Ruhi Sarı’yla tanışıklığımız çok eskilere dayanır, kardeş tiyatro gruplarında başlayan tanışıklık, onun benim Bakış isimli kısa filmimde oynamasıyla devam etti. Yazının içinde filmi de andığımız için böyle bir başlangıç yaptım. Kendisi birçok filmde, dizide karşımıza çıkan, başarılı, dinamik bir oyuncu. Bu hafta vizyona giren Şeflerin Şefi filmini de fırsat bilerek kendisine sorularımı yönelttim. Sağ olsun detaylı ve uzun bir söyleşi ortaya çıktı verdiği keyifli cevaplarla…  

 Merhaba Ruhi… Bu aralar senin içinde bulunduğun filmlerle ilgili bültenler geliyor. Bu pandemi sürecini üretime dönüştüren sektör insanlarından birisin. Sektörün bir kısmı dijital platformlara kaydı ama sen hala organik, sinema filmlerinde oynuyorsun. Bu süreci biraz anlatabilir misin?

İki yıllık bir pandemi sürecinde çekilmiş ve vizyona girmeyi bekleyen filmler var. Onların içerisinde benim de üç tane filmim var. Bir tanesi vizyonda, diğer ikisi de vizyon sırasını bekliyor. Evet dijital platformlara geçiş oldu. Bu çok da pandemiyle alakalı değil, pandemiden önce de dijital platformlarda işler yapılmaya, işler açılmaya başlamıştı zaten. Organikten kastın sinema ve televizyon sanırım. Ama benim de henüz yayınlanmasa da dijital platformlar için çektiğim iki dizi var. Aralık’tan itibaren onlar da seyircisiyle buluşacak. Pandemi süreci benim için biraz yoğun ve çalışarak geçti.

Aslında sinemadaki oyunculuk kariyerin daha bağımsız filmlerle başladı, sonrasında başka tarz filmlerde de (komedi ve popüler) seni görmeye başladık. Bu tesadüf müydü yoksa senin oyunculukla ilgili bakış açında bir değişim mi oldu, bu durumu nasıl yorumlarsın?

Aslında sinemaya çok da bağımsız filmlerle başladım cümlesi çok da doğru değil. İlk sinema filmim Tunç Başaran’ın Sen de Gitme Triyandafilis filmiydi. O dönem bağımsız adına çok da önemli örnekler yoktu. İkinci filmim Zeki Demirkubuz’la çektiğim Üçüncü Sayfa evet bir bağımsız yapımdı. Ama zaten o dönem klasik Yeşilçam filmlerinin yerini bağımsız yapımlara bıraktığı, Türk sinemasının değişip, gelişmeye başladığı bir dönemdi. O döneme ait bağımsız yapımların sayısı ben de bir hayli fazla ama bugünlerde de bağımsız yapımlarda oynuyorum. Bir komediye yönelme, gişe filmlerine yönelme gibi bir çabam, kariyer planlamam olmadı. Ben oynamaktan keyif aldım. Oynarken keyif alacağım işlerde, sinema, tv, tiyatro ayrımı yapmadım. Oyunculuk benim için her alanda kıymetli. Sadece oynayacağım karakteri kendimle tanıştırdığımda mutlu oluyorum. Oynadığım karakterin gerekliliğine inanmaya çalışıyorum. Geriye dönüp baktığımda iyi ki oynamışım dediğim karakterleri canlandırmaya çalışıyorum. Önemli olan canlandırdığınız karakterin seyirci nezdinde ne kadar anlaşılır ve kıymetli olduğudur.

Bir oyuncu olarak pandemi sürecini nasıl geçirdin, bu süreç için bir rol yazman gerekse kendine nasıl bir rol yazardın mesela?

İlk üç ayı herkes gibi evde geçti ama sonrası biraz farklı gelişti. Pandemi öncesi daha sakin geçerken, üç ay sonrası çok yoğun geçti. Dört tane sinema filmi, bir televizyon dizisi, dijitale çekilmiş bir dizi ve birkaç da oyun projesi sığdırdım. Bu süreçle ilgili kendime bir rol yazmak isteseydim herhalde değişimle ilgili bir karakter olurdu. Dünyanın, hayatın, insanların zaman içinde yeni zamana ayak uydurması ve o değişime uyum sağlamaya çalışan bir karakter olurdu.

En yakın olarak Şeflerin Şefi filmi vizyona girdi. Filmle ilgili nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz, nasıl hazırlandınız onu sorayım öncelikle? Son dönemde öne çıkan yemek yapma yarışmalarını anlatan bir film sanırım, rolünden bahseder misin biraz?

Şeflerin Şefi önce bir televizyon filmi olarak tasarlandı. Eğlenceli ve insanların yüzünü çok güldüreceğini düşündüğümüz bir hal aldı ve sinemaya uygun görüldü. O süreçte de sevgili Sermiyan Midyat’la beraber, eski arkadaşız ve birbirimizin malzemesini de iyi biliyoruz, karşılıklı oynamak da keyif verdi. Çocukluklarından beri anlaşamayan iki farklı yörenin, iki dik kafalı arkadaşının Samatya’da karşılıklı restoranları var. Bu restoranları işletirken didişmeleri devam ediyor. Bu didişmenin arasına bir de aşk giriyor. Eğlenceli bir mahalle komedisi oldu. Yemek yarışması var evet bunun içinde. Son günlerde televizyonlarda sıkça gördüğümüz yemek yarışma programlarıyla buluşması, bu iki restoran sahibinin kozlarını bir yemek yarışmasına taşımasıyla devam ediyor. Son derece eğlenceli, yer yer tatlı atışmaları olan, bu yemek programlarına seyircinin bakış açısıyla da ilgili küçük şakaları olan bir film. Umarım seyircisi de sever.

Ve sonrasında rol aldığın ve vizyon sırasını bekleyen diğer filmler var. Onlardan da kısaca bahsetmen mümkün mü?

Muallim isimli bir sinema filmi var TRT destekli. O bir dönem hikayesi. Osmanlının son dönemlerinde Anadolu’ya sürülen jön Türk olan bir öğretmenin o kasabada, daha doğrusu o kasabaya giderken yolda bir şeyler yapması gerektiğini hissetmesiyle yaşanan  olaylar anlatılıyor. Hem onun değişimini hem de kasabada ona karşı olan önyargının değişimini anlatan bir hikaye. Yaklaşık iki yıldır vizyon bekliyor o da. Bu kış vizyona girecek. Yurt dışında birtakım festivallerde de ödüller aldı. Bizi çok mutlu etti. Bir diğer filmim de İstiklal Marşı’nın yüzüncü yılı olması sebebiyle Mehmet Akif Ersoy’un hayatını anlatan bir film. Filmin çok sürprizli bir karakterini oynadım. Çok özel mekanlarda filmin kıymetli sahnelerini çektik.  O da seyircisiyle Ekim ayında buluşacak umarım. O da seyircisini de bizi de mutlu eder umarım. Bir diğer filmim de Dost Kazığı diye bir komedi. Filmi daha yeni çektik, kurguda. Marmaris’te orman yangınlarından önce o coğrafyanın son yeşil görüntülerini biz çektik. Filmi çektiğimiz mekânlar da orman yangınlarına maruz kaldı ve o güzelim ormanlar yok oldu.

Oyunculukla ilgili nasıl bir hayalin vardı, onu gerçekleştirebildin mi? Ya da varmak istediğin bir nokta, canlandırmak istediğin bir rol? Oyunculuk nasıl bir meslek? Belli kalıpları mı var, yoksa teknoloji vs. ile gelişen bir yanı var mı?

Ben öyle çok büyük hayaller kurarak, büyük hırslarla başlamadım oyunculuğa. Ya da bu benim için öyle bir yöntem değil. Kendimi ifade edebildiğim en iyi şeyin oyunculuk olduğunu düşünüyorum. Hayatta herkesin de kendini ifade eden işler yapması gerektiğini, mutlu eden işler yapması gerektiğini düşünüyorum. Ben çok büyük kitleler ulaşacak filmler yapma sevdalısı olarak başlamadım. Ağzımın tadının kaçmadığı işlerde yer almaktı hayalim. Hep de öyle oldu. Yarattığım karakterlerden çok mutluyum. Yanlarına sağlığım elverdikçe, ayaklarımın üstünde durdukça yenilerini katabileceğim rollerde oynamaya devam etmek istiyorum.

Bu klasik bir soru olacak ama çalışmaktan keyif aldığın yönetmen ya da yönetmenler kimler? Ya da kafandaki oyuncu yönetmen ilişkisini en iyi uygulayan, yansıtan?

Çalışmaktan keyif aldığım çok yönetmen oldu. İyi isimlerle çalıştım, hepsinden çok çok şey öğrendim. Çok yönetmen hepsinin ismini bir çırpıda söyleyemem ama benim için en özeli sevgili Tunç Başaran. İlk filmim, ilk setim. Bu sektörde gördüğüm, bildiğim her şeyin ilkiydi. Ve onun oyunculuk yönetimi benim çok özlediğim bir oyunculuk yönetimidir. Henüz öyle bir ilişki kuran bir yönetmen de görmedim. Çök özel bir insandı. Bir diğeri de Yavuz Turgul. Yavuz Turgul’un senaryosunu yazdığı, sevgili Ömer Vargı ile çektiği Kabadayı’da rol almıştım. Bu iki seti unutamam. Çünkü Ömer Vargı dünyanın en güzel insanlarından biridir ve çok da keyifli bir yönetmendir. İki ismi baş tarafa koyarım ama diğerleriyle de çok keyifle çalıştım. Zeki Demirkubuz, Serdar Akar, Tayfun Pirselimoğlu ve diğerleri. Hepsiyle mutlu çalıştım ve bir şeyler öğrendim.

Çok fazla dizi ve film çekiliyor, dijital platformlar arttı. Yani önümüzde kocaman bir izleme dünyası oluştu adeta… bu konuda senin düşüncelerin? İhtiyaç fazlası gibi geldiği oluyor mu sana?

Mesela önceden Antalya Film Festivali’nde senede 4-5 film giderdi. Hatta biz Üçüncü Sayfa ile gittiğimizde on film gelmişti ve ön elemenin olmadığı yıllardı. Kim film çekmişse hepsinin kabul gördüğü festivallerdi. O tarihlerden öyle tarihlere geldik ki yüzlerce film çekiliyor. Bunun için ön eleme jürileri var. Bunun nedeni eskiden negatife çekiliyordu, artık dijital var. Çok daha özgürleşti sektör. Birilerinin yaptığı işi duyurabilmesi için basına çok ihtiyacı yok. Evinde çektiği videolarla tanınan, ünlenen çok isim var ve bu isimler sonrasında film de çekiyorlar. Ama iş kalite anlamında nereye vardı? Görüntüler, görsel efektler, dijital şov anlamında çok ileriye giden ama hiçbir şey anlatmayan filmler de çoğaldı. Bu bir anlamda iyi bir anlamda da kötü tabii.

Tiyatro bu süreçten en fazla etkilenen sanat dallarından biri oldu. Senin oyunculuk kariyerinin başlangıcı tiyatro. Ben de takip edemedim en son ne zaman tiyatroda oynadın? Bu süreçte tiyatro ile ilgili neler yapılabilirdi?

Pandemide en çok etkilenen alanlardan biri de tiyatro. Tiyatro birebir seyirciye oynanan bir sanat dalı. O sırada sizi izlemeye gelecek insanlar yoksa sanatınızı yapamıyorsunuz. Çok fazla sayıda tiyatro salonu kapandı, geçimini sadece tiyatrodan kazanan teknik ekip arkadaşlarımız açıkta kaldı. Sadece tiyatro yaparak hayatını kazanan birçok oyuncu arkadaşımız da ya işsiz ya da başka işler yapmak zorunda kaldı. Tıpkı müzisyen arkadaşlarımız gibi. Tiyatro var olduğu tarihten bu yana birçok pandemi atlatmış, birçok savaş görmüş, ekonomik kriz yaşamış ve hep ayakta kalmıştır. Bunun da üstesinden gelir. Hatta pandemiyi tiyatro sayesinde yenebiliriz. İnsanları sağlığına kavuşturabiliriz. Yani tiyatro perdelerini açacak, seyircisiyle buluşacaktır.

Kısa filmlerde rol alıyor musun, kısa filmciler profesyonel oyuncu bulmak da epey zorlanıyor. Kısa film de sektörün epey büyük bir bölümünü oluşturuyor, bu konuda neler söylersin?

Kısa filmlerde elbette rol alıyorum. Senin bile bir kısa filminde oynamıştım ben. Pelin Batu ile birlikte oynamıştık hatta. 😊 Birçok kısa filmde oynadım ama son zamanlarda yapabildiğim bir kısa film olmadı. Bir tanesi ile iki ay önce çalışacaktık ama tarihlerimiz uymadı. Kısa filme kendim de bir kısa film çekmek üzere çok hevesliyim aslında.

Son olarak neler söylemek istersin?
İçinden geçtiğimiz süreç gerçekten de kolay değil. Maddi manevi her alanda yaralar açtı. Ölümler oldu, maddi zorluklar oldu. Yetmedi üzerine orman yangınları oldu, seller oldu. Orada da büyük kayıplar oldu. Canlılar yok oldu. Umarım bu son olmuştur ver bundan sonraki süreçte güzel günlerde güzel filmler, oyunlar, konserler, sanat adına ne varsa güzellikle buluşan seyircimizle buluşur. Herkese sağlıklı günler diliyorum.

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.