Kariyerinin süresi ve çekimleriyle en uzun süren filmi The Irishman ile izleyicisine bu kez televizyon ekranlarından perde diyen yönetmen Martin Scorsese yine o bildiğimiz ‘karanlığında’ ama bu kez çok farkla.
Hülya Ayazoğlu
Senaryosu eski bir savcı olan Charles Brandt’in ‘I Heard You Paint Houses’ (Evleri Boyadığını Duydum) isimli kitabından uyarlanan The Irishman; Robert De Niro, Joe Pesci, Harvey Keitel gibi Scorsese’nin değişmez kadrosuna yeni katılan Al Pacino ile beraber kare as tamamlanmış dedirtiyor.
Mafya ilişkileri, dostluk, aile bağları, ihanet, hesaplaşma ve şiddet gibi filmlerinin yapı taşlarını oluşturan olgulara bu kez bolca politika da ekleyen yönetmenin Sicilya kökenlerinden kopmadığı son işinde Goodfellas ve Casino yapımlarındaki hareketlilik; yerini yaşlılığın ölümü bekleyen kabullenişine ve biraz da yorgunluğuna bağlı sakin bir tempoya bırakıyor.
Eski bir tetikçi olan Frank Sheraan’ın 1950’li yılların sonuna doğru mafya babası Russell Bufalino ile tanışarak girdiği yeraltı dünyasında adım adım yükselirken yaşadıklarını otuz yıllık bir zaman dilimine yayarak konu alan film; Amerikan tarihine son imzasını meçhul akıbetiyle atan ünlü işçi sendikası lideri Jimmy Hoffa’yı da merkezinde tutuyor.
Hem sempatik hem mafyatik rollerin adamı Pacino için biçilmiş kaftan olan Hoffa karakteri arkasına İkinci Dünya Savaşı’nın şekillendirdiği yeni dünya düzeni, Castro rejiminin yıkılmaya çalışıldığı domuzlar körfezi çıkartması, Kennedy suikasti, başkan Nixon’ın şaibeli seçimi gibi tarihsel süreçlerin nokta atışı anlatımlarını alarak; 1992 yapımı Hoffa filmindeki Jack Nicholson’ının canlandırdığı karakterden bir adım daha öne geçiyor.
Robert De Niro’nun kariyerinde memnuniyetle karşıladığı CGI teknolojisi kullanılarak gençleştirildiği, Joe Pesci’nin uzun bir aradan sonra yeniden boy göstererek yeni alışacağımız dingin ruhunu dramatize ettiği film; Amerikan derin devletinin köklerine uzanan ilişki ağının şifrelerini tek tek kırarken; biyografik suç türünün tepe noktalarında yer alacağının garantisini veriyor.
İtiraflar, iç hesaplaşmalar, suçla geçen ömürlerin içten içe hissettikleri huzursuzluğu en yalın haliyle yansıtan Scorsese; filmlerinin kurgucusu Thelma Schoonmaker ile birlikte yarattığı gangster anlatımlarının içinde bir Godfather etkisi yaratır mı bilinmez ama New York içindeki İtalya’nın havasını solutuyor.
Kadrosundaki tüm devlerin kendi hayatları ve kariyerlerine aynı anda saygı duruşlarını sundukları film, değişen sinema sektörüne kendi türündeki başkaldırı olarak Oscar’a doğru adım adım ilerlerken eleştirenler için Scorsese, Raging Bull filminden bir replikle çok eskiden cevabı vermiş gözüküyor; ‘’Kazanırsan kazanırsın. Kaybedersen hala kazanırsın.’’