Başrollerinde Selma Ergeç ve Mehmet Günsür’ün yer aldığı filmin senaryosu Uygar Şirin tarafından kaleme alınmış. Yönetmenlik koltuğunda ise Türk sinemasının güzide yönetmenlerinden Ümit Ünal bulunuyor.
Ümit Ünal, kuşkusuz Türk sinemasının önemli isimlerinden. 80’li yıllarda senaryo ile başlayan sinema serüveni günümüzde hala daha aktif. Auteur yönetmen olarak da adlandırabileceğimiz Ünal’ın kendine ait bir sinema dili ve kurgusal yapısı var. Kendi yazdığı hikayeleri iyi bir şekilde kurgulayarak hikayeyi gizemli bir hale getiren Ünal, kariyerinde ilk defa başkasına ait olan bir senaryoyu yöneterek kariyerinde bir ilki gerçekleştiriyor. Zira bu filmden kısa bir süre önce Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler adlı romanını aynı isimle beyaz perdeye uyarlamıştı fakat orada senaryolaştırma görevini kendisi üstlenmişti. Bu sefer ise senaryo Uygar Şirin’e ait. Filmin türünden oyunculara, afişinden konusuna kadar her şey popüler bir korku filmi olarak gözükmekte. Bu durum da bağımsız sinema yerine ticari kaygılarla çekilmiş gibi algılanmasına yol açıyor. Fakat yönetmen Ünal, Işık Gölge Oyunları adlı kitabında “Uygar Şirin’in senaryosundaki dünyayı, benim daha önceki işlerimde kurduğum dünyaya oldukça yakın buldum” cümleleriyle ifade ederek kendisine yakın bulduğu için çekmeyi kabul ettiği bir senaryo olduğunu açıklamaktadır. Konusuna bakacak olursak da ticari kaygılar ile çekilmiş korku filmlerinden farklı bir noktada olduğunu daha net anlayabiliyoruz.
Derya (Selma Ergeç), çağrı merkezinde çalışan ve annesiyle yaşayan sessiz, sakin, genç bir kadındır. Bir gün gaipten sesler duymaya, kabuslar görmeye başlar. Gördüğü kabuslar geçmişi ile ilgili şeylerin yansıması gibidir ve kabuslar arttıkça Derya psikolojik bunalıma girer. İş yerindeki amiri ve aynı zamanda çocukluktan beri tanıdığı, abisi olarak gördüğü Onur (Mehmet Günsür) da hikayeye dahil olur ve Derya büyük bir gizemin ortasında kalır. Geçmiş ve şimdiki zaman arasında köprü kurmaya çalışan Derya yapboz parçalarını birleştirmeye çalışırken zorlu bir süreçten geçer.
Gaipten gelen sesler elbette Amerikan korku sinemasında yaygın bir malzeme. James Wan’in 2007 yapımı Ölüm Sessizliği bu konuyu vantrilok bebekler ile işleyerek farklı bir yorum katmıştı. Ümit Ünal ise fantastik ve mitolojik ögeler yerine toplumsal dayanağı olan bir alt metin oluşturmuş. Senarist Uygar Şirin, “Onur karakterinin orijinal hikayede filmin ana teması ile alakası olmamasına rağmen Ümit Ünal tarafından değiştirilerek ana hikayeye dahil edildiğini” blog hesabında açıklamakta. Zira filmin amacı klasik korku filmleri gibi güldürmekten ziyade derdini anlatmaya yönelik. Yönetmen Ünal kendi kitabında filmi “üç kuşak boyunca bastırılmış, susturulmuş kadınların, onların sessizliği ve birisinin iç sesinin her şeyi ele geçirmesi” şeklinde tanımlıyor.
“Bir kadının psikolojisi” üzerine yazılan bir film olarak gözükse de filmde anlatılan kadın birden fazla. Aslında Derya’nın annesi, anneannesi, Onur’un karısı ve Derya olmak üzere 4 ayrı kadından bahsediliyor. Bu 4 ayrı kadının da ortak noktası erkekler tarafından mahvolan hayatları. Zira Derya’nın babası annesini öldürmüştür. Anneannesi, annesinin rolünü yaparak Derya’nın travma geçirmemesi için kendi kimliğinden feragat eder. Onur’un karısı Onur tarafından darp edilip, öldürülür. Derya da tüm bu olaylar çerçevesinde sese maruz kalır. Dolayısıyla film aslında sesi çıkmayan kadınların “ses”i olma amacındadır. Özellikle kadına şiddet sayılarının gün geçtikçe artan sayısının meşrulaştığı günlerde izlenip, anlaşılması gereken bir film.
Film Box Office Türkiye verilerine göre 57.117 kişi tarafından izlenerek 430.268₺ hasılat elde ediyor. Zira Ünal yine kendi yazdığı kitabında bu durumu “iki cami arasında bir film” olmasına bağlar. Türk gerilim sinemasına neredeyse hakim olan Alper Mestçi-Hasan Karacadağ zihniyeti maalesef bu filmin gişe yapmasına gölge düşüren nedenlerden. Zira din üzerinden söylemler daima insanlar için hem cazip hem de olası gelmekte. Dogmatik konular ve dini söylemler her daim insanlara daha ilgi çekici geliyor. Psikolojik gerilim gibi işler Türkiye’de daima arka planda kalıyor ki Box Office Türkiye sitesinde istatistikler de bu konuyu destekliyor. Dolayısıyla filmin dini motiflerle süslenmemesi hatta dini istismar ederek ticari kaygı gütmemesi, filmin niceliğini azaltırken niteliğini arttırmakta. Bunlara ek olarak Ünal’ın gerilimi de bir hayli başarılı. Türün diğer örnekleri gibi ne olacağı belli değil ve şüphe devamlı filme hakim. Ses’in yarattığı gizem daima merak uyandırıyor ve sürpriz final ile şaşırtmayı başarıyor.
(Özellikle Selma Ergeç’e ayrı bir parantez açmak gerekir ki kendisi Derya karakteri ile adeta özdeşleşmiş. Saf, duru güzelliği ile karakteri için uygun bir seçim olmuş. )
Filmin Ankara Film Festivali’nde kurgu ve özgün müzik, Adana Film Festivali’nde kurgu ve görüntü yönetmeni, Sadri Alışık Ödülleri’nde en iyi kadın oyuncu (Selma Ergeç) ödüllerini aldığını da belirtmek gerekir. Şebnem Ferah’ın “Ben Bir Mülteciyim” şarkısı ise oldukça manidar.