Karısını kaybetmiş ve emekliye ayrılmış bir tetikçi henüz üzüntüsü geçmeden eski günlerine geri dönmek zorunda kalır. Zira karısından tek hatıra kalan Daisy isimli şirin mi şirin köpeği, mafya babasının oğlu tarafından öldürülür. İntikamını almak isteyen John Wick (Keanu Reeves) rafa kaldırdığı yetenekleri gün yüzüne çıkarmak zorunda kalır.
Aslına bakarsak Hollywood aksiyon filmlerinde “intikam” teması oldukça klişe ve bir o kadar da popüler hale gelmeye başladı. Bu durum aynı yemeği pişirip farklı tabaklarda sunmaya benzemeye başladı ve oldukça laçkalaşır bir hal aldı. Filmin senaryosunu Derek Kolstad üstlenirken yönetmenlik koltuğunda eski dublör Chad Stahelski arkadaşı Davit Leitch ile birlikte oturuyor. Başrolde Lübnanlı oyuncu Keanu Reeves, İsveçli oyuncu Michael Nyqvist ve Willem Defoe bulunuyor.
John Wick geçmişinde oldukça acımasız ve usta bir katildir. İşinde öylesine uzmandır ki ona “Baba Yaga” denmektedir. Birçok toplumun mitlerinde “karabasan” anlamına gelen bu söylem filmde Rus mitolojisiyle özdeşleştirilmiştir. Film hikaye olarak oldukça klişe bir temaya oturtulmakta. Yine bir Hollywood intikam hikayesi ve yine düşmanımız Ruslar !
Rus mafya babası olarak gördüğümüz Viggo Tarasov (Michael Nyqvist) sıradan bir mafya babası değildir. Kendine ait kuralları olan ve adeta Amerika sınırları içerisinde özerk bir yönetim sahibi bir adamdır. Oğlunun John Wick’e bulaşması üzerine elindeki tüm gücü John Wick’i ortadan kaldırmaya yatıracak hatta öldürene 2 milyon$ ödül verecektir. İşte John Wick öylesine güçlü öylesine korkulası bir karakterdir ! Oysa John Wick emekliliğe ayrılmış, mimari kitaplar okuyan, programlı ve düzenli bir yaşama sahip, yas tutan, dindar bir adamdır. Fakat sözde uyuyan devin uyanması paniğe neden olunca işler rayından çıkıyor…
Filmin ilk 20-25 dakikası oldukça gizemli bir şekilde sessiz sakin devam ediyor. Karakterimiz Wick’in sükunetli yaşamını seyrederken ortalıkta dolaşan kasvet merak uyandırıyor. Fakat klişe tema tam burada devreye giriyor. Entertainment yazarlarından Chris Nashawaty John Wick’in bu imajını “Spagetti Western” döneminin önde gelen isimlerinden Clint Eastwood’a benzetiyor. Az konuşan ve sadece bakışlarıyla çok şey anlatmaya çalışan, eli silahlı bir adam…
Aksiyonu oldukça fazla ve filmin temposu da bir hayli yüksek olsa da çekim kalitesi oldukça vasat durumda. Sinema eleştirmeni Kerem Akça bu durumu ” Eski bir kiralık katilin hikayesi Jean-Claude Van Damme, Chuck Norris, Steven Seagal gibi kült isimlerin eserlerini akla getiren kırılgan bir dramatik yapı ve ucuz bir görsel yapıyla sarılıyor. Üstüne üstlük onların dövüş sanatına kattıkları egzotik ve farklı hava dahi canlanmıyor.” cümleleriyle açıklıyor.
“The Globe And Mail” yazarlarından David Lee ise “özensiz bir anlatı” tabirini kullanmakta. Zira film oldukça ciddi bir yapıda ilerliyor. Solgun renk tonları, mimiksiz karakterler ve yumruk sesleri… Ancak koca şehirde silahlar patlarken, insanlar böcek gibi art arda ölürken bir tane polis çıkıp gelmiyor. Geldiğinde ise müdahale etmeden devam ediyor. Bu da filmin tüm ciddiyetini ve realitesini doğrudan yere çekiyor.
Bunların yanı sıra filmde oldukça soru işareti bırakılmış. Amerika’nın göbeğinde Contiental Otel adında yaratılan ütopya oldukça üstünkörü anlatılmış ve birkaç replikle geçiştirilmiş ve basma kalıp bir mekan olarak kullanılmış.
Keanu Reeves ise bu tarz rollerden emekliye ayrılmalı gibi gözüküyor. Mel Gibson’un “Blood Father”, Denzel Washington’ın “The Equalizer”, Kevin Costner’in “3 Days to Kill” ya da Liam Neeson’un “Taken” yapımları benzer şekilde emekli tetikçileri için son dönem örneklerinden. Fakat Keanu Reeves bu noktaya gelebilmek için erken davranmış. Yapmacık mimikler ve hantal dövüş sekansları B tipi aksiyondan öteye gidemiyor.
Yapımcılar arasında Eva Longoria ve David Leitch’in de bulunduğu film Box Office Mojo verilerine göre yaklaşık 20 milyon$ civarında bir bütçeye sahip ve dünya çapında 88 milyon$ civarı hasılat elde etmiş. Box Office Türkiye verilerine göre ise 262.841 kişi tarafından izlenerek yaklaşık 3.3 Milyon Türk Lirası elde etmiş.
Filmin belki de tek olumlu yanı Taylor Bates imzası taşıyan müzikleri olmuş. Özellikle Marilyn Manson imzası taşıyan parça oldukça başarılı.