Avusturalyalı yazar Liane Moriarty’nin aynı adlı romanından uyarlanan Big Little Lies 2017- 2019 yılları arasında on dört bölüm olarak HBO’da yayınlandı. Oyunculardan Reese Witherspoon ve Nicole Kidman Big Little Lies’ın yayın haklarını satın aldıkları için aynı zamanda yapımcılar arasında yer alıyorlar. Alyssa Milano #MeToo hareketini başlatan tweet’i 15 Ekim 2017’de yazmıştı. Big Little Lies’ın ise ilk bölümü Şubat 2017’de yayınlandı. Dizinin ilginç biçimde bu hareketi öngördüğünü ya da tetiklediğini söyleyebiliriz belki. Big Little Lies sonrasında “kadınların derinlikli ve mükemmel olmayan temsillerini, geleneksel kadınlık performansına meydan okuyan, çelişikleri ve kusurları olan” baş karakterleri merkezine alan yapımlar sayıca artmaya başladı

Big Little Lies; birinci bölümün hemen başında, Madeline ve Jane arasındaki ilişkide gördüğümüz gibi “kadınların birbirlerinin elinden tutma hikayesi”. Otoyolda bileğini burkan Madeline’nin arabalar yanından gelip geçerken sadece kasabada yeni olan Jane durup arabadan iner ve Madeline’e yardıma ihtiyacı olup olmadığını sorar. Elinden tutup onu ayağa kaldırır.  Bu sahne aslında tüm dizinin özetini sunar. Beş kadının dayanışmayı kendiliğinden sorgusuz sualsiz biçimde, adeta bir savunma mekanizması olarak gerçekleştirmelerini, birbirlerinin elinden tutmalarını izleriz. Birinci sezonun sonunda Bonnie’nin yaptığı gibi gözümüz birbirimizin üstünde olmalıdır.

Okyanusu izleyen Madeline küçük kızına, okyanusun çok büyük ve gizemli olduğunu suyun altında neler olduğunu merak ettiğini söylerken kendi hayatlarını tarif eder. Dizinin afişinde de kadınların ufuk çizgisinde sıralanan fotoğrafı onların okyanusun yani görünür olanın altında olmasıyla ilişkisini kurar. Hepsi okyanus kıyısında yaşayan karakterlerin huzuru da maruz kaldıkları şiddet de suyla dalgalar yoluyla anlatılıyor. Birçok yerde yazıldığı üzere bu üst sınıf gösterişli hayata sahip kadınların karakter olarak seçilmesi, çocukluk travmalarına, ev içi şiddete, gaslighting’e dair önyargıyı yıkma işlevi görüyor. Gordon ve Perry kadınların görünen mükemmel hayatlarının gerisinde onlara ve çocuklara zarar veren figürler olarak öne çıkıyorlar. Big Little Lies’ın en güçlü ve önemli öğelerinden ilki Celeste’nin terapi sahneleri. Kadınların şiddete uğramalarına “rağmen” neden ilişkilerini sürdürdükleri, neden şiddetten kimseye söz etmedikleri türünden şüphe içeren tüm sorulara yanıt veriyor. Terapist de bizzat bu soruları dillendiriyor ve Celest’e kimsenin ona inanmayacağını; yaralarının fotoğraflarını çekmesini, kendisine şahit bulmasını  söylüyor. Tam da terapistin öngördüğü biçimde mağdur suçlayan bu sorular  önce genel toplumsal ezberi dillendiren bir figür olarak anlatıya dahil olan Perry’nin annesi Mary Louis’in, ardından mahkeme sahnesinde Mary Louis’in avukatının ağzından duyuluyor. Oysa kadınların saldırıya uğrarken aynı anda bunu kayıt altına almalarının mümkün olmadığını ya da çevrelerine küçük düşmemek adına kendilerini mağdur görmeyi kabul etmekte zorlandıklarını inkar ettiklerini, içinde oldukları istismar içeren ilişkide özgüvenlerini kişiliklerini yitirdikleri için kendilerine yeni bir hayat kurmaya cesaret edemediklerini biliyoruz.

Big Little Lies’ın önemli olmasının ikinci nedeni ise  kadınları anlatırken onların hayatlarındaki erkekleri de anlatması. Çocukların hayatından, bakımından, çocuğun ruh halinden sadece kadınların sorumlu olduğuna ya da kadınların “doğal” olarak yetenekli olduğuna dair ezberi bozması. Ed ve Nathan hala anaokulundaki çocuklar gibi birbirlerine zorbalık yaparken,  Gordon hayatı sahip olduğu bir oyun odası gibi algılıyor, ailesini iflasa sürüklüyor ve evdeki çalışanla birlikte oluyor. İçlerinde belki de en kötüsü travmatik geçmişini atlatamadığının, iyileşmediğinin farkında olmayan, iki oğluna sürekli şiddeti estetize ederek rol modeli olan ve eşi Celeste’e her türlü işkenceyi eden Perry.

Big Little Lies her şeyden evvel kadın dayanışması hakkında. Ne olursa olsun birbirlerine öncelik tanıyan, birbirlerine güvenen, birbirlerini sorgulamayan suçlamayan kadınlar hakkında.

Ve böylesi bir hikayeye kuşkusuz hepimizin ihtiyacı var.

 

 

Gül Yaşartürk
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sinema Ana Bilim Dalı'nda Yüksek Lisans ve Doktorasını tamamladı. 2001 yılından buyana birçok mecrada sinema yazıları yayınlandı. Türk Sineması'nda Rumlar'ı yazdı, Sinema ve Diğer Disiplinler kitabını derledi, Ümit Ünal: Işık Gölge Oyunları'nı hazırladı, Sinema ve Toplumsal Cinsiyet: Türk Sinemasında Ev Emek Cinsiyet ve İktidar İlişkileri adlı son kitabı 2022'de Nika Yayınevi tarafından basıldı 2011'den buyana Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesidir

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.