Ryan Murphy imzasını izlemeye neden olarak gören benim için şaşırtıcı ve bir o kadar hoş bir seyirlikti Hollywood. Dizinin gerçek karakterlere yaptığı göndermeler, rengarenk dünyası bir yana, alt metni ve sabırlı izleyici için vadettiği duygusal evren sizi içine çekiveriyor. Hollywood’un beni en çok etkileyen yönü de bu.

Dizinin ilk üç bölümünü izleyenlerin aklında yalnızca seks sahneleri ve karikatürize karakterler kalsa şaşırmam, zira dizinin ilk bölümlerinin çoğu yatakta geçiyor ve karakterler ilk bakışta oldukça karikatürize görülüyor. Dizinin “her şeyi” olan Murphy, diğer projelerinde de gördüğümüz gibi izleyiciyi bir insanla tanıştırır gibi hikayeyle tanıştırıyor. Dışarıdan genel bir izlenim, oluşan ön yargılar, çoğu yüzeysel birçok etiket 3. bölüm sonrasında izleyiciyi karakterlerin ve hikayenin derinliklerinde duygusal bir zeminle sarsıyor. Peg’in film hikayesinin anlatıldığı Hollywood dizisi, ilk bakışta “seks seks seks” gibi görülse de, aralanan perde bizi ırk, cinsiyet ve sınıf ayrımcılığının ortasına bırakıveriyor.

Ülkesine savaşta hizmet eden ama kendisine kredi bile verilmeyen genç bir adam, hayallerinin şehrinde oyuncu olmak için çabalarken kendini bambaşka bir işte buluyor. Ahlaki yargıların, profesyonellik sorgusunun, “hayallerin için neler yapabilirsin” sorularının arasındaki ana karakter, izleyiciyi de benzer sorularla baş başa bırakıyor. Karakterleri yakından tanımaya başladığımızda ise oldukça sıra dışı görülen bu anlatının aslında bir o kadar gerçek olduğunu farkına varıyoruz.

“Adı senaryodan çıkarılmak isteyen senarist” hikayesi Amerika’dan binlerce kilometre ötede İstanbul’da, yarım yüzyıl sonra, günümüzün gerçekliğinde hala yaşanıyor örneğin. Diziyi izlerken ilk başlarda yabancılaştığınız hikayeye zaman içinde yarım bir gülüşle eşlik ediyorsunuz. İşlerin biraz abartılsa da, birçok yerde aynı dinamikle yürüdüğünü fark edip, okkalı bir küfür saçıyorsunuz ağzınızdan. Kocasının metresi ile aynı masaya oturan kadının, aldatıldığı kadını işten atacağını hanginiz beklemediniz söyleyin? Spoiler vermemek için direnerek yazıyorum ama işte bu küçük detaylarda çıkıyor dizinin özelliği. Karakterler gerçeklik diye dayatılanla değil, kendi gerçekliği ile, olduğu gibi ve tam da olması gerektiği gibi aksiyon alıyor. Alamayanlar, düzenin başka türlü görünmesi için zorladıkları ise dizi boyunca üzerlerindeki maskeyi yırtmak için çabalıyor.

Dizi, Hollywood rüyasının perde arkasını gösterdikten sonra seyirciye rönesans umudu vadediyor. Neden olmasın diyerek gülümserken, hala kendimizin başka grupların ötekisi olduğunu bilmek Hollywood’un ürettiği en büyük yalanın bu rüyanın kendisi olduğunu farkına varmanızı sağlıyor. Diziyi, Hollywood’a “tu kaka” derken, bu hayali yeniden üretmekle eleştirenlere katılmıyorum. Dizi bozduğu illüzyonun yerine bir diğerini koyarak bence tam da yapması gerekeni yapıyor. Oluşan yeni “hayal diyarı” da elbette gerçeğin dışında konumlanıyor. İkinci dünya savaşı sonrası yılların Amerikan filmlerindeki gibi dizinin de sonunda püripak görülmesi beklenen düzen, bir anlamda gerçekleşiyor. Ancak birçok ikiyüzlülüğü de içinde barındırıyor. Diziyi izleyenler fark edecektir ki, dizini sonunda dönüşen karakterler aslında sektörün temsil ettiği dünyanın da ne kadar yalan olduğunu dışa vuruyor. Bunun anlatı için bir problem değil, bilerek tercih edilen bir ironi olduğunu düşünüyorum. Dizi sona erdiğinde bu dizinin de aynı çarkların bir dişlisi olduğunu bilerek, sadece vadettiği “Hayal Diyarı” için gülümsüyorum.

Hollywood, 7 bölümden oluşan bir Netflix dizisi. Sevmeyeninin de seveni kadar çok olduğunu söyleyebileceğim yapımlardan biri. Ben Ryan Murphy’nin muzip anlatımını sevenlerden olduğum için sizlere izlemenizi gönülden tavsiye ediyorum. İzlerken kendi ön yargılarınız ilk birkaç bölümde sizi yıldırmasın. Dizinin perde arkasında başka bir şey olduğunu fark edeceksiniz. Aynen The Pose’da olduğu gibi Hollywood’da da başkalarının hikayesinin seyircisi değil, eşlikçisi olduğunuzu hissediyorsunuz.

Kıssadan hisse, Ryan Murphy’nin epik anlatımında kendinizi Hollywood’dan akışa bırakıyor ve kendi gerçeğinizin kıyısına varıyorsunuz. Çıktığınız topraklarda kendinizi Hollywood’un vadettiği rüyadan uyanmış, biraz dağınık ancak umutlu hissedebilirsiniz. Ancak sizlere yeni bir hayal vadettiği için Ryan Murphy’e teşekkür etmelisiniz. İyi seyirler…

Gizem Merve Kaboğlu
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldum. atv haber merkezi’nde ve Radyo Marmara’da yaptığım stajlarla deneyim kazandım. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda “Eleştirel haber okuryazarlığı” eğitimi, İstanbul Film Akademi’de Filmlerle Psikoloji Sinematerapi Atölyesi ve Gümüşlük Akademi’de Ümit Ünal’la Senaryo Bakışı atölyelerine katıldım. One Dergi’de başlayan yazın kariyerime Televizyon Gazetesi.com’da ve Dipnot.tv’de muhabir, yazar ve editör olarak devam ettim. 2008 yılından bu yana televizyon üzerine yazılar yazıyor ve röportajlar gerçekleştiriyorum. Süre zarfında 2. ve 3. Antalya Televizyon Ödülleri’nde “önjüri üyesi” sıfatıyla görev üstlendim. 4 yıl boyunca Dipnot Tablet Dergi’de okurla buluştum, şimdilerde Cine Dergi’de yazı ve röportajlarımla yer almaya devam ediyorum. Kariyerimin bir diğer ayağı olan e-ticaret alanında sektörün lider şirketlerinden birinde 3 seneyi aşkın süre Editör ve Pazarlama İletişim Uzmanı olarak çalıştım. 2016 yılında atv ekranlarına gelen Kaçın Kurası adlı dizinin senaryo ekibinde yer aldım, dizi ve film senaryoları yazmaya devam ediyorum. Gizem Kaboğlu yazıları www.gizemkaboglu.com adresinde arşivlenmektedir.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.