72. Koğuş, Çiçek Taksi, Deli Deli Olma, 120, O.. Çocukları, Karagül, Fazilet Hanım ve Kızları, İki Yabancı ve sevdiğimiz daha bir çok dizi ve filme imza atmış, şimdilerde Bir Zamanlar Çukurova dizisinin yönetmen koltuğunda gördüğümüz Murat Saraçoğlu ile, dizi sektörünü, pandemi sebebiyle sektörün geldiği son durumu, ve daha fazlasını konuştuk.
Öncelikle nasılsınız, çekimleriniz nasıl gidiyor, neler yapıyorsunuz?
Merhabalar, iyiyim şükür, sağlığımı ve moralimi sağlam tutmaya çalışıyorum, işimle uğraşıyorum. Zaten dizi çekiyorsanız başka bir şeye vakit ayırmak kolay değil. Ama uzaktan da olsa bir yayıneviyle, butik bir akademiyle ve atlarla da uğraşarak devam ediyorum hayata.
Malesef bir senedir hayatımızın içinde olan Covid 19 sebebiyle sektör büyük bir sekmeye uğradı. Dizi ve film çekimlerinin durduğu bir dönem yaşandı. Siz bu süreci nasıl geçirdiniz?
Evet zor, korku dolu ve belirsiz bir süreç yaşadık/yaşıyoruz. Biz mart ayında çekimleri durdurduk ve yeni sezona kadar ara vermiş olduk. Yaklaşık 13-14 bölüme denk geliyor. Eylül ayında tekrar yayındaydık ve devam ediyoruz ve çok temkinli olmaya çalışıyoruz. Düzenli antikor ve süprüntü testi oluyoruz, maske takmamak işten kovulma sebebi. Sert ve sürekli tedbirlerle buraya kadar gelebildik. İnşallah yeni yılda bu illetten tamamen kurtuluruz.
Sizce, salgın döneminin bitişinden sonra dizi ve film sektöründe kalıcı olumlu veya olumsuz değişikler yaşanacak mı?
Her şeye rağmen pandemi boyunca sektör düşe kalka da olsa ayakta kalabildi. Bu yeni dalgayı atlatabilirsek sonrasından umutluyum. Çok fazla bekleyen film projesi de var. 2021 eylül ayından itibaren bir coşku olur diye düşünüyorum.
Bir Zamanlar Çukurova’da sizi en çok etkileyen, bu işin içinde olmanıza sebep olan şey ne olmuştu?
Uzun yıllardır sektörün içindeyim. Bu yüzden öncelikle yapımcı şirketin kurumsal yapısını ve sonra da hikayeyi önemsedim. Hem yetmişli yılları seviyorum hem de sanıyorum bu janr benim tarzıma uyuyor.
Peki, bir işi kabul etmenizde sizi en çok çeken şey ne oluyor
Tek bir parametre yok. İyi bir senaryo elbette ilk önemli unsur ama çok inandığınız projeyi hangi şirketle, hangi castla ve ekiple yaptığınız önemli. Genellikle yönetmenin elinde sihirli değnek olduğu zannedilir. Oysa özellikle diziler bir takım oyunudur ve ciddi alt yapı gerektirir. Sadece tek bir unsuru önemserseniz başarılı ve istikrarlı bir iş yaratmanız kolay değil. Başlangıçta ilgi çekici olsa bile bizim iş ağır dalgalanmaları maalesef kaldırmıyor. Hep belli bir kalitede ve seviyede iş yollamak zorundasınız. Çok ağır bir mesai bu. O yüzden tesadüfleri minimuma indirmek şart. Bütün unsurlarda yönetmenin dahli olmalı bu yüzden. Aksi takdirde bir yerinden mutlaka su kaçırır iş. Bana göre tabii..
Aynı zamanda oyunculuk dersleri de veriyorsunuz, Yaptığınız işlerde oyuncu kadrolarına baktığınızda çalışırken çok zorlandığınız oyuncular oldu mu? Bir yönetmen olarak oyuncunun oyununu mutlaka yönlendiriyorsunuzdur fakat bazı anlarda “öğretme” isteğinizin çok yoğun devreye girdiği anlarınız ve anılarınız var mı?
Temel Oyunculuk dersi vermiyorum, öyle bir yeteneğim ve bilgim yok, sadece kameranın diğer tarafındaki insanlardan biri olarak, tecrübelerimi aktarmaya çalışıyorum. Konservatif yaklaşım reddetse de kamera ve oyuncunun ilişkisinin başlı başına bir mesele olduğunu düşünenlerdenim. Bu konuda yeni yöntemler, anlayışlar ve sonuçlar var. Kamerayı reddetmek deniz altında oksijen tüpünü reddetmek gibi bir şey benim açımdan..
Oyuncularla zorlandığım elbette oldu, ama iletişim her şeyi çözer. Oyuncular refleks olarak kendilerini hep haklı, güzel ve fit görmek isterler. Televizyon dünyasında bu çok daha fazla. Ben iletişim kuramadığım insanlarla çalışmakta zorlanırım. Ama bir biçimde iletişim kurabildiğim oyuncularla doğru bir noktada buluşabiliyoruz. Öğretme derdim dizi temposu içinde zor, ama her eylemin bir geri planı olduğunu, nedenlerini, bir kamera hareketinin anlamını, kafa dengi oyuncularla çok fazla konuşurum.
Filmografinize baktığımızda, döneminde çok ses getirmiş, çok beğenilmiş bir sürü iş görüyoruz. Bu benim, hayatımın işiydi, dönüm noktam oldu, bana öğrettiği .. ‘yı hayatımda benimsiyorum gibi hisleri olan filminiz ya da diziniz var mı?
Her çektiğim sahneden bir şey öğrenmişimdir, en azından tecrübe edinmişimdir. Ama Kars’ta çektiğim film benim için çok önemli. Çok sakin sessiz bir mesaiyle geçen altı hafta oldu. Kendimi herkesten, her şeyden çok uzakta hissettiğim günlerdi. Sevdiğim bir film de oldu. Bugün hala o filmle ilgili uzak Anadolu şehirlerinde yaşayan insanlardan mailler mesajlar alıyorum ve mutlu oluyorum. O yüzden Deli Deli Olma’nın yeri ayrı bende..
Yine, eski işlerinize baktığınızda geçen zamanla ve değişimimizle bağlantılı olarak, şimdiki ben olsam, bu filmin burasını çok farklı noktadan anlatırdım dediğiniz yerler var mı ya da bunların üstüne hiç düşündüğünüz oluyor mu?
Elbette, çektiğim bazı sahneleri çok kötü ya da çocukça buluyorum. Bazılarını izlemek bile mümkün olmuyor. Ama bununla barışığım çünkü hayat ileri doğru akıyor. Kötü sonuç veren işlerimle de barışığım. Çok ağır yazılmış eleştiri yazılarıyla da..
David Fincher ile film geceleri yapan Leonardo Dicaprio’nun bir açıklaması var, Fincher ile film izlemenin bir eziyet olduğunu, her sahnede “burasını ben olsam şöyle yapardım” gibi yorumlarda bulunduğunu söyledi. Siz de bir yönetmen olarak böyle anlarda mesleki deformasyonlar yaşıyor musunuz? Film ve dizi izlemek kafanızı boşaltmanızı mı sağlıyor ya da daha fazla doldurmanızı mı?
Ben film izlerken seyirciyimdir, böyle yaklaşımım yoktur. Özellikle sinemada film izlemeyi çok özledim. Festivali (İst.) çok özledim. Yönetmenin kurduğu dünyada kaybolmaktan daha güzel çok az şey var bence dünyada..:))
Türk veya yabancı yapımlar içinde olmayı çok isterdim dediğiniz işler var mı?
Özel bir iş yok. Ama belli piyasa kaygılarını taşımayan işleri kıskanıyorum. Özellikle gişe, reyting vb kaygısı olmaksızın bir hikaye anlatmak büyük bir özgürlük alanı..özellikle yönetmenin dili, anlatım tarzı açısından..
Yoğun çalışma temponuzda dizileri takip edebiliyor musunuz? Son dönemlerde yapılmış, başarılı gördüğünüz işler ve bu başarının sebebinin sizce ne?
Elbette kim ne yapmış, nasıl yapmış diye bakmaya çaılışıyorum. Ama yayın saatlerinde hep setteyiz maalesef. Yeni işlerden Gönül Dağı’nın ilk bölümlerinin resim anlayışını ve hikayeyi ele alış biçimini çok beğendim. Rakibimiz Alev Alev’in de güçlü ve kendine güvenen bir kamera kullanımı var bence.
Son dönemlerde yayın hayatına yeni başlamış, Kırmızı Oda, Sadakatsiz, Masumlar Apartmanı gibi insan psikolojisini ele alan çok beğenilen ve bir o kadar eleştirilen diziler var. Siz bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu eleştiriler arasında hangi noktadasınız?
Bence ilk örnekler olarak çok başarılılar. Risk de aldılar aslında çünkü bizim millet (duygusal anlamda) karanlık işleri sevmez, kendi sınıfındaki problemleri analiz etmek istemez diye bir ön yargı vardır malum. Bu açıdan bile çok önemli hikayeler anlatıyorlar. Detaylarını bilmiyorum çok ahkam kesmeyim. Ama insanın gündelik hayatta yaşadığı hissettiği şeyleri izletebilmek, onunla yüzleştirebilmek kolay iş değil…
Bundan sonrası için planlarınız neler?
Diz çekmeye devam edeceğim, film hayallerim de var. Sektör değişiyor, gelişiyor, ayak uydurmak, değişmek gerek, öğrenmeye ve uygulamaya devam etmek niyetindeyim. Umarım genişleyerek devam eder bu umudum.
Eklemek istediğiniz, değinmek istediğiniz başka konular var mı?
Benimle sohbet etmek istediğiniz için teşekkür ederim. Sevgiler..