Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı ve faşizm üzerine her sene bir yenisi eklenen filmlere alışık olsak da, Taika Waititi bu kalıpsal senaryoyu ele alırken parçalara ayırıyor ve farklı bir bütün olarak karşımıza çıkarıyor. Jojo Rabbit, saf bir bilinç ile ideolojinin kendi gerçekleri arasında kalan bir çocuğun zihnindeki çatışmayı konu ediniyor. Henüz on yaşında olan Jojo Betzler’in en yakın arkadaşının Adolf Hitler’in hayali olması, faşist ideolojinin topluma empoze edilmesindeki başarının gücünü göstermekte. Buna dayanarak Jojo Betzler’ın ne hayalinin Hitler’in koruması olmasını ne dedesinin sarışın olmadığını öğrenmesi üzerine ancak üç haftada kendine gelebilmesini ne de bir yaralanma sonucu kendini kusurlu ve çirkin hissetmesini yadırgayabiliriz. Küçük yaşta faşist ideoloji ile zihni yoğrulmuş bir sürü çocuktan yalnızca herhangi biri Jojo Betzler. Onun doğduğu ve büyüdüğü Nazi Almanya’sının gerçekleri, saf ve henüz sorgulamayan çocuk zihninin gerçeklerini oluşturmuş durumda.

Jojo Betzler ve daha nicelerinin zihinsel yaratım sürecinde, devlet kurumlarının baskınlığı ve süreksizliği yadsınamaz bir gerçek. Daha küçük yaşlardan itibaren Nazi Almanya’sındaki çocukların tatil gibi en ufak bir boş zamanlarının dahi devlet tarafından doldurulduğunu görüyoruz. Yaz kampı gibi başlıklar altında ideolojiye hizmet eden zihinsel ve fiziksel eğitimler düzenleniyor. Kamplarda kızlar yara dikişi, yatak toplama gibi; erkekler ise bomba atma, siper kazma, pusu tekniği gibi eğitimlere tabi tutulurken devletin yarattığı toplumsal cinsiyet rolleri de bu sayede bireylerin zihnilerine aşılanıyor ve bireyler, şu an ve gelecekte devlet ideolojisine hizmet edebilecek birer araç haline dönüştürülüyor.

İdeolojiye hizmet eden başka bir araç ise düşmanlaştırma algısı. Devletin varlığını koruyup, güçlendirebilmesi açısından her zaman bir düşman algısı yaratılıyor. Bu düşmanlaştırma ise kamplardan okullara, iş yerlerinden özel hayata kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Bu algı öyle güçlü bir algı ki kulağa bir o kadar absürt gelebilecek şeyler-rusların bebek yemesi ve Yahudilerin parayı seven şeytanlar olması-toplum tarafından sorgusuz sualsiz alınıp, zihinlerde kendine yer ediniyor.

Jojo Rabbit’in mizahı da burada yatıyor. Aslında kara mizah daha yerinde bir kelime olur. Kitleleri sorgusuz sualsiz peşinde sürüklemiş, temeli hiçbir mantıksal çıkarıma dayanmayan, tamamen insanlığın açgözlülüğü ve merhametsizliği sonucu milyonların ölümüne yol açan bir ideoloji ile dalga geçen bir film var karşımızda.

Filmin bir başka ironik yanı ise bir ideoloji askeri olarak karşımıza çıkan Jojo’ya kıyasla oğlunun uğruna savaştığı ideolojinin tam karşısında yer alan bir anne figürünü barındırması. Rosie Betzler, tüm bu irrasyonel savaş ortamında eleştirel ve merhametli tarafını kaybetmemiş bir anne. Savaşın bir anda önce sonlanmasını ve özgürce dans edebilmenin hayalini kurarken aynı zamanda bu süreçte Yahudi bir kızı evlerinde saklamaya çalışıyor. Bir süre sonra ise Jojo’nun evlerinde saklanan bir ‘düşman’ olduğunu fark etmesi üzerine olaylar gelişiyor. Jojo için bir dönüm noktası olan bu olay, dışarıdaki savaştan ziyade Jojo’nun zihnindeki otorite savaşını seyirciye sunuyor.

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.