Portrait of a Lady on Fire aldığı tüm övgüleri sonuna dek hak eden çok katmanlı bir eser. Yönetmeni Céline Sciamma’yı yönettiği Tomboy ve senaryosunu yazdığı Ma vie de Courgette ile tanınıyor. Ma vie de Courgette çok sevdiğim filmlerden biri olduğunu söylemem gerek. Her biri farklı travmalardan muzdarip küçük çocukları, birbirlerine karşı oluşturdukları savunma mekanizmalarını, nihayetinde farklı olmayı anlatan stop motion olan Ma vie de Courgette 2017 yılında İsviçre’nin 86. Oscar Ödülleri için aday olarak gösterilmişti.

Portrait of a Lady on Fire tematik anlamda kadın özgürlüğü ile ilgili bir film. Sinemasal anlamda ise bakma ve görme mekanizmaları hakkında üstünde hayli düşünülerek yönetildiği belli oluyor. Ressam ve aynı zamanda resim öğretmeni Marianne film boyunca  Héloïse’nin üç tane resmini yapıyor. Sırf bu üç resme, karakterlerin bu resimler hakkındaki konuşmalarına, resimlerin ortaya çıkış süreçlerine dikkat ettiğimizde dahi sanat eserinde bakma ve görme, gerçekliğin temsiline dair bir metinle karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz.

Bechdel testine atıfla hiç erkek karakterin yer almadığı, erkeklerin varlıklarının ve eylemlerinin sonuçlarının hissedildiği, kadınlar arasında geçen Portrait of a Lady on Fire, kadınların bağımsızlıklarının dinamiklerini net biçimde analiz ediyor. Bağımsızlığın yegane şartının ekonomik özgürlük olduğunu görüyoruz. Marianne evlenmek zorunda değildir çünkü ölmüş olan ressam babasının adının simgesel gücünün korumasında yaşamaktadır. Babasının adı ona hayatın içinde bir özgürlük alanı sunsa da filmin sonunda gördüğümüz gibi henüz kendi resmini kendi ismiyle imzalayamaz (kadınların kendi isimleriyle eserlerini imzalayamayışları  hakkında Mary Shelley ve Colette’e de bakılabilir). Özgürlüğü sınırlıdır. Héloïse ise her anlamda hapsolmuş bir karakterdir. Ya manastırda kalmak ya da evlenmek zorundadır. Hapsolmuşluğu yaşadığı evin sert hatlara sahip ahşap duvarları önünde çerçevelenmesiyle ve bu kapalı boğucu mekanla deniz kıyısının ferahlığı arasında oluşturulan karşıtlıklarla görselleştiriliyor. Karakterlerin okuduğu Orpheus ve Eurydice öyküsüyle filmin kesiştiği yer de Marianne’nin evden ayrılış sahnesidir. Marianne, Orpheus gibi arkasında döner bakar ve Héloïse, Eurydice gibi o karanlık dünyada  kalmaya (istemediği bir evliliği yapmaya, özgür olmamaya) mahkum olur bir bakıma. Héloïse’nin annesi ise kızı ve çalışanları üzerindeki gücünü “kontes” olmaktan eşinin /bir erkeğin dolayımından elde eder. Kontes’in evden ayrıldığı beş gün boyunca evin kahyası Sophie, Marianne ve Héloïse arasındaki eşit, dayanışma ve paylaşım içeren, yargılama ve denetlemeyi dışarıda bırakan dostluğu izlemek gerçekten çok keyifliydi.

 

 

Böylesi ince düşünülmüş bir eserde kadın şifacılara dair bir sekans görmek de elbette şaşırtıcı olmadı. Portrait of a Lady on Fire, Ortaçağdaki cadı avlarının nedeni olarak gösterilen buluşmaları, yeniden inşa ediyor. Yoksul kadınlar gecenin karanlığında, ateşin etrafında buluşup şarkı söylüyor, sorunlarını birbirlerine aktararak çözümler buluyorlar. Büyü yapıp kara kedilerle havada uçmuyorlar.

Filme adını veren resim tam da bu sahnede çıkıyor karşımıza.

 

Gül Yaşartürk
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sinema Ana Bilim Dalı'nda Yüksek Lisans ve Doktorasını tamamladı. 2001 yılından buyana birçok mecrada sinema yazıları yayınlandı. Türk Sineması'nda Rumlar'ı yazdı, Sinema ve Diğer Disiplinler kitabını derledi, Ümit Ünal: Işık Gölge Oyunları'nı hazırladı, Sinema ve Toplumsal Cinsiyet: Türk Sinemasında Ev Emek Cinsiyet ve İktidar İlişkileri adlı son kitabı 2022'de Nika Yayınevi tarafından basıldı 2011'den buyana Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesidir

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.