Birkaç yıllığına planlanan, dönüş için imkan buldukça zaman sınırı koymaktan vazgeçilmemiş seferin, gelen vatandaşlık hakkıyla yerleşkeyi pasaporta sığdıracağı Hamburg plakalı ahvali, Curtis Mayfield fon desteğiyle yayılır. Öğretmen anne ve işçi babanın bambaşka bir hikayenin geçici bandındaki konukluğu, 1970’de abisi Cem Akın ve üç yıl sonrasında da kendisinin eklenmesiyle üç Almanca kanallı tv kutusu, yarım saat Türkçe yayınlı bir Köln radyosuyla pek çok noele tanık olur. Evdeki yasalar, Altona’nın boğumlarına tezat; kültürel kalıntıların özveriyle büyütüldüğü düzende; liseyi bitirene kadar Bruce Lee ve kuzen Hikmet’in 8 mm’lik projeksiyonuyla geçen çocukluksa çekişmesiz. Oyuncaklarla uyarlanan bir sürü film ve kurmaca öykülerine, altılarında katılan okuma-yazmayla, küçük defteri hayali yönetmen ve oyuncu isimleriyle dolmaya başlar. Kütüphane kartlarının Heinrich Theodor Böll, Günter Grass, Goethe ve Lessing’e sürdüğü yol, Roman Polanski’yi on yaşında anlamaya çalışan Akın’a gider. Eğitim konseyi, tek kişilik dev kadro anne sağduyusuyla tamamlanırken, çalışma disiplini babaya şükranla kaplı bir sistemi sıkı sıkıya tutacak; forklift kullanmadan, paketçilik yapmadan geçen tatil, kuşkuyla geçecektir.

Okulla ve öğrenmekle sorun yaşamaksızın içi bozulmuş karnelerin dış yüzeyi görevi, yine deniz tutkunu babaya düşerek zamanın en iyi dergilerinden Bravo’nun verdiği afiş ve emektar posterler üzerinde gösterecektir marifetini. Kağıda yüklenen anlam, irili ufaklı parçalardan bakadursun, vazgeçmez…Altı sıfırlı belgenin Uluslararası Af Örgütü üyeliği ya da sokak etkinliklerindeki edimleri yuvarladığına inanarak. Dönemin Pazar günleri de bir folklör kursuna adanır misal; adımların kardeşçe karıştığı, duvarlarında Yılmaz Güney posterleri asılı bir halkevine. Uzaklık ayarı bozulup gözlük takacak kadar sonra, bulanıklaşmaya elverişli diğer parçaları da toplamaktan kaçınmaz. Lisedeki yüksek ateş,  bir yere ait olma isteğinde istikrarlı, gözüne kestirdiği ilk çete ‘’The Boys’’ ta kararlıdır. Tam da Hamburg’un en tehlikeli sokağında oturan Akın için, iki ayrı hayatı birleştirip kütüphane çıkışı başkaldıran diğer vesikayı giyinmek zor değildir. Sonrasını, suç potansiyeli sprey boyayla grafiti yapmaktan ibaret ama politik tavrında kararlı başka bir masum çeteye transferi takip eder. 90’ların ilkyardım programı, edilgen kimse bırakmayacak malzemelerle doludur özetle. Duvar yıkılmış, yabancı düşmanlığı tırmanmakta, Alman ulusal futbol takımı dünya şampiyonu olmuş derken, sinema çalışma saatini arttıracak ve okuldaki en iyi not çektiği kısa bir filmden gelecektir… ‘’Sınırlar”. Okulun tiyatro kolundayken katıldığı deneysel bir oyunun ön gösteriminde yayınlanan fotoğrafları ise Studio Hamburg yapım şirketinin audition davetiyle asıl meselesi olan oyunculuğun esas adımı. Hemen sonra yardımcı roller ve televizyon dizilerinde edilgen mesaiyle geçen bu zaman eğilip birkaç şey ister kendisinden…Din derslerinde yazmaya başladığı senaryosu Kısa ve Acısız’ı, sınıfta kalma karşılığı tamamlayarak dinler onu. Adresini telefon rehberinden edindiği Wüste Film’in ofisine bıraktığı bu iş için şirkete sınırlı süre tanıyan bir sabırsızlıkla iki hafta sonra senaryosunu geri almaya gider Akın… Ralp Schwingel’in hararetli desteği ile tanışacağından ve yönetmen tezahüründen habersiz. Filmin ilk olarak kısasını çekmesini ister Schwingel, tek başına yürüttüğü bu otuz bin marklık yürütecin, küçük başyapıt olacağını öngörmüş gibi ister. Süreci, tüm inançsız eşrafa karşın lisenin bitirilmesi ve Hamburg Güzel Sanatlar Yüksekokulu’na kabul takip ederken 600 kişi arasından onamı Son: Bitik Jens isimli filmiyle alır. Kurt Cobain’in intiharı ve The Doors’un This is the End’ ine kulakta ayrılan sürenin hezimetiyle çektiği bu iş, okul kapısına yeni yangılar, çağrı pusulası gönderen tank taburuna uzunca bir bekleyiş paylaştırır…2005’in Ekim’inde konuk profesör olarak dersler vereceğini bilmediği bu okula.

Kısa ve Acısız’da varolan malzemeyi azaltmakta ilkin güçlük çekse de, hazırlık çalışması niteliğindeki Sensin(1995), 11 dakikanın hakkını aldığı ödüllerle verip Getürkt( 1996) adlı ikinci kısasına geçişin referansı olacak, eşi Monique ile tam da bu sıralardaki tanışıklığı, dolaylı katkıyı yanına koyacaktır. Yapım yılından çıkışla, Kısa ve Acısız (1998), Temmuz’da(1999), Solino(2001), Duvara Karşı (2003), İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek(2004), Yaşamın Kıyısında(2006), Soul Kitchien(2008), Cennetteki Çöplük (2012), The Cut(2013), Elveda Berlin(2015), Paramparça(2016), Altın Eldiven(2018) olmak üzere yönetimindeki filmografiye yaslanıp sinemayla geçen aralıksız bir dolaşımdan bahsetmek mümkündür. Kaldı ki takvimini ortak projelere de açmaktan kaçınmayan bir üretkenlikle… ‘’Adı Murat Kurnaz’’ ile katıldığı Almanya 09, Chinatown’la yer aldığı Seni Seviyorum New York(2007), Avrupa Vizyonları için çektiği Eski Kötücül Şarkılar’ın aralarında olduğu toplu projelere yakın durmuştur Akın. Göçmenliğin fonunda inşa edilen diasporik yapı sabit dursun, kimlik çıkarımındaki kestirme yolu milliyet sevgisinde bulanlara karşı, özgürleşmek için uzaklaşanları makaslayabildiği kadar makaslar(!)…Daha kötüsünü duymuş ya da gözlemiştir ihtimalle ancak dramın romantizminde değildir yönetmen.

Tekrarlara açık melankolizmin temel taşı aile çatlaklarını, yavaşlatıp yavaşlatıp ağır çekimde vermez. Hudutsuzluğun hizmetinde çok uluslu bir sürü hikaye, kurtuluş alarmına benzin alıp otoyolun bir yerinden ayrılır. Değişmesi gereken yeri burası değil midir, bunu dilemiştir ve yapar. Özgürlüğün de istila sürecinde uydurduğu birkaç yalan vardır elbet ki, tatbiki sonrasında hesap aynı sayıyı versin. Özetle kurtulacak kim varsa neşeyi bir süreliğine göklerde arayıp birkaç band kaydına çalışsın, dans etmek de hakkıdır…Kendi adaletini kendi kurmaya karar verene; vazgeçmeye mecbur edilene dek. Yukarıda geçirilen sürenin dolduğu, yine bir toplumsal eşitsizlik marşından, membağın cimriliğinden geledursun, yolda geçen süre bitmiştir. İnişlerin kabulü ve avuntular da, özenle finale taşınır. Tekdüze formda gitmeyen sineması, bariyerleri daha esnek hikayelerde de varlık gösterir. Arkadaşlığın, dostlukların stepne olduğu, aile kavramına karıştığı sıcaklığı yüksek filmlerin de hakkını verir. Kadınların daha güçlü, erkeklerin kaybetmeye eğilimli omuzları, aksanlı öğeler, köklerin düğün ve cenazeyi ağırlama davranışları gibi esaslar, yerli yerinde kısık tekrarlar olarak gözlenir. Aynı tarzda yürüyen işlerin ilgi çekiciliğini yitirdiği inancıyla, yeniyi deneyimleme konusunda istikrarlıdır yönetmen. Ön hazırlığı şart kılan; bir senaryo üzerine 6-7 yıl çalışabilen prensiple başlamasına karşın çekim sürecindeyken, yeni fikir ve değişimlere açık davranır.

Ana hattı yerinden oynatmaksızın, ışıkçının verdiği yeni bir fikirle oyuncunun diyaloglarla ilgili önerisini aynı değerde dikkate alır. Zira yaratım sürecinin montaj bittikten sonra dahi devam edebilecek bir yapıda olduğu yaklaşımıyla, her filmin ekleme ve düzeltmelere açıklığı bakidir Akın’a göre. Bu nedenledir ki, çekilen tüm filmlerin aslında tek bir film olduğu inancındadır. Teknik ekibinde devamlılık hakimken, hikaye çeşitliğinin biçimsel öğelere de yansıdığı, arka planda da yeni deneyimlere açıklığı gözlenir…İlk yapımlarda ağırlıklı kullanılan yakın plan çekimler, 2004 itibariyle yerini daha deniş açılara, karakterlerin gözleri olan uzun kadrajlara bırakacak, ışık kullanımından ses efektlerine değin, her yeni işi öncekinden farklı kılacaktır. Sinemanın boyutunu arttırdığına inandığını müzik kullanımı, yerküre panoramasındaki varlığını tek başına da savunabilecek güçtedir. Kulaklarıyla daha iyi gören hayaletleri rock, reggae, funk, soul gibi türlerin içinde gezdirip kapanışa değin tutarlılığıyla büyütür. Ustalık işini de yine Alexander Hacke ile çalıştığı Crossing the Bridge (İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek- 2004) ile 90 dakikaya taşırır. Oyuncu yönetimindeyse, güven bağı mühimdir yönetmen için. Bu noktada yakınlık derecesinin, dostluğun bir avantaj sağladığı kanısındadır kendi işlerinde. Sonuca giden yolda oyuncunun üzerinde yarattığı özgürlüğe itimat eden bir anlayışla emprovizasyona açıktır. Ürdün’de günler süren araştırmalardan Kanada’ya, Hamburg’un en iyi bildiği sokaklarından Roma’ya değin bütçenin sağladığı imkanla, diğer öğelerde var olan zenginlik, mekan seçimlerinde de izlenir. 2003’te Andreas Thie ve Klaus Maeck’le kurduğu kendi yapım şirketi Corazon International’ın da bu özgürlükteki payı atlanmamalı; isabetlere yakınlaştırıcı etkisinin hakkı verilmelidir. Ana kaynak ve oktavların taşıdığı benzerliklere karşın, metissage, underground ya da protest gibi tür etiketlerinin, sinemasını tam çevrelemediği fikriyle 12 uzun metraj filmin her birinin ayrı yerde durduğundan bahsedilebilir. Steven Sodeberg gibi bir tarzda sabitlenmeme tercihinde, hayata geçirdiği üçlemede dahil (Aşk-Duvara Karşı 2004, Ölüm-Yaşamın Kıyısında 2007), Şeytan- The Cut 2014) tutarlıdır…Tekrarlardan uzak, pahasına aldırmaksızın riski göğüsleyen kararlılıkta. Hamburglu yazar Heinz Stunk’un aynı isimli kitabından uyarladığı son filmi Altın Eldiven (The Golden Glove-2019)’le 70’li yıllarda Hamburg’da yaşayan ve kadınları vahşice öldüren seri katil Fritz Honka’nın gerçek hikayesini büyük bir ustalıkla perdeye taşır. II.Dünya Savaşı, herkese yetecek kadar fırlattığı karanlıkla yetinmeyip sönmeye yatkın tüm ciğerlere şehvetli(!) bir ölüm vaad edecektir; entarisi dışında sahiplik oranı sıfır olan düşkünlere tek sığınak bildikleri bir barda. Goldenen Handschuh’ te toplanan 60 yaş üzeri kadın müşterilerin vahametini hızla ölçüp evine davet eden Honka’nın onlara yaşattığı dehşet dolu anları sansürsüz kaydeden film, seyirciyi zorlayan resimlerine karşın yönetmenin en iyileri arasındadır. Oyunculuklar başta olmak üzere iç ve dış mekan detayları, makyaj tasarımı, zihin açan müzik kutusuyla bu kez realistik bir çöplüğün içine atar yönetmen.

Jonas Dassler, Margarete Tiesel ve Katja Studt baş oyunculuğundaki film, uluslararası ödül dağılımında daha çok yer kaplayarak izleyene doğru biçimde ulaşması dışında kendisini savunuya kapatmalı, başyapıtları arasındaki yerini almalıdır. Film sayısını katlayan ödül tarihçesinden ise Metin Erksan’ın Susuz Yaz(1964)’ından kırk yıl sonra 54. Berlin Film Festivali’nden gelen Altın Ayı, 75. Altın Küre Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film seçilen Paramparça, 70.Cannes Film Festivali ile Diane Kruger’ın akıllara kazınan serinkanlılıktaki oyunculuğuna giden En İyi Kadın Oyuncu ödülü gibi daha geniş bir yüzölçümüne yayılanlar bellekte yerini korur. Kürk Mantolu Madonna uyarlamasından Marlene Dietrich’i anlatmak istediği yeni bir diziye, Yılmaz Güney’li bir western’den boks organizatörü Ahmet Öner’in hikayesine değin susturamadığı işlere yaklaştıkça, kullanılan kağıtlara geri dönülür…Çocukken anne babasına kızdığında lunaparktaki çarpışan arabalar bölümünde çalışmakla tehdit eden Akın’ı en iyi karşılayan birkaç Sezen Aksu cümlesine: ‘’Küçük iktidar oyunlarından uzak, insanın kendini hep yapay hissettiği bir sahicilikte’’.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.