Doğada yeşermiş bir yaşam görünce içim kıpır kıpır oluyor. Hatice’nin bir anlamda modern yaşamdan uzakta ama yoksullukla örülmüş hayatını gürünce hem üzüldüm, hem özendim hem de saygı duydum. Neredeyse kimsenin bilmeyeceği bir hayatı görünür kılıp, Hatice’nin yaşamını bir anda değiştirip yaşamını Oscar kapılarına kadar dayandırmak… Yani bir insanın kendi halindeki hayatının takipçisi olmak…
Üç yılı aşkın sürmüş belgeselin çekimi. Hatice kabul etmiş ama başlarda alışamamış bu çekim işine, utanmış, çekinmiş. Zaten tek odalı evde, her şey öylesine ortadaki… Yaşlı ve hasta annesi sürekli yatıyor ve kızı için endişeleniyor. Hatice aslında yalnız ama arıları var… Şarkı söylediği, paylaştığı, onları yaşadığı yerin gizli yerlerinde rahat bıraktığı bir hayatı var. Ama sonra bir anda çok çocuklu, küçük bir kapitalist düzen bekçisi aile Hatice’nin evinin yakınına yerleşiyor. Belgeselin dingin, kendi halinde giden çatışması da orada başlıyor. Hatice kendisine yörük denmesinden çok eski Türk denmesin tercih ediyormuş. Gelen aile de Türk kökenli çingene…
Hatice yeni gelen aileyle komşuluk yapmak isterken aile Hatice’nin yaşamından çalmaya başlıyor. Onlar da kendi içlerinde samimi. Baba yapmak istediği her şeyi çocuklarının geleceğine bağlıyor ama bir yandan da çocuklarını küçük bir sermaye olarak gördüğünü kabul ediyor. Onlar için işgücü çocukları. Hayvanlara, doğaya, Hatice’ye ve hatta kendilerine karşı o kadar hor davranıyorlar ki izlerken bu aileye kızmak zorunda kalıyorsunuz. Hatta öyle ki Hatice’nin doğal kovanlarını patlatıp kendilerine sermaye yapacak kadar da doyumsuzlar! Hatice’nin tek yaptığı (dava süreci de var sanırım) ise sessizce, sabırla izlemek ve onların gitmelerini beklemek!
Hatice’yi bir kere şehirde görüyoruz ballarını satıyor ve karşılığında annesine muz, kendisine saç boyası alıyor. O kadar doğal, bir o kadar da renkli bir kadın Hatice. Doğa kadar sakin, sade ve renkli. Komşuları doğadan alabildikleri alıp, alamadıkları noktada kahredip basıp gidiyorlar. Hatice’nin hayatından çıkıyorlar ama başka bir yerde, doğanın başka bir bölgesinde tahrip yaratacakları, her şeyin kendileri için yaratılmış bir düzen içerisinde aktığını düşünerek yaşamaya devam edecekler ne yazık!
Hatice’nin annesi, çevresi, etrafında yaşayan hayvanlarla kurduğu ilişki zorunluluk barındırsa da dostluk üzerine kurulu. Bir kere bile arı sokmuyor kendisi, diğer aile ise ısırıklar içinde kalıyor. Hatice yarısı bana yarısı sana yöntemiyle arılarla, doğayla paylaşmayı biliyor, sürdürülebilir içgüdüsel bir devamlılık yaratıyor.
Ben Honeyland’ı çok naif buldum. Kendisi En İyi Yabancı Dilde Film” ve “En İyi Belgesel Film” kategorilerinde Oscar’a aday. Kuzey Makedonya yapımı bir yaşam öyküsü. Hatice annesi öldükten sonra belgesel ekibinin kendisine şehre daha yakın bir yerde tahsis ettiği daha iyi koşullarda bir evde yaşıyor. Oscar’a aday olmaktan çok mutlu. Bu yıl hayatında biraz hareketlilik olabilir ama sonrasında Hatice yine kimsenin bilmediği, doğayla el ele verdikleri hayatında mutlu mesut yaşamına devam edecektir diye düşünüyorum.