Joe Talbot’un ilk uzun metraj filmi olmasına rağmen, The Last Black Man in San Francisco başarılı bir teknikle ekrana aktarılan bir film olarak karşımıza çıkıyor. Zira adından da anlaşılacağı üzere film, Jimmie Fails karakterinden hareketle zamansal, ırksal ve sınıfsal farklılıkların neden olduğu kentsel yabancılaşmayı konu ediniyor. Filmin ilk sahnelerinden duyduğumuz ve zaman zaman yine duyacağımız sözler, izleyiciye sürekli bu farklılığı hatırlatır gibi tekrarlanıyor. ‘’Neden onlar bu ‘elbiseleri’ giyiyor da biz giymiyoruz? Su elli seneden fazladır böyle, neden şimdi temizleniyor?’’  Her gün aynı sözler ile hayatlarına yerleşmiş olan ‘farklılığın’ kendisini dile getiren bu adamı dinleyen tek bir kişi bile yok. Şehre inmek için otobüs beklerken her sabah aynı söyleve şahit olan Jimmie ve Jonathan dahi bu duruma kayıtsız bir şekilde kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlar. Peki, bu durum gerçekten de umurlarında olmadığının göstergesi mi? Hayır. Senelerdir süregelen ayrımların artık herkes tarafından normalleştirildiği, olanı olduğu gibi kabullenip herkesin hayatta kalmaya çalıştığı bir düzende yapılabilecek en kolay yol belki de. Belki de Jimmie için ise en kolay yol, hayalinde yarattığı bir ‘gerçeği’, aslın yerine koyarak yaşamak.

San Francisco şehri üzerinden mahalle-kent ayrımı ve bu ayrımın yarattığı uyumsuzluk, bireyler üzerinden sembolize edilerek filmin birçok noktasına serpiştirilmiş durumda. Bizlerin, film boyunca ‘kenara itilmiş’ olan bireylerin gündelik hayatlarına, giyimlerine, sohbetlerine tanık olmamız, onların içinde bulunduğu duruma daha kolay ortak olmamızı sağlıyor. Bu ortak oluş belki de olayları Jimmie’nin gözünden görebilmemizi ve onun hayaline eş koşabilmemize sebep oluyor.

Otobüsün gecikmesi ile kaykayına atlayan Jimmie ile San Francisco’ya merhaba diyoruz.  Mahalleler arası mimarı farklılıklara, kent hayatının kaosuna, farklı bir ten rengine sahip olmanın bakışları kolayca üzerine çekebileceğine merhaba diyoruz.  Jimmie’nin hayalleri ile gerçeğin aynı potada eridiği evin önünde San Francisco turumuz son buluyor. Yaşanan yan hikayelerle birlikte aslında tüm film boyunca Jimmie’nin idealize ettiği bu eve ulaşma ve onu koruma çabasına tanık oluyoruz. Jimmie için, büyükbabasının kendi elleriyle yaptığı ve yaşadığı bu evi yeniden elde etme çabası kendisine, ailesine, çevresine ve şehrine yabancılaştığı bu durumdan kurtulabilmek için bir çıkış yolu oluşturuyor. Küçük yaşlarda ailesi tarafından bir başına bırakılan Jimmie için yeniden bir aile olabilmenin, hiçbir zaman uyum sağlayamadığı çevresiyle bir bütün olabilmenin ve zamanla değişen şehrinin ritmine yeniden ayak uydurabilmenin tek yolu, evin anahtarına sahip olabilmekten geçiyor. İçinde bulunduğu boşluktan çıkabilmek için kendine tutunabilecek hayali bir dal yaratan Jimmie, yabancısı olduğu gerçeğe gözlerini kapatıyor. Jimmie’nin hayalinin ve duygularının peşinden koştuğu The Last Black Man in San Francisco, hem kulağımıza gelen müzikleri hem de kameraya yansıyan renkleri ile romantik bir çerçevede sosyal konuların ele alındığı bir film olarak karşımıza çıkıyor.

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.