Bekleyiş filmiyle 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde belgesel dalında jüri özel ödülü kazanan Bekleyiş filminin yönetmeni Aslı Akdağ ile konuştuk. Belgesel bebeğini yalnız doğurmaya karar veren bir kadının yaşadıklarını samimi bir dille anlatan önemli bir belgesel…

Bu belgeselin hikayesini bir şey tetikliyor ve sen hangi noktadan sonra bu belgeseli çekmeye karar verdin?

Bu belgeseli çekmeye onu yalnız başıma büyüteceğimi anladıktan sonra karar verdim. Önce ona anılar bırakmak için bir günce olacaktı bu görsel olarak. Ama gittikçe işler büyüdü, gelişti. Benzer hikayeleri olan kadınların çokluğunu gördükten ve de daha fazla insana dokunmam gerektiğini fark ettikten sonra çekimleri daha farklı bir boyuta taşıdık.

Çok zor, cesur bir karar alıyorsun. Bu belgeselde erkeğin konumlanışıysa neredeyse yok. Kendi babanı da sadece diyaloglardan tanıyoruz ve de arşiv görüntülerle kısıtlı birkaç sahnede görüyoruz. Bu bilinçli bir tercih miydi? Erkeklerin filmde var olmayışı…

Elbette, mesele zaten ilişkilerde ne yaşandığı değil, mesele nasıl sorumluluk alındığı. Evli olunsun olunmasın birçok erkek konu sorumluluk sahibi olmaya geldiğinde sırtını dönüp gidebiliyor. Ailenin, evin yükü yine anneye kalıyor. Bu nedenle erkeklerle ilgili bir hikaye anlatmak istemedim. Kadınların gözünden erkeklerle yaşadıklarına yer vermeyi tercih ettim. Yani görünmeyen, gölge erkekler her yerde ve ben o gölgelerin boyunduruğunda olmanın zorunlu olmayıp bir seçim olduğunu göstermek istedim. Alternatif tek yol elbette ki bekar anne olmak değil. Hadi bunu yapalım demiyoruz filmde de.

Ama kendimizi aldatmayalım toplumun değer yargılarına uygun yaşayalım derken. Bazı gerçeklerle yüzleşmemiz gerekir güçlenmek için bazen. Bu nedenle hikayemizde de bilinçli olarak erkek karakterlere son derece kısıtlı yer verildi; çünkü bu film erkekleri değil kadınları ve var olmayan erkekleri anlatıyor.

Bir yandan her şeyi gayet şehirli bir kadın olarak halletmeye çalışırken bir yandan da Eminönü’nün yollarını tutup klasik bir doğum ve doğum sonrası hazırlığı yapıyorsun. Oradaki itekleyici duyguyu merak ettim. 😊

Ben neysem onu yaşamaya gayret ettim çekimler boyunca. Ve bizler ritüeller söz konusu olduğunda tam bir batı doğu sentezi gibiyiz. Müslüman bir ülkede, farklı kültürlerden etkilenerek büyümüş çocuklardanız. Bu nedenle bebeğe bir şeyler alacaksam alışveriş merkezi yerine Havuzlu Han’a gitmek tercihim olur. Daha samimi bir şeyler var, daha keyifli.

Bir yandan da evrenin her yerinde doğuracak kadınların yaptıkları hazırlıklar benzeşiyor pek tabi. Bu benzeşme noktası da bana birleştirici geliyor. Bu arada filmde önemli doğum destekçilerinden, doulalardan da bahsediyoruz; keşke doulalık müessesesi de belirttiğiniz gibi klasikleşmiş olsa. J

Kendi annenin evli bir kadın olarak konumunu ve sorunlarını da gündeme getiriyorsun. Aslında neredeyse evli ve bekar olarak aynı erkek hedefine bakıyor gibiyiz. İkisi de kendi hayatının derdinde, kadın çocuklarla, evde vs…

Ülkemizde klasik durum bu değil mi zaten? Kadının görevi erkekler tarafından annelik olarak belirlendikten sonra kadın, evde oturup çocuk bakması gereken ve arada çocuk yapması istenilen bir varlığa dönüştürülüyor. Bir de üstüne kutsallıkla yaftalandıktan sonra “annelik kavramı,” toplumda çok rahat anne olmayan kadını dışlayan söylemler; bir kadın anneyse ve kendi hayatına da özen gösteriyorsa, çalışıyorsa buna ‘tukaka’ diyebilen kişiler türeyebiliyor. Mecliste dahi kadının yerine bedeni, seçimleri, çalışma hayatı üzerinden fikir yürütülüyor ve de pek tabi erkekler tarafından kadınlar adına kararlar veriliyor.

Dışardan, mahalleden bildik tepkiler alıyorsun ama yakın çevrenin, arkadaşlarının, annenin (ilk tepki) tepkisi ne oldu mesela?

Evlendirmeye çalıştı herkes pek tabi. Sonra mevcut durumu kabullenme süreci geldi. Sonra bir kısım arkadaşımla yollarımız ayrıldı; bazısıyla arkadaşlığımız derinleşti. Annemin ve onun annesinin tepkileri de zaten filmimizde var, detayına inmeyelim. 🙂

Bir yandan da avukatlık yapıyorsun ve yaşadığın maddi zorluğu da bir telefon görüşmesiyle dile getiriyorsun? O sürecin zorluğu maddi mi yoksa manevi açıdan mı seni daha çok yaraladı?

Maddi zorluklar bir şekilde aşılır. Asıl orada rahatsız eden zaten hamileliğin ileri safhalarında sudan sebeplerle karşı tarafın neden olduğu durum. Ben serbest çalışan birisiyim ve de o anda yeni işler bulmam takdir edersiniz ki çok zor. SGK’lı çalışan olsam bir yerde çok mu farklı olurdu? Maalesef o konuda da ülkemizdeki hamilelik izni, süt izni gibi izinler ve yardımlar oldukça yetersiz.

 Hamilelik sürecini her şeyin ötesinde bayağı yakın markajda izliyoruz, kameranın senin özelinde durmasına izin veriyorsun. O süreci biraz anlatman mümkün mü?

Muhtemelen benim odak noktamda bebeği sağlıkla dünyaya getirmek olduğundan çekimdeyiz gibi bir düşüncem olmuyordu. Yanımda çoğu zaman arkadaşım Banu Sıvacı vardı dolayısıyla yakın bir arkadaşımın varlığında günlük sohbetlerimize devam edebiliyorduk. Ya da ben kamerada olduğum zamanlarda ailem adeta kendimize hatıra çekiyoruz rahatlığındaydı. Ekipteki diğer kamerayı kullanan Kıvılcım Akay, Can Aygör, Gözde Koyuncu gibi arkadaşlarım da yine projenin içeriğinin, mevcut hassasiyetin farkında olarak ve de destek olmak üzere geldikleri çekimlerde sürecin zarar görmeden yansıtılabilmesini profesyonellikle sağladılar.

Belgeselin en vurucu cümlesi sence ne, var mı öyle bir cümle ya da? Esas mesaj kadınlara mı, toplumsal baskı yapanlara mı, erkeklere mi, devlete mi, yoksa herkese mi?

Filmin en vurucu cümlesini izleyiciye bırakıyorum. Bence bu anlamda birden fazla cümlesi var ve yönlendirmek istemem. Ama mesajım herkese. Herkes kendi payına düşeni alsın isterim. Başta kadınlar pek tabi. Çünkü biz değişmeden erkek de değişmez, devlet de. Bizler dik duracağız, kimsenin gölgesi altında kalmayacağız ki insan gibi yaşayabilelim.

Bu belgeselin anladığım kadarıyla devamı gelecek gibi ve biz minik bebeğin sürecini mi izleyeceğiz bundan sonra. Yoksa bambaşka bir hikaye mi bekliyor bizleri?

Bence kişisel hikayeler yeterli J Ben şu anda bir kurmacanın hazırlığı içerisindeyim ve beni müthiş heyecanlandıran bir proje. Diğer yandan Aren büyür, bu footage’larla bambaşka bir şey yapar onu bilemem. Hepimiz kendi hikayelerimizi yaşayacağız bundan sonrasında.

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.