Parasite 72. Cannes Film Festivalinde jüri üyelerinin oy birliği ile Altın Palmiye Ödülü’nü aldı. Buradaki oybirliği vurgusu önemli, zira aralarında birçok önemli yönetmenin bulunduğu diğer adayların hiç oy almadığını söylüyor bize.
Peki filmi bu kadar özel yapan nedir diye sorulacak olursa verilecek ilk yanıt senaryosunu inşa etmesindeki ve kurgusundaki ustalık olmalı. 2 saat 11 dakikalık filmin ilk bir saati ile takip eden bir saati birbirinden hayli farklı. Ancak birbirinden kopuk değil. Marifet tam da burada başlıyor. İkinci bölümde yavaş yavaş tırmanan şiddet ve gerilimin inşa edilmesi. Film bir atmosferden diğerine geçişi, aydınlıktan karanlığa geçişi kendi içindeki mantığı çerçevesinde kurma anlamında çok başarılı. Filmin teması ise Lee Chang-Dong’un 2018 tarihli, Murakami’nin kısa öyküsünden uyarlanan filmi Burning ile hayli akraba. Böyle olması da aslında Güney Koreli yönetmenlerin dert edindikleri sorunlarda ortaklaştıklarının bir ifadesi. Burning’te yoksul Jong -Su ve zengin, umursamaz, bencil kısaca her türlü yozlaşmış değerin vücut bulduğu Ben karakteri arasındaki karşıtlık, Parasit’te Kim Ki-Taek ve Mr. Park karakterleri arasındaki karşıtlıkla aynı. Jong- Su’nun Ben’e duyduğu öfke ile onu öldürmesi ve Kim Ki-Taek’in Mr. Park’a duyduğu öfke ve onu öldürmesi de aynı dinamikten besleniyor. Burning’in Güney Kore tablosu işsizlik, sınıflar arasındaki uçurum, borçlu insanlar, internet bağımlılığı, amaçsızlık gibi öğelere sahip. Parasite de aynı öğeleri farklı bir öykü ve yapı üzerinden işliyor. Parasite, Peter Bradshaw’ın da ifade ettiği gibi sosyal statü patriyarkal aile birliği ve hizmetçi bir sınıfa sahip olma fikrini kabul eden insanlar hakkında. Mr. Park’ın aile hayatı ülkeye dair bir metafor işlevi görüyor. Park ailesinin kusursuz, parlak renkli steril hayatı karanlıkta saklanan insanlar ve yüzleşilmeyen sorunlar üzerine kurulu.
Filmde iki aile var Kim Ki ailesi ve Park ailesi. Kim Ki ailesi şehrin yoksul mahallerinden birinde derme çatma, bodrum katında bir evde yaşıyor. Dördü de işsiz, pizza paketi katlıyorlar, pencereleri insanların ayak hizasını görecek seviyede. Her akşam düzenli olarak sarhoş olup işeyen bir adamı görmek zorundalar örneğin. Yaşamları Rocco ve Kardeşleri’nde (Luchino Visconti 1962) aile şehre ilk geldiğinde yaşadıkları evi anımsatıyor. Evin yer seviyesinin altında olması filmin sonlarında, mahallenin yoğun yağmur yağışıyla kanalizasyon suyu altında kalmasını getirecek beraberinde. Kim Ki ailesi tek bir beden gibi, aralarında gizli saklı yok. Dayanışma ve paylaşım halindeler. İlişkileri çok “sahici” aile fertleri klasik anlamda edepli hareketler sergilemiyorlar birbirlerine karşı. Küfür ediyorlar, yayılıyorlar, sigara içiyorlar. Tıpkı Shop Lifters’daki (Hirokazu Koreeda 2018) aile gibi. Ancak birbirlerine bağlılıkları film boyunca hiç sekteye uğramıyor. Kim Ki ailesi, evlerini kanalizasyon suyu bastığında evin içinden ve aile fertlerinin gözünden yapılan çekimlerde metaforik olarak suça ve yozlaşmaya batmış olarak temsil ediliyorlar. Bu anlamda özellikle, kızları Kim Ki Jung’un taşmakta olan klozetin kapağını kapatıp üstüne oturduğu ve sigara içtiği sahne oldukça manidar. Filmin başında en güçlü internet sinyali tuvaletten geldiği için iki kardeşin klozetin dibine oturup telefonlarından internetle meşgul oldukları sahneyi de aynı minvalde yorumlayabiliriz.
Park ailesi de dört kişilik bir aile. Kim Ki Taek’in, Mr. Park’a eşini kast ederek “yine de onu seviyorsun değil mi” sorusunu yönelttiği sahnede Mr. Park uzun bir süre duraksıyor sonra yapmacık biçimde gülmesi eşini sevmediğini gösteriyor. Mr. Park’ın araba içinde ilişki yaşamaya dair ayrıntılı bilgileri de eşinden başka kadınlarla birlikte olduğunu ima ediyor. Park ailesini aynı kadraj içinde birlikte yan yana hiç görmüyoruz. Ailenin hizmetçi /kahya, şoför, özel öğretmen gibi sorunlarıyla sadece anne ilgileniyor. Baba verilen kararları ya da seçilen insanların yetkinliğini güvenirliğini sorgulamıyor, çocuklarıyla ilgilenmiyor. Böylece büyük ve lüks ev karanlık dehlizleri sırları olan bir yabancılaşma ve yalnızlık mekanına dönüşüyor. Küçük çocuklarının mutfakta gerçekte ne gördüğünü sorgulamıyor ve hayalete inanmayı tercih ediyorlar. Kendi evlerinde kocaman bir sığınak ve o sığınakta senelerdir yaşayan bir adam olduğundan bihaberler. Şehre yağmur yağdığında Park ailesi için bu, ertesi gün bahçede doğum günü partisi verecek hava şartlarını sağladığı için güzel bir şeydir. Şehrin öteki mahallesinde evleri kanalizasyon suyu altında kalan insanlar spor salonunda geceyi geçirmiştir oysa. Kısaca Park ailesi hayatını yalan ve inkar üzerine inşa eder. Filmin sonunda, Geun Sae’nin (Park ailesinin ilk kahyası Moon-Gwang’in, kredi borcuna battığı için sığınakta saklanan eşi) yerini Mr. Park’ı öldüren Kim Ki Taek alır. Bir madalyonun iki yüzü gibi düşünebiliriz bu durumu. Mr. Parklar olduğu sürece karanlıktan delirmiş biçimde fırlayıp gelen Geun Sae ve Kim Ki Taekler de varlığını sürdürecektir.
Filmin son bölümü sinema tarihinin en iyi yönetilmiş sekanslarından biri olmaya aday. Tam olarak Battleship Potemkin’in (Sergei Eisenstein 1925) merdiven sekansı gibi düşünülebilir. Parlak renklerin ve canlı bir ışığın hakim olduğu kusursuz bir doğum günü mekanı adım adım, muazzam bir kurguyla cinnet mekanına dönüşüyor. Sinema öğrenmek isteyenler son sekansın gücünü biçim ve içerik anlamında karşıtlıklardan alan bir montajla nasıl inşa edildiğini adım adım izlemeli.