Başrollerinde Scarlett Johansson ve Adam Driver’ın yer aldığı Marriage Story, bir evlilik hikayesinden ziyade zaten bitmiş olan bir evliliğin boşanma sürecini bizlere anlatıyor. Nicole, boşanma sebebini eşinin ilgisiz ve bencil tutumları olarak gösteriyor. Film boyunca yaşanan olaylarla veya daha önce yaşanmış olayların yeniden konuşulmasıyla Nicole’ün boşanma gerekçesinin örtüştüğünü görüyoruz. Ancak Marriage Story, boşanma sürecini anlatırken izleyicinin herhangi bir taraf tutması adına çaba sarf etmiyor. Gündelik hayatta karşılaşabileceğimiz herhangi bir çiftten hareketle tüm ilişkilerin temelinde yer alan iletişim faktörünün önemini ortaya koyuyor. İletişim eksikliğin ikili ilişkilerdeki yansımasını ve bunun sonucunda yaşananların-özellikle evli ve çocuklu bireyler için-nasıl gerçekleştiğini anlatırken bir yandan da boşanma gibi hukuksal bir sürecin, sistem içerisinde nasıl işlediğini gösteriyor. Zaten iletişim eksikliği sonucunda böyle bir sürece girmiş çiftin arasına, avukatlar gibi üçüncül kişiler de dahil olduğunda var olan problem daha da büyüyor ve her iki taraf arasındaki uzlaşma gittikçe güçleşiyor.
Sistem tarafından kadın/anne-erkek/baba rol beklentilerinin nasıl algılandığı da Nicole ve avukatı arasında geçen bir konuşmada göze çarpıyor. Mahkeme karşısında erkeğin/babanın kusurlu tavırları göz ardı edilebilirken kadının/annenin ise en ufak bir hatasının göz ardı dahi edilemeyeceği cinsiyet rolleri arasındaki eşitsizliği gösteriyor.
Nicole’un yer alacağı oyunlardan, beraber yaşadıkları evin zevkine kadar her şeyin Charlie’nin isteği ve fikirleri doğrultusunda olması, Nicole’un tüm hayatını, Charlie’nin düzenine uyacak şekilde değiştirmesi ve bunların karşılığında ise Charlie’nin bir kere bile Nicole’e ne yapmak istediğini sormaması ilişkilerin bir diğer unsuru olan fedakarlık olgusunun her iki taraf için de ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. İlişkilerinin başından beri var olan sorunlar üzerine hiçbir zaman konuşulmaması ve bunun bir sonucu olarak zaman geçtikçe aralarındaki iletişimsizliğin büyümesi, aynı ev içerisinde yaşayan ancak birbirlerine yabancı iki birey haline gelmelerine sebep olmuştur. Bu iletişimsizlik süreci içerisinde eşini aldatan Charlie’nin “Onunla yattığıma sinirlenme, onunla güldüğüme sinirlen.” sözü cinsel bir ihtiyaçtan ziyade ilişkilerdeki anlaşma ve anlaşılma ihtiyacının eksikliğini ve önemini dile getiriyor.