Aydın Orak imzalı Sabırsızlık Zamanı festivalleri dolaşmaya başladı. Boğaziçi Film Festivali’nden sonra Ankara Film Festivali’nde yarışacak. Site havuzuna girmeyi akıllarına koyan iki kardeşin mücadelesi, sevimlilikleri ve zekası filmde farklı bir atmosfer yaratıyor. Filmin yolculuğunu ve seyircide yarattığı izlenimi Aydın Orak’la konuştuk!

Hikâyenin çıkış noktasını ve nasıl şekillendiğini bizimle paylaşır mısın?

15 yıl önce bir arkadaşımı İstanbul’da yeni yapılan konutlarda ziyaret ederken, güvenliği olan, etrafı korunaklı yeni evler, üstü açık havuz vardı. Bana hemen yanı başlarındaki gecekondu mahallesinden gelen çocukların havuza girmeye çalıştığı ve güvenlik görevlisinin de çocukları her seferinde kovduğunu söyledi. İçim cız etti. Bu yıllarca zaman zaman aklıma geliyordu. Sonra bunu yazmaya karar verdim. Beş yıl önce senaryonun ilk hali çıktı. Türkiye’deki bütün fon vs. başvurduğumuz her yerden defalarca ret aldık. Kültür Bakanlığı projeyi üç kez ret etti. Gittiğimiz yapımcılar ilgilenmedi. Hatta ortak olmak isteyen bir yapımcı çekimden bir gün önce vazgeçti. Filmi çektikten sonra Kültür Bakanlığı post-prodiksiyon desteği verdi. Antalya Film Forum Work in Progress platformunun büyük ödülü ve dağıtım ödülü olmak üzere iki ödül aldık. İtalyan dağıtım şirketi filmin dünya haklarını satın aldı. Geçen hafta dünya prömiyerimizi Polonya’da Varşova Film Festivali’nde yarışma bölümünde yaptık. Yani kısacası 15 yıllık bu macerada gerek kamera önü gerek kamera arkasında çok değerli mücadele ve emekler var.

Filmde bir rahat bırakılmışlık hali var, doğallık… Sanki herkese bir kez anlatmışsın da sonrasında herkes kendi kendine oynuyor gibi… 😊

Evet. Bu soru filmin ilk halini izleyenden, jürilerden, Varşova Film Festivali’ndeki tüm gösterimlerden, Boğaziçi Film Festivali’nden, kısacası filmi izleyen herkes bu soruyu soruyor. Bu filmin dilini böyle kurdum. Herkes filmin tamamen doğaçlama olduğunu sanıyor. Evet. Tamamen doğaçlama çekilmiş gibi, her şey o an söylenmiş gibi olsun istiyordum. Kurgudaki camcutlar, kamera kullanımı, diyaloglar hepsini bu “rahat bırakılmışlık” hissini uyandırmak için yaptım. Ama bir itirafta bulunayım. Filmin nereydese yüzde 95’i senaryoda yazılanın aynısıdır. Yani filmin yüzde 5’i kadar doğaçlamadır. Bunu bir stil olarak tasarladım. Fakat oyunculara rahat bir alan bıraktığım da doğrudur. Sadece oyunculara değil, filmi oluşturan tüm parametrelere demokratik davrandım. Herkes kendi alanının yaratıcısıdır. İlk yorumu ve kendi alanlarına dair kreatif olma durumunu onlara bıraktım. Her filmimde yeni bir şeyler arıyorum. Bu filmimde de doğaçlama mı? Senaryosuz mu? Acaba! Hissi olsun istiyordum.

Çocuk oyuncular çok iyi. Sisteme dair bütün eleştirileri çocukların ağzından duymak hem biraz işleri kolaylaştırıyor hem de hikâyeyi yumuşatıyor. Buna rağmen cesur bir iş olduğunu düşündürtüyor. Bu konuda neler söylersin?

Evet çocuklar her şeyi söylüyorlar. Ortada bir havuz metaforu var. Bu havuz ana amaç gibi dururken aslında bir sınıf çatışmasının genel resimde olduğu anlaşılıyor. Demin söylediğiniz gibi, bunu rahat bir anlatımla, kara komedi unsurlarla, politik tartışmalarla anlattım. Sadece sisteme karşı eleştiri değil, toplumsal olarak da ayrışmalarımız ana merkezde duruyor. Kentsel dönüşüm bir sistem sorunuyken, yoksul varlıklı olma durumu toplumsal bir dengesizliktir.

Çocuk oyuncu seçimi ve yönetimi nasıl oldu?

Çocuklarla daha önce başka bir filmde çalışmıştım. Onlara koçluk yapmıştım. Çok iyi tanıyordum onları. İkiz olmalarına rağmen ikisinin ayrı karakterleri, yarı duyarlılıkları var. Biri daha duygusal, diğeri daha bıçkın. Senaryoyu onlara göre yazdım. Yani yüzlerce çocuk arasından seçip denemedim. Tanıdığım Mirza ve Mirhat’a diyalogları form olarak yükledim. Çocuklar aylarca senaryoyu çalıştılar, ezber yaptılar. Sonuçtan çok memnunum.

İki çocuğun her şeyden kopuk bir şekilde havuza kanalize olmaları, inatçı olmaları, sorunlarının ailelerine yansıtmadan kendilerinin çözmek istemelerinin altında yatan güç nedir, o da merak unsuru?

Filmin çoğunluğu otobiyografik. Yani o coğrafyada öyle bir çocukluğum oldu. Ben de o coğrafyada doğup büyüdüm ve öyle bir çocukluğum vardı. Yoksulduk ama mutsuz değildik.  Coğrafyadan kaynaklı 8-10 yaşlarında olsanız bile kendi sorunlarınızı kendiniz halletmeye çalışırsınız. Çok da büyüklerden bir şey istendiğini sanmıyorum. Zaten büyüklerin çizdiği, ördüğü sınırı, duvarı büyüklerden yıkmasını istemek filmin duruşu olarak da doğru değildi. Sabırsızlık Zamanı büyüklerin çizdiği sınırların, sabırsız çocuklar tarafından parçalanma metaforu-mücadelesinin filmidir.

Sabırsızlık Zamanı’nın Sonbahar filmiyle bir ilgisi var mı, onların afiş cümlesi olarak hatırlıyorum, ya da ismiyle müsemma durumu nedir filmin, bir de senin ağzından duyalım…

Yuri Trifonuv’un çok sevdiğim Sabırsızlık Zamanı eseri filmimizin isim babasıdır. Eserin içeriğiyle bir ilgisi yok. Sadece ismin çağrışımlarıyla ilgileniyorum. Bu isim bana 25 yıldır hep bir dinamizm, bir kıvılcım, bir mücadele hissi uyandırıyordu. Filmimizdeki dinamizm de bundan besleniyor. Film bir havuz etrafında dolanıyor. Ama asıl amaç havuz olmadığı için bu ismi koydum.

Kuş ölür sen uçuşu hatırla gibi bir sonlanış var filmde. Tüm o çaba, direnç ve sevimlilik gerçekten de unutulacak gibi değil! Sonuna dair neler söylersin?

Sonuna dair bir şey söylemesem iyi olur. Yoksa spoiler olur. Çocukların filmin ilk planında söyledikleri fabl türündeki türkü, filmin ilerleyen sahnelerde tekrar zaman zaman işitiyoruz ve finalde tekrar duyuyoruz. Aslında filmi baştan sona götüren ana akslardan biridir bu türkü. Çok altını çizmeden, tatlı tatlı ilerliyor.

Belgeselden sonra tekrar kurmaca çektin ve tarzının biraz değiştiğini görüyoruz bu filmde. Belgesel ve kurmaca ayrımın en keskin yanı senin için nedir?

Belgeselde var olanı değiştirmeden, kendi perspektifinden gördüklerini, görebildiklerini, belki görmek istediklerini perdeye yansıtıyorsun. Yaklaşımın, çekimin, kurgun, kullandığın müzikler senin dilini oluşturuyor. Yaşar Kemal Efsanesi bir belgeseldi. Asasız Musa biraz kurmaca, biraz belgesel, kafası çok da tanımlanamayan bir tür döküdrama denebilir. Sabırsızlık Zamanı ise tamamen kurmaca, bir imajdan yola çıkarak bir senaryo yazıp bir kurgu dünya yaratıyorsunuz. Şu ana kadar işlediğim konulara bir yaklaşımım söz konusu. Aslında her konu, hikâye kendi tarzını oluşturuyor. Kendi tarzımı bir hikayeye dayatmaktansa, o hikaye kendini nasıl anlatmak istiyor, nasıl anlatılmak istiyor, biçim-stil olarak, onun peşinden gidiyorum. Aslında içsesimi dinleyerek ilerliyorum.

Film festivallerde yarışıyor, ilgi görüyor. Film festivalleriyle ilgili düşüncelerin nedir? Her filme objektif olarak yaklaşıldığını düşünüyor musun?

Filmler festivallerde yarışıyor ya da ön jüriden geçmiyor. Ya da festival direktörleri beğeniyor ya da beğenmiyor. Bunu masum bir şekilde söylersek, her jüri, her festival direktörü özneldir diyebiliriz. Fakat bizim gibi ülkelerde herkes herkesle sorunlu, herkesin herkese karşı eskiye dayanan bir husumeti var. Herkes bilinçaltında birilerini ötekileştiriyor. Filmi iyiyse kendisini politik bulabiliyor. Kendisi iyiyle filmini politik bulabiliyor. Umarım bu yargı ve önyargılar biter.

Pandeminin filmini çeksen nasıl olurdu?

Pandeminin filmini çekmek istemem. Karanlık dünyaların filmini çekmek benim ilgi alanım değil.

Son olarak neler söylersin?

Filmimizi şimdi Boğaziçi Film Festivali’nde izlemek isteyen takip edebilir. Kasım ayında ise Ankara Film Festivali’nde sonrasında başka festivallerde olacak. Sene sonunda da vizyona girmek istiyoruz. Sorularınız için teşekkürler.

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.