2019’un sonlarına doğru gelirken iddialı filmler vizyona girmeye devam ediyor. Yönetmenliğini James Mangold yaptığı ve başrollerinde Matt Damon ve Christian Bale’in oynadığı aksiyon dolu film, ilk haftadan itibaren gişede büyük bir ilgi görmeye devam ediyor. Ken Miles’in aksiyon dolu dramatik başarı öyküsü tarihin tozlu sayfalarından bu filmle beyaz perdeye aktarılıyor.

Film, 1960’larda geçiyor. Ken Miles (Christian Bale) mühendis, araba tamircisi ve yarışlardaki iddialı isim. Carroll Shelby (Matt Damon) ise o dönemlerin ünlü yarış arabası tasarımcısı. Aslında her şey Henry Ford II’nin Ferrari’yi satın almak istemesiyle başlıyor. Şimdiye kadar yarışlarda hiç galip gelemeyen Ford’un amacı Ferrari’yi satın alıp yarışlarda üstünlük kazanmak. Ancak Enzo Ferrari’nin olumsuz ve aşağılayıcı tavrı karşında, bu durumdan intikam almak için Henry Ford II Carroll Shelby ile anlaşmaya karar verip ondan Fransa’daki Le Mans yarışında galip gelebilecek bir yarış arabası tasarlamasını istiyor. Zaman gittikçe daralırken Carroll Shelby’e yardim edebilecek tek bir isim var: Ken Miles. Zaman kaybetmeden çalışmaya başlayan bu ikili gece gündüz demeden en iyi yarış arabasını tasarlamayı başarıyor.

1966 yılında dünyanın en önemli yarışı olan Le Mans’ta yerini alan Ken Miles için uzun ve yorucu bir 24 saat başlıyor. Yarış anıyla geçen her yorucu dakika Ken Miles’i bitiş çizgisine daha da yaklaştırıyor. Başlangıçtaki bazı ufak aksilikler onu rakiplerinden biraz geri itse de arayı kapatıp Ferrari’yle kıyasıya rekabet ediyor. Sona doğru yaklaşırken Ferrari’nin kaza yapması Ken Miles’in önündeki engeli kaldırıyor. Sonuna kadar son surat hızla bitiş çizgisini hedeflerken Henry Ford II yarıştaki diğer Ford markası arabalarla birlikte aynı anda bitiş çizgisine varmasını talep etmesi üzerine Carroll Shelby çileden çıkarıyor. Çünkü bunun sadece bir fotoğraf karesi talebi olmadığının farkında. Ancak ne olursa olsun son sözü Ken Miles’i bırakıyor. Ken Miles için ise bu yarışta rekor kırmak yeterli. Bu yüzden talep edilen şeyi yapıp yavaşlayarak bitiş çizgisine diğer Ford arabalarıyla giriyor. Yarış biter bitmez Carroll Shelby’nin düşündüğü şey oluyor. Yapılan bu hile karşında Ken Miles kaybediyor. Yine de Ken Miles için bu bir son değil. 1967 yılın için yarışlara tekrar hazırlanmaya başlayan Miles ölümünden habersiz, test sürüşlerine devam ederken geçirdiği bir kazada hayatını kaybediyor.

Filme genel olarak baktığımızda oyunculuklar takdire değer. Özellikle Matt Damon ve 2018 yılında “Vice” filminde gösterdiği etkileyici performansıyla dikkat çeken Christian Bale’in performanslarına söz etmek yanlış olur. Fakat filmin genel akışı düşünülenden farklı. Belki de izlemeden önce herkes filmin adından bu iki dünya markasının yarışacağını düşünürken aslında film tamamen Ford’un üzerinden anlatılıyor. Hollywood’un bu konudaki yaklaşımı ise kapitalist bakış açısından öteye geçememiş doğrusu.

Ne olursa olsun filmi izlerken geçen sürenin farkına varmadan uzun ve aksiyon dolu sahneleriyle kendinizi anın akışına kaptırıyorsunuz. Özellikle yarış anını nefeslerinizi tutup izleyeceğinize şüphe yok.

Şimdiye kadar hepimiz en az bir ya da iki defa araba yarışı izlemişizdir. Peki ya hangimizin Le Mans hakkında bilgisi var? Bu filmi izlemedikten sonra araba yarışlarına ilgi duymamak imkansız.

Peki ya sizin favoriniz hangisi? Ford mu Ferrari mi?

Fatma Ozen
1994, Mersin’in Tarsus ilçesinde doğdu. Küçük bir yerde yaşarken bile büyük hayalleri vardı uçsuz bucaksız. Yurtdışına gidecek ve oralarda okuyup kendini geliştirecekti. 2015 ve 2016 yıllarında Amerika’ya gitti. Çocukken izlediği Yeşilçam filmleri ona mutlu bir dünyayı aralarken üniversitede aldığı kültür çalışmaları dersiyle hayatın perde arkasını görmeye başladı. Her şeyin şekillendiği o yıllarda sinemaya her geçen biraz daha fazla gönül verdi. Oscar Wilde’n “Herkes bataklıkta yaşar ama bazılarımız yıldızlara bakıyor” sözünü kendine ilke edinip 2017’de bir çılgınlık yapıp umutları ve cebinde hayalleriyle Kanada’ya gitmeyi kafasına koydu. Yüksek lisans yaparak sinema dünyasını öğrenmeye kararlıydı. Bu gönül uğruna hiç düşünmediği bölümlerde okudu, hiç bilmediği işlerde çalıştı sırf Toronto’da kalmak ve sinema çalışmalarında yüksek lisans yapmak için. Bu koca dünyada tek başına mücadele ederken pes etmeye hiç niyeti yok. İçinde bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme aşkıyla daha nelere el uzatacak bilinmez ama o içindeki çocuğu her gün izlediği ve izlemek için küçük kâğıt parçalarına not aldığı filmlerle besliyor. Hayat izledikçe güzel…

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.