiye’de genç yönetmenlerle de son dönemlerde gerek yaptığı işler ve gerek hayata geçirmek istediği projeleri olan beğendiğim genç yönetmenler mevcut; Ömer Ferhat Özmen, Kasım Ördek, Soner Akalın gibi.
Bundan sonraki planlarınız nelerdir?
Bir aktör olarak iyi projelerde yer alıp aynı zamanda kendi yazdığım şeyleri bir noktaya taşıyabilmek, üretmeye devam edebilmek. Tek gayem bu.