The Warden, 1966 yılında İran’da hapishane transferi sırasında mahkumlardan birinin kaybolması ile yaşanan gelişmeleri anlatmaktadır. Filmin başında hapishane müdürünün aldığı terfi ile son görevi, yıkılacak olan hapishanenin sorunsuz bir şekilde tahliyesini gerçekleştirmektir. Ancak transfer sonrası yapılan sayımlarda bir kişinin eksik çıkması, film boyunca hissedilecek olan gerilimin başlangıcı olacaktır.
Ahmad isimli mahkumun aslında hapishaneden hiç ayrılmadığının fark edilmesi üzerine hapishane, kendi içerisinde son bir kez daha ‘hapis’ etme görevini gerçekleştirecektir. Dışarıya tüm kapılarını yeniden kapatan hapishanede Ahmad ile hapishane müdürü arasında bir kovalamaca başlamıştır. Bu kovalamaca her iki karakterin de kendi hayatlarının kovalamacasına eşlik eder. Hapishane müdürü, uzun zamandır beklediği ve hak ettiği terfiye kavuşmak için, bir hapishane müdürü olarak ‘her zaman yapmakta olduğu ve yapması gereken’ görevini yerine getirmeye çalışır.
Bu terfi, onun hiyerarşik kariyer basamaklarındaki kovalamacasının bir parçasıdır. Bu yüzden onun gözünde Ahmad hem bir suçlu hem de ideali yolunda duran bir engel, bir düşmandır. ‘Suçlu ve kaçak mahkum’ Ahmad’ın hikayesini ise daha sonradan öğreniriz. Ahmad, bir suç işlemediği halde hiyerarşinin bir sonucu olarak hapse düşen ve idama mahkum edilen biridir. Ahmad’ın gerçeğini bilen eşi ve Karimi, ‘adaletli’ olanı yapmak uğruna onu hapishaneden çıkarmaya çalışmaktadır. Bir diğer tarafta ise hapishane müdürü, mesleki konumunun getirdiği ‘adalet’ anlayışı ile Ahmad’ı bulmaya çalışmaktadır.
The Warden, kayıp bir mahkumu bulmaya çalışmanın hikayesi değildir. Mesleki etik ve hiyerarşik hırslar ile vicdan arasındaki yolu bulmaya çalışırken, adaletli olanın ne olduğunun sorgulandığı bir hikayeyi anlatmaktadır.