Rotterdam Film Festivali’nin Bright Future bölümünde dünya galasını yapan Maddenin Halleri ardından Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivallerinde ‘En İyi Belgesel’, Engelsiz Film Festivalinde ‘En İyi Film’ – ‘En İyi Yönetmen’ ödüllerinin sahibi oldu.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki gündelik hayatı mercek altına alan film, hasta odalarından doktor odalarına, yemekhaneden ameliyathanelere, yoğunbakımdan morg ünitesine seyirciyi hastanenin ve yaşamın koridorlarında gezdiriyor. Seyircisini hastalıktan sağlığa, hayattan ölüme taşıyan bu derin gözlem, belgeseli sadece bir hastanenin hikayesi olmaktan çıkıp hepimizin kendinden bir parça bulduğu bir hikayeye dönüştürüyor. Maddenin her halini, hayatın her halini görüyoruz adeta. Belgesel, biçim olarak kurmaca sinemanın kurallarından da faydalanıyor.
Yönetmen Deniz Tortum ve Yapımcı Anna Maria Aslanoğlu’na Maddenin Hallerine dair bir kaç soru sordum.
Maddenin Halleri belgesel filmini yapma fikri nasıl doğdu?
Deniz T. : Doktor bir ailede büyüdüğüm için tıbba ve hastanelerdeki hayata hep bir merakım vardı. Hastaneleri genellikle kasvetli yerler olarak düşünsek de, duyduğum hikayeler, tanık olduğum şeylerden dolayı bana şenlikli yerler olarak geliyorlardı. Hem yapacak çok fazla şeyin olduğu, hem de ölüme yakın bir yer olduğu için de hayatın değerli bir şey olduğunu sürekli anımsadığınız yerler. Doktor algısını, sağlık çalışanlarının gündelik hayatını, hastanede çalışmanın nasıl bir şey olduğunu anlatan bir film yapma isteği olarak ortaya çıktı.
Neden Cerrahpaşa ? Bir devlet üniversitesi hastahanesi sonuçta. Çalışanlar da devlet memuru. İzinleri nasıl aldınız? Bürokrasisi uzun sürmedi mi? Yaşadığınız avantaj ve dezavantajlar nelerdi?
Deniz T. : Babam meslek hayatı boyunca Cerrahpaşa’da çalıştı. Bu sebeple de çocukluktan beri hastanede, hastane dışında da babamın meslek arkadaşlarıyla çok vakit geçirdim. Orada geçen, oradaki günlük hayatla ilgili bir film yapmak aklımın köşesinde hep vardı. 2015’te Cerrahpaşa’nın yıkılacağı haberleri çoğalınca da hızlı bir şekilde filmin çekimlerine başladık. Öncelikle dekanlığın ve başhekimliğin izinlerini aldık, çekim yaptığımız bölümler için de ayrı izinler alıyorduk.
Anna Maria A. : İzinler Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin çeşitli idari bölümlerinden alındı ve kamera önünde olan herkesin muvafakatnamesi için titizlikle çalışıldı. Yıllara yayılan bu tarz yapım süreçlerinde, özellikle kamu kurumlarında yönetimler değiştikçe yeniden izin süreçlerine girmek gerekebiliyor. Ayrıca zorluklar yaşamadık.
Filmde bir gözlemci kamera var. Sadece gözlüyor. Ve hastane içinde dolaşıyor. İnsanlar gözlendiklerini bildikleri halde nasıl kamera yokmuş gibi davranabildiler? Bunu nasıl başardınız?
Anna Maria A. : Belgeselci uzun süre gözlemlediği ortamın içinde kendini görünmez kılabiliyor. Deniz de hem senelerdir bildiği bir ortama filmci olarak dahil olurken, hem de uzun yıllara yayılan çekim sürecinden dolayı bu durumu ustalıkla başarmış. Kendisini ve kamerayı görünmez kılmış, kamera önündeki herkese kendini unutturmuş, bu durum da anlatının kendisinde ayrı bir katman olarak eklenmiş. Gündelik hayatın gerçekliğini ve sıradanlığını bu denli yoğun ve katmanlı bir şekilde aktarmayı başarabilmek de yalnızca böyle mümkün olurdu diye düşünüyorum.
Filmin yapım koşullarını nasıl oluşturdunuz? Çeşitli fonlardan finans kaynakları yaratmışsınız. Biraz bu süreçten söz eder misiniz?
Anna Maria A. : Filmin kolektif bir yapım süreci var. Deniz’in yıllara yayılan sebat ve emeğiyle beraber, film yapımının çeşitli aşamalarında işbirliği yapan yapımcılar var. Bu durum hem özel, hem de ayrıca değerli. Yıllara yayılan, oldukça minimal bütçelerle yapılan ve yaratıcı gözün sahada çoğunlukla tek kişilik bir ordu halinde davranmak zorunda olduğu filmlerde bu tür yaratıcı ve kolektif yapım işbirliklerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Filmin finans kaynaklarına gelince… Filmin hem Türkiye’den hem de Deniz’in okuduğu ve yaşadığı Amerika’dan oluşmuş bir yapımsal dünyası var. Maddenin Halleri TC Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün belgesel yapım fonu, The LEF Foundation tarafından nakdi olarak desteklendi; Harvard Üniversitesi’nin The Sensory Ethnography Lab ve Film Study Center, ve SFFilm tarafından ayni olarak desteklendi. Filmin çekimleri 2015-2018 yılları arasında çeşitli zamanlarda yapıldı, filmin dünya galası da 2020 yılının Ocak ayında Rotterdam Film Festivali’nin Bright Future [Parlak Gelecek] bölümünde yapıldı. Kurgu ve post-prodüksiyon süreci o zamana dek sürdü. Uzun yıllar süren yapım süreci zarfında hem çok kişinin emeği, desteği, fedakarlığı sayesinde, hem de çeşitli kurumların ayni destekleri ve sponsorlukları sayesinde film tamamlandı.
Türkiye’de bir belgesel yapımda göremediğimiz kadar yapımcı adı var filmin jeneriğinde. Yapımcı, ortak yapımcı, destekçi yapımcı, yürütücü yapımcı. Yapımcılığa dair olan bu ünvanların farklı farklı yapımlarda İngilizceden Türkçeye farklı farklı çevrildiğini görüyorum. Neyse bu başlı başına farklı bir mesele …
Bu belgeselde farklı unvanlar altında yer alan yapımcılar olarak nasıl bir iş birliği içinde çalıştınız? Bunun belgesele faydası ne oldu? Biliyorsunuz Türkiye’de genelde yapımcı ve yönetmen aynı kişi oluyor çok büyük bir çoğunlukla. Siz neyi farklı kıldınız ya da sizce başardınız?
Anna Maria A. : Bir kez daha belirtiyorum, bu filmin, fikir sahibi, yaratıcısı, yönetmeni Deniz’in sebatına ek olarak, pek çok yapımcının bir arada sahada veya saha dışında emeği ve katkısı bulunuyor. Uzun yıllara yayılan ve minimal bir bütçeyle hayata geçmiş bu yapıma çeşitli şekillerde verilen desteklerin jenerikte bir karşılığı var. Bu tarz yapım süreçlerinin kolektifliğini göz önünde bulundurarak bir yapımsal tasarı kurulmuş oldu. Jenerikte gördüğünüz bazı yapımcılar sahada, çekimde ve işleyişte faal olurken, bazı yapımcılar finansman sürecinin başında, ortasında veya sonunda -ayni veya nakdi yöntemlerle- faal oldu.
Sizin de dediğiniz gibi, yönetmen ve yapımcının aynı kişi olması özellikle belgesellerde halen çok yaygın. Bizler bağımsız sinemada, ister kurmaca ister belgesel, ister kısa ister uzun olsun, yeni nesil bir yapımcılık modelinin oluşmasının önemli olduğunu düşünen bir grup yapımcıyız. Bu yeni nesil model, bağımsız sinemada hem yapımcı ve yönetmenin ayrı olmasının yaratıcı sürecin daha sağlıklı ilerlemesini sağladığını öngörüyor, hem de yapım sürecini çeşitli işbirliklere çok daha açık hale getiriyor. Netice itibariyle, bizim için, bağımsız sinema üretiminin gitgide zorlaştığı günümüzde, bu tür işbirlikleri sonucunda yeteneğine ve anlatısına inandığımız bir yönetmenle beraber bir yapım ortaya çıkarmak bir başarı.
Bu filmi yapmayı kendinize dert edindiğinizde seyircide nasıl bir etki uyandırmak istiyordunuz? Şu ana kadar seyirciden aldığınız tepkiler ne yönde?
Deniz T. : Maddenin Halleri hastanedeki hayatı anlamaya çalışan, hastane çalışanlarının günlük hayatlarında hastanedeki stresle nasıl başa çıktıklarını gözlemleyen ve de tüm çalışanlarıyla, binasıyla, aletleriyle, ağaçlarıyla, yani bütün bir sistem olarak hastaneye bakmaya çalışan bir film. Perde arkasında neler olduğunu görmemizin zor olduğu bir mekanı tüm doğallığı ve samimiyetiyle göstermeye gayret eden; hayat, sağlık, direngenlik, emek ve sistemler üzerine düşünen bir film yapma isteğimiz vardı. Seyirciden aldığımız tepkiler çok güzel, aynı zamanda da birbirinden çok farklı. Bu sayede bu tepkilerle filmi biz de tekrar tekrar keşfediyoruz. Sert bir film olsa da bir yandan da hayatı olumlayan, iyicil bir film olduğunu umuyorum.
Anna Maria A. : Açıkçası Deniz uzun yapım aşamasının bir noktasında bana geldiğinde ben hastane ortamını konu alan bir belgeseli izleme fikrinden önce korkmuş, sonra bu fikrin cazibesini engelleyememiştim. Korkum, hastaneye mesafeden bakan sıradan bir gözden kaynaklanıyordu. Deniz’in hastaneye ve hastanenin insanlarına, gündeliğine, binasına, mimarisine, detaylarına bakışı beni de sardı, ve etkiledi. Hastane gibi, bakarken korku, kaygı, yaşam, ölüm gibi pek çok kavramı çağrıştıran bir ortamı tüm katmanlarıyla seyirciye aktardıysak ve Deniz’in hastaneye mesafesini/mesafesizliğini hissettirerek seyircide de benzer duygular yaratabildiysek, ne mutlu bize.