Dr. Berceste Gülçin Özdemir ile İzmir’de yaptığımız Kadın Yönetmenler Festivali’nde tanıştık. Sonrasında Ankara, tekrar İzmir derken kendimizi güzel bir arkadaşlığın içinde bulduk. Benim sevgili okulum İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Ana Blim Dalı’nda öğretim görevlisi kendisi. Ben Gazetecilik bölümünden mezunum, o yüzden soruları ben sorarım. 🙂

Gülçin benim de kafamı karıştıran bir konuda kitap yazmış. Türkiye’de Bağımsız Sinemaya Dair Tartışmalar isimli. Aslında Kadın yönetmenler üzerine kitapları da var. Türk Sinemasının Kadın Yönetmenleri Konuşuyor ve Türk Sinemasında Kadın Yönetmenler ve Özne(s)neleştirilmiş Kadının Kadının Mekanda Temsili gibi… Uzun yanıtlardan dolayı akademik bir röportaj sanmayın, keyifli ve kafa açıcı cevaplarla bağımsız sinema olayını çok yönlü olarak masaya yatırdık Özdemir’le… İyi okumalar…

Bu kitabın oluşma nedenini anlatabilir misin? Bu kitabı hazırlamaya nasıl karar verdin?

Kitaplarımın arkasında belirttiğim gibi Jean Jacques Annaud’un Ayı filmiyle sinemayla tanışmış tutkulu bir sinefilim öncelikle. Sinefillik maceram sinema akademisyenliği ile renklendi. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Ana Bilim Dalı’nda öğretim üyesiyim. Kendime dair özetim bu…

Kitabı hazırlama fikri bağımsız sinemayla ilgili literatür taramalarımda gördüğüm boşluktan  kaynaklandı. Şöyle ki, bağımsız sinemayla ilgili tabii ki pek çok kaynak var hali hazırda. Ancak, Türk Sineması’na ait sahadan kişilerin ve sayısal verilerin içinde bulunduğu bir kitap göremedim. Bağımsız kavramı öncelikle nedir ile başlasın istedim kitap, çünkü bu kavramda zaman zaman tartışmalı sorular ortaya çıkabiliyor. Bağımsız sinema kavramı nedir? Net bir tanımı var mıdır? Amerikan bağımsız sineması nedir? Avrupa bağımsız sineması nedir? gibi pek çok sorunun cevabını vermeye çalıştım kitapta. Hem sinefil hem de bir akademisyen olarak sorguladığım soruları detaylı şekilde açıklamaya çalıştıktan sonra Türk Sineması’na göz atarak tablolarla ana akıma gösterilen seyirci ilgisinin altını çizmek istedim. Aslında bu noktada, diyalekt bir yöntemle okuyucunun, ana akım ve ana akım dışı filmlerle olan etkileşimini anlamlandırarak bağımsız sinemanın ülkemizdeki yerini sorgulamaya çalıştım. 1990’lı yılların ortalarında gelişmeye başlayan Türkiye bağımsız sineması’nın hangi konjonktür altında gelişimine devam ettiğini de göstermek istedim. Açıklamalar ve tabloların yanı sıra sahaya inerek işin pratiğini gerçekleştiren insanların da fikirleri ve deneyimlerini aktarmak istedim ve sonra sahadan kişilere ulaşmaya çalıştım. Buradaki amacım, öğrencilerin de sinefillerin de bağımsız sinemanın içinde bulunduğu durumları direkt bu işin içinde olan insanlar tarafından anlamlandırmaya çalışmasıydı. Her ne kadar festivallerde söyleşiler olsa da fakültelerde sektörden kişilerle buluşmalar gerçekleşse de ben tek bir kitap altında konuya merakı olan herkesin dönüp dönüp bakabileceği bilgileri vermeye çalıştım.

Geçekten de bizim sinemamız için özellikle kavram karmaşasına sebep olan bir içerik Bağımsız sinema. Sanırım festival filmi kavramıyla karışıyor ya da fazlasıyla içiçe geçmiş bir kavram. Fazlaca insandan görüş almışsın sana göre bağımsız sinema mümkün mü ve tanım olarak nasıl olmalıdır?

Bağımsız sinema kavramı nedir’in cevabını net olarak şu cümlelerde verebiliriz demek asla mümkün ve olanaklı değil. Çünkü, bağımsız sinemanın tarihsel gelişiminde de kavram farklılaşmaya başlıyor ve gelişiyor. Bunun altında yatan en önemli neden, sinemanın sosyolojik ve teknolojik dönüşümlerden etkilenmesi. Yeni iletişim teknolojileri geliştikçe sinemaya sızıyor ve bir bakıyorsunuz bağımsız sinema olarak nitelendirilen bir filmin içinde son teknolojinin olanaklarından faydalanıldığını görüyorsunuz. Fakat, tabii ki genel bir tanımlama yapacak olursak, bağımsız kavramının içini dolduracak nitelikte finansal kaygılardan uzak yapılan filmlerin bağımsız sinema tanımının özünü teşkil edeceğini düşünüyorum. Çünkü, bağımsız sinemanın gelişim tarihinde, maddi destekten yoksun filmlerin nasıl gerçekleştirileceği sorunsalıyla bu kavram oluşmaya başlamıştır. Festival filmi kavramı bambaşka bir dünya. (Gülümseme)  Akademik bağlamda benim kullandığım bir kavram değil. Ancak, içinde bulunduğumuz sinema dünyası temelinde gündelik yaşantımızda tabii ki bu kavramı sık kullanıyoruz. Festival filmi deyince, genellikle klasik anlatı uylaşımlarının dışında anlatım dili kullanan filmler olduğunu biliyoruz. Bu filmlerde muhakkak klasik anlatı sinemasının kodlarını kullanan filmler de var, ancak festival filminden beklenilen ve festival filmi kavramı deyince aklımıza gelen ana akım dışı filmlerin anlatım dili oluyor. Bağımsız sinema, kitapta  uzun uzadıya açıkladığım gibi klasik anlatı sineması kodlarını da kullanır, çağdaş anlatı sineması kodlarını da. Bu nedenle, ‘’festival filmi’’ denilen filmleri de kapsamına alıyor diyebiliriz. Bağımsız sinema daha makro bir kavram. Her festival filmi bağımsız sinema anlayışına uygun da düşmeyebilir, bu sanırım en önemli nokta sorunun cevabı olarak. Her bağımsız film de festival filmi değildir. Festival filmlerinin matematiği var. Seyirciyi de göz önünde bulunduruyorlar, sadece anlatı dili  önemli değil filmi çekerken. Hatta, sırf  a festivalinin (birçok festival aklınıza gelebilir, isim vermek istemedim) seyirci niteliğine uygun filmler yapalım diyerek film yapanlar da var. Artık, seyirci kodları da biliyor, anlatım dilini de. Hangi festivalde, hangi yönetmeni görebileceğini de… Bu noktadan sonra, mecburen ‘’bilinmeyenin ardındaki gerçekleri’’ de görür oluyoruz ve bir matematik ortaya çıkıyor.

Bağımsız sinema mümkün. Ben her zaman sinema adına umut içinde olan biriyim. Sosyo-ekonomik koşullardan ayrı tutmamız mümkün değil sinemayı, ancak sivil destekle de bağımsız sinemanın seyrü seferine yardımcı olabiliriz. Aslında, biz ne yapabiliriz, devlet daha fazla ne yapabilir’i de sorgulamaya çalıştım kitapta ve çözüm önerileri sundum, üstelik bu çözüm önerileri sahadan görüştüğüm kişilerin katkılarıyla şekillendi ve harika çözümler ortaya çıktı, sonuç bölümünde bunları paylaştım. Eğer, en baştan ‘’aman canım bizden hiçbir şey olmaz, ne umudu’’diyen varsa, o zaman herkes bıraksın yazmayı da film çekmeyi de film çekme ümidini de. En değerli eserler, yokluklar ve zorluklarla ortaya çıkanlarda vücut buluyor bana göre.

Yönetmen olmanın gereği film çekmek ve bunun maddi kaynaklarını yaratmak. Birçok yönetmeni ödenekler, fonlar ve pitching çalışmalarının içinde filmlerine kaynak ararken görüyoruz. Bu paranın nereden geldiği bir noktadan sonra çok da önem teşkil etmiyor yapımcı ve yönetmen açısından. Ama ortaya çıkan filminin bağımsız olduğunu iddia eden birçok yönetmen de var. Burada bir kavram karmaşasının yanında gerçeği öteleme gibi bir durumda oluşuyor sanki. Yani film çekmek için her yol mubah gibi? Sen ne dersin? (Biraz ağır mı oldu?)

Süper dürüst bir yaklaşım derim. (Gülümseme) (soru bağlamında)… Çok haklısın, çünkü en baştan da belirttiğim gibi bağımsız sinemanın temelinde finansal kaygılardan uzak film yapabilme mantığı varsa, para konusu sorun teşkil ediyor olmamalı. Ancak, nihayetinde para günün sonunda en mühim mesele ve en acı gerçek tabii ki. (Gülümseme)

Tabii fonu veren kişi ya da kurumlar filmin içeriğine müdahele ediyorsa, hangi bağımsızlık var orada? Bağımsızlıktan söz etmek bir yana, tahakküm altında film yapmak deniyor o işe. Ve dediğin gibi, gerçek öteleniyor. Film çekmek için her yol mubah gibi görünüyor, ancak kendi ideolojine ve hayata karşı duruşuna ters bir yaklaşımla o filmi yaparsan inan seyirci o samimiyetsizliği hissedebiliyor. Tek bir plandan dahi o filmin bağımsızlığına sekte vurulduğu anlaşılabiliyor. Ben, yenilikleri deneyimlemeden yanayım, deneysel edimleri de desteklemekten yanayım. Şunun için söylüyorum, çok inandığın bir film var, ve çok dolaştın, yıprandın, yoruldun, destek bulamadın, çözünürlüğü iyi, perdede gösterebileceğin görselliği sağlayan (grenler de olabilir, mühim değil) bir telefonla çek filmini, bu kadar! Sinematografisi çok başarılı yönetmenler var bunu yapan, artık 21. yüzyıldayız her şey bir taraftan daha kolay teknolojik olanaklar bağlamında, önemli olan içeriğin özgün olması, gerisi teferruat… Sinema, cesaret ister, kalıpları kırmayı bekler, ve en önemlisi samimiyeti sever. Her yol samimiyet varsa mubah bana göre, yoksa mubah değil. (Gülümseme)

Sektörden insanlara da sorular yöneltmişsin, dönüşler nasıl oldu? Yani her soru yönelttiğin cevapladı mı? Popüler film çeken yapımcı ve yönetmenlere soru yöneltmemişsin mesela, belki onlardan da ilginç fikirler çıkabilirdi. Sonuçta Amerika’da stüdyolarda çalışıp istedikleri filmleri çeken popüler yönetmenlere de atfedilen bir tanımlama bağımsız kavramı?

Birçok kişiye ulaşmayı çalıştım. Bu kitap çalışmasının yönteminin en zor yanı her istediğin kişiye ulaşamaman. Çünkü insanlar sette oluyor, senaryo aşamasında ulaşılamaz oluyor vs. Birkaç durum ilginç geldi, yeri geldi söyleyim burada. Ben akademik bir çalışma yapıyorum, ve amacım sinema okuyan öğrencilere yol göstermenin yanı sıra sinefillerin de konuyla ilgili bilgi sahibi olabileceği bir kitap yazmaktı. Sinematografisi başarısız bir filme dahi  sosyal bir ortamda kötü diyemiyorum, çünkü orada emek var, saygı duymak gerekiyor. Kitapta başka hangi yönetmenler var diyerek mail’ıma dönen iki yönetmen oldu, çok garip ve anlaşılmaz geldi bu durum. Kitap, yönetmenler hakkında bilgi veren kitap değil. Keza, mail ile detaylı olarak kitabın içeriğine dair bilgi vermiştim, böyle iki tuhaf geri dönüş aldım. Şimdi şunu çok açık söylemek istiyorum, eserler yaratabilirsiniz, ödülle takdir edebilebilirsiniz, ancak insana  saygı duyulan nokta onun hayata karşı duruşunda ve bunu pratiğe nasıl döktüğünde yatar. Ülkenin en önemli auteurlerinden biri benim için (Türk Sineması için de tartışma götürmez) mesela Ümit Ünal, hemen dönüş sağladı ve iletişime geçtik… Diğer kitabımda Türkan Şoray ile görüşmüştüm, 4 saatini evinde uzun uzun görüşmüştük. Eser yaratmaktan daha öte şeyler var, katkı ve destek sağlayabilmek de bir o kadar önemli, saygı da böyle kazanılıyor zaten.

Popüler film çeken yapımcı ve yönetmenlerden ulaşmak istediklerim oldu, ancak dönüş sağlayamadım, yoksa bir ayrıma gitmedim görüştüğüm kişilerde hatta daha farklı önerileri ortaya çıkarma bağlamında ilginç şeyler de gelebilirdi, bir dahakine diyelim…

En başta söylediğim gibi, Amerikan bağımsız sineması, Avrupa bağımsız sineması farklı, anlayış ve işleyiş olarak… Ben bağımsız sinemanın dünya sinemasındaki nitelendirmelerinin içeriğini vermeye çalıştım okuyucuya. Sonuç kısmında da tekrar özetledim durumu, burada tekrar yinelemem gerekirse maddi kaygıların uzağında yapılan filmler bağımsız sinemanın özünü oluşturuyor.

Bağımsız sinemayla özdeş olabilecek bir alan da kısa metraj ama o da yıllar içinde agresif, protest ve sancılı yanını yitirdi sanırım. Her yer kısa film festivaliyle dolu, filmler yarışıyor, çekişme var. Yani hırs oraya da sıçradı gibi ve oranın da bağımsız tarafı çok kalmadı açıkçası.. Ne dersin?

Bu konuda da hak veriyorum sana. (Gülümseme)  Öyle kısa filmler izliyoruz ki artık ne bütçeler ne bütçeler… Tabii ki en iyi ses tasarımıyla, en iyi kameralarla vs. film yapmak herkes ister, ancak kısa metrajın da kendi içinde bir deneyselliği hatta amatör bir ruhla, o samimiyetle yapıldığına inanıyorum. Bu kadar ihtişamlı bütçelerle yapılan kısa fiilmlerde ben samimiyet göremiyorum, keza inan çoğu zaman keyif alamıyorum. Bağımsızlık bir yana, çok fazla zorlanmış gibi geliyor filmler. Son bir festivalde izledim (festival adını söylemiyorum) (gülümseme) birkaç kısa film, bir şey hissetmek bir yana, o profesyonel tavır bana antipatik geldi bile diyebilirim.

Birçok yönetmenin ödenek bulabilmek için kendisine otosansür uyguladığını az çok biliyor, tahmin ediyoruz. Böyle bir ortamda sağlıklı bir bağımsız sinema fikrinden bahsetmek mümkün mü sence?

Tabii ki mümkün değil. Anlatmak istediğini anlatamamak zaten önemli bir dert. Sanat otosansürle işleyen bir şey değil, sınırsızlığı olmalı sanatçının, cesareti olmalı… Sinema, ucu bucağı olmayan bir düşler diyarı, buraya bir tahakküm ve baskı girmemeli, herkese orada kendi düşlerini, tahayyüllerini içinden geldiği gibi verebilmeli diye düşünüyorum. Ruhumuz bağımsız değil evvela şu dünya konjonktüründe, bu ekonomik sancılarla nasıl bağımsız sinema mümkün olsun, insanlar çabalıyor adeta…Ama, ümit etmeliyiz hep…

Geldiğimiz noktada film çekmek iyice zorlaştı. Film çektikten sonra iş bitmediği gibi sinema salonları da sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Bağımsız film çekmenin dağıtım ve salonlarla olan iletişimi ne durumda sence? Her bağımsız yapımcı başka sinemayla çalışmıyor ya da çalışamıyor mesela. Yine büyük salonların inisiyatifine kalıyor iş. İşin bu tarafı da eksik, tanımsız ve karışık…

Bu taraf öyle karışık ki düşünen adam heykeline dönüyorsun günün sonunda. Dağıtımcı ve sinema salonu işletmecileriyle de görüştüm konuyla ilgili. Onlar da kendi bakış açılarında haklılar. Dağıtımcı, ‘’bu ülkede hangi filmler izleniyor, seyirci neler istiyor bir bilseniz?!’’ deyince, ‘’evet, haklılar’’ diyorsun. Çünkü, dağıtımcı da hayatını idame ettirebilmek için para kazanacak ki sanat filmlerini de gösterebilsin… Arz ve talep meselesi devreye giriyor burada. O nedenle tablo tablo hangi filmler gişe hasılatında ilk sıralarda, film türlerine göre izleme oranları, bilet satış oranları, art-house filmlerin bilet satışı toplamı ve bunun gibi bir çok bilgiyi vermeye çalıştım kitapta, durumu somutlaştırmak adına. Sinema salonları işletmecileri de  ‘’sanat filmi seven seyirci az, seyirci gelmezse dükkanı kapatırız, zar zor ayakta kalıyoruz, ancak faturalarımızı ödeyebiliyoruz’’ diyor. Büyük sinema  salonları belli bir meblağdan ücret belirleyerek sanat filmleri gösteren salonlar açıyor. Şimdi burası çok önemli mesele, çok düşünceliler sağolsunlar da…. Bağımsız sinema salonu işletenler, biz büyük sinema salonu ile rekabete giremiyoruz. 2 lira düşük tutunca, seyirci oraya gidiyor, bu kez bize gelen kitle de giderek yok oluyor diyor. Bu pastanın büyük payı kimdeyse o söz sahibi sinemada!Bu çok büyük bir açmaz ve sorun. Burada monopolleşmeyi bırakın resmen kartelleşme var. Bir kurumun veya kişinin söz sahibi olduğu yerde sinema gelişemez, çünkü sinema kapital sistemin çarkına uyum sağlayamayan dişlilere sahip ruhunda. Ne yapılabilir? Devlet desteği ile bağımsız sinema salonları ayakta durabilir, destekleme biçimlerinin de çok fazla çeşidi var, yeter ki destek olunsun.

Sana göre sinemanızda bağımsız sinema kavramıyla örtüşen yönetmenler var mı, kimler?

Ümit Ünal’ı hem sinematografik bağlamda hem de ruhen tam bir bağımsız sinemacı olarak düşünüyorum. Kutluğ Ataman’ın bazı filmleri keza ruhen  bağımsız. Kadın yönetmenlerin ilk filmlerinin çoğu bağımsız sinema ruhuna paralel (kadın yönetmen nitelendirmesi hoşuna gitmeyenler için parantez, sayısal verilerde  (Türk Sineması’nda) erkek cinsiyetine oranla kadın yönetmen sayısında önemli fark var… bilimde kadın ve erkek sayı oranlarına bilimsel sorgulamalar bağlamında bakılıyor. Keyfi kullandığımız bir nitelendirme değil!)  Maddi kaygılardan uzak olabilmenin yanı sıra cüretkarlık ve cesaret de istiyor bağımsız sinema yapabilmek. Bu yönüyle bakıldığında iki yönetmeni önemli görüyorum.

Son olarak neler söylersin? Bağımsız sinemaya dair senin bir manifeston var mı?

Ben bir sinefil ve sinema akademisyeni olarak cesaretin ve samimiyetin içselleştirilerek yapıldığı filmlerin bağımsız sinemaya katkı sağladığını düşünüyorum.

Hayata dair manifestomu bu noktada söyleyebilirim, öğrenilegelmiş tüm kodları bir kenara bırak, cesaret ve kendine inanç seni özgürleştirecektir !

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.