İzmir’de 22 yıldır kesintisiz devam eden bir kısa film festivali var, artık bir marka değeri ve İzmir’e kattığı çok şey var! Bu sene festivalde olmak, İzmir’in güneşsiz havasından dolayı benim için çok İzmir havası olmasa da çok iyi geldi. Bütün kısa filmcilerin çağrıldığı, filmlerden sonra söyleşilerin yapıldığı ve şehrin farklı noktalarına dağılmış festival ruhunun akşam buluşmalarında birbirine aktarıldığı güzel bir festivali geride bıraktık.
Festivalin sembolü pembeli kedi şehrin çeşitli noktalarında karşımıza çıkıp yüzlerimizi güldürmeye devam etti. İzmir de kalabalık bir şehir, daha doğrusu kalabalıklaşmaya başlayan bir şehir demek daha doğru, ama yine de biz İstanbul’dan gelenler için daha sakin, huzurluydu. Hele de Karaca sinemasının hemen üstünde konakladığımız Karaca otelinin olduğu sokak. Palmiye ağaçlarının yolun iki yanına uzandığı, yolun bir yanını sahafların kapladığı güzel sokak. Karaca Sineması yarım aşırı devirmiş bir sinema, hatta Son Seans diye Yaşar Üniversitesi öğrencileri tarafından çekilmiş bir belgeseli de var. Kapısı sokağa açılan yani bir anlamda direnen sinemalardan…
2016 yılında bir süreliğine kapanan sinema işletmecisi Serdar Arslan tekrar sinemanın perdelerini filmle doldurmayı başardı. Geriye bir tek ilgili seyirci kalıyor. Bağımsız, AVM dışında var olmaya çalışan sinemaların yaşaması gerçekten de zor, seyircinin bu sinemaları gözü gibi koruması gerekiyor. Festivaller bu anlamda bağımsız salonların yaşaması için de itekleyici bir güç oluyor bazen, oraya yönlendirilen seyirci sinemanın kısa bir sürede olsa hareket yaşamasına sebep oluyor. Onun dışında Alsancak Havagazı Fabrikası, Buca’da bulunan Pembe Köşk ve festival direktörü Yusuf Saygı’nın bizi küçük bir turla gezdirirken Buca’nın farklı bir yanına tanıklık ettiğim o güzel anlar. Eski Rum evlerinin sokaklara kattığı gizem ve tanıklık hali…
Festivalde çevrimiçi gösterimler de vardı ve oradan da festivali takip eden hatrı sayılır bir kalabalık. Jürinin kararları da bir hayli isabetliydi. Kazanan filmleri daha önceden izlemiştim ve hepsi de bu senenin dikkat çeken kısaları içerisinde yer alıyor. Kurmacalar daha çok beden ve cinsiyet üzerinden dikkat çekerek queer sinemanın daha görünür olmasını sağladılar, animasyonlar yine çevrenin korunması yönünde mesajlar iletme sorumluluğundaydı. Belgeselde ise farklı dünyasıyla hepimizin yüreğine dokunan Seval’in hikayesi vardı…
Kısa filmcilerin memnuniyetini görmek bizleri de mutlu etti, yeni kısa filmcilerle tanışmak ise işin her zaman artısı… Kısa film teknik kalite olarak artıyor, hikayeler de o oranda çeşitlilik kazanmış durumda… Filmlerin ve festivallerin devam etmesi dileğiyle emeği geçenlere teşekkürler.