Ekim ayı İstanbul’a olduğu gibi Ayvalık’a da sanatla geldi. Başka Sinema Ayvalık Film Festivali hem Ayvalıklıları hem de İstanbul’dan gelen sinema profesyonellerini ve sinemaseverleri yılın öne çıkan yerli ve yabancı filmleriyle buluşturdu. İzleyicilerin en çok ilgi gösterdiği ve beğendiği yapımlardan biri de Levan Akin’in “And Then We Danced” (Ve Sonra Dans Ettik) filmiydi. Başrolünde Levan Gelbakhiani’yi izlediğimiz film, kendi varlığını yoğun dans çalışmaları içinde keşfeden, bir yandan maddi ve ailevi sorunlarla boğuşurken dans tutkusuna dört elle tutunan Merab’ın kendi cinsel yönelimini fark etmesi, deneyimlemesi ve açığa vurmasını dokunaklı ve gerçekçi bir biçimde anlatıyor. Annesi, anneannesi ve abisiyle pek de konforlu olmayan bir evde yaşayan Merab, sabahın erken saatlerinde Kafkas dans topluluğunda ter dökerken akşamları da garsonluk yaparak evi geçindirmeye çalışıyor. Yakın arkadaşı ve dans partneri Mariam ile aralarındaki bağı Mariam aşka yorsa da yeni dansçı Irakli’nin ekibe dahil olmasıyla işler Merab için hem ters yüz oluyor, hem de eninde sonunda yüzleşmek zorunda kalacağı içsel keşfin kapıları aralanıyor.
ZEYNEP ESRA İSTANBULLU
İsveç’te doğup büyüyen Levan Akin Gürcü kökenli bir yönetmen. Ailesinin Türkiye geçmişi dolasıyla buraya da yabancı değil. Kökeniyle ve kültürüyle bağlarını koparmamış olan Akin’in filminde Gürcistan kültürüne, mutfağına ve sokaklarına oldukça içeriden tanıklık ediyorsunuz. Akin, filmin açılış sekansındaki siyah beyaz geleneksel Gürcü dansı sahnelerinden, aile ve komşuluk ilişkilerine, gece hayatından bölgede LGBTİ’nin nasıl konumlandığına kadar kapsamlı bir bakış sunuyor.
Filmin en temel başarısı da yönetmenin tüm bunları sinema sanatlarından fedakarlık yapmadan hikayeleştirip görselleştirmesinde saklı. Gri-kahverengi sokaklarda ve mekanlarda çekim yapan yönetmen güneşi yakaladığında ışıktan son derece ustalıkla istifade ediyor; ne sanattan ne de gerçekçilikten ödün veriyor.
Filmi daha önce gördüğümüz benzer temalı filmlerden ayıran en önemli özelliği ise hikayeyi saf aşk üzerine kurması; aşkı evrensel, cinsiyetler üstü, herkesin ilişkilenebileceği duygular ve deneyimler üzerinden ele alması. Zorlamadan, göze sokmadan, en önemlisi de marjinalleştirmeden aşkı yeryüzüne indirmesi.
İlk gösterimini Cannes’da yapan ve İsveç’in Oscar aday adayı olan film gösterildiği her yerde ilgiyle ve takdirle karşılanmaya devam ediyor. Levan Akin ve Levan Gelbakhiani ile Ayvalık’ta bir araya geldik; filme dair keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
*Bu konuyu filmleştirme ilhamını nereden aldınız?
Akin: 2016’da Gürcistan’daki Onur Yürüyüşü şiddetli bir saldırıyla karşılaştı. Çok kişi yaralandı. Ben konuyla ilgili videoları sosyal medyada izledim ve gördüklerimden fazlasıyla utandım. Benim bildiğim, sevdiğim Gürcistan böyle değildi. Toplumun kendi çocuklarını bu şekilde linç etmesi dehşet vericiydi. Ben de konuyu detaylıca araştırmaya başladım. Girişimimin bu filmle sonuçlanacağını bilmeden Gürcistan’a gittim. Oradaki çalışmalarım beni Levan Gelbakhiani’ye ulaştırdı.
*Oyuncu olarak Levan’ı seçmenize varan serüvenden bahseder misiniz?
Akin: Levan’ı Instagram’da buldum. Gençlerle konuşarak araştırma yaparken sosyal medya algoritması yeni arkadaşlar önerince Levan çıktı önüme. Kırmızı saçlı, kliplerde dans eden Levan çok sempatikti. Kast direktörüme onunla görüşmek istediğimi söyledim ama o görüşmek istemedi. Kendimden bahsetmeyi pek sevmem ama kameraya uygun, etkileyici yüzler bulmakta keskin gözlere sahip olduğumu söyleyebilirim. Onunla aldığım ilk kamera kaydını izlemek oldukça keyifliydi.
*Başrol oyuncusu Levan Gelbakhiani’ye soralım: Oyunculuk deneyiminiz var mıydı?
Gelbakhiani: Ufak bir tiyatro grubunda çalıştım ama kamera karşısında bu tür bir deneyimim yoktu.
*Filmdeki Kafkas dansı sahneleri son derece profesyonel ve etkileyiciydi. Kafkas dansları eğitiminiz var mıydı?
Gelbakhiani: Ben bale eğitimi aldım. Aslında modern dansçıyım ve filmden önce Kafkas danslı eğitimi almamıştım.
*Peki ilk aşamada projede yer almayı kabul etmemenize rağmen sonradan nasıl ikna oldunuz?
Gelbakhiani: Aslında filmin konusunu ve Gürcü toplumunu düşünerek beş kez reddettim. Fakat bir gün kast direktörümüz beni aradı ve bir yönetmenin benimle görüşmek istediğini söyledi. Bu proje olduğunu bilmiyordum. Ama oturup detaylıca konuşunca ve teaser izleyince kabul etmeye karar verdim.
*Aileniz ve çevreniz nasıl karşıladı?
Gelbakhiani: Anneme söylediğimde teklifi enine boyuna düşünmemi tembihledi. Tabii ilk başta endişeliydi. Ama ben kararlılıkla “Bu benim hayatım ve filmde oynamak istiyorum,” dedikten sonra desteğini esirgemedi. Arkadaşlarıma gelince, onlarla zaten hiçbir gerilim yaşamadım. Hep desteklediler beni.”
*Filmdeki eşcinsel aşk çok sahici, samimi ve dokunaklıydı. Çok kişisel bir soru olduğunun farkındayım, dilerseniz cevap da vermeyebilirsiniz ama sormamın amacı etkileyici oyunculuğunuzun ardındaki sırrı öğrenmek. Buradaki gerçekçiliğin sırrı sizin cinsel yöneliminiz mi?
Gelbakhiani: Eşcinsel değilim. Tamamen role büründüm.
*Bu durumda oyuncuyu iki kez tebrik etmek gerekiyor. Çok daha yüklü bir karakter üstlenmiş, anlamaya ve anlatmaya dair ekstra çaba sarf etmiş olmalı.
Akin: Levan’ın oyunculuğu gerçekten sahici, saf ve etkileyici. Ama buradaki asıl giz aşkın kendisi. Birine aşık olduğunuzda onun kadın veya erkek olması fark etmez. Aynı duygular, aynı mekanlar… Aşk, aşktır.
*Gürcü kökenli bir İsveçli olarak kimliğinizi nasıl konumlandırıyor ve filmin İsveç aday adayı olması konusunda nasıl hissediyorsunuz?
Akin: Aslında oldukça iyi hissettiriyor bu durum çünkü ben pek çok anlamda bir İsveçliyim. Levan bilir, dakiklik, disiplin, zamanında uyuma, yeme-içme tercihleri bakımından tipik bir İsveçliyim. Ama aynı zamanda Türkiyeli geçmişi olan Gürcü bir aileden geliyorum, ki bunu çok heyecan verici buluyorum. Bu kültürlerin hepsini aynı anda kucaklıyor ve benimsiyorum. Türk, Gürcü veya İsveçli olma tanımını benim adıma kimsenin yapmasına da müsaade edemem. Kimseniz osunuz ve kimliğinizi de ancak siz belirleyebilirsiniz.
*Filmin en güçlü taraflarından biri de müzik seçimi. Geleneksel Gürcü müziğinin yanısıra ABBA da kullandınız. Müzikle nasıl ilişkileniyorsunuz ve seçimleri nasıl yaptınız?
Akin: Ben her tür müziği seviyorum. Türk müziğini de seviyorum. Sezen aksu, Gaye Su Akyol en çok dinlediklerim arasında mesela. ABBA’yı da çok seviyorum, üstelik Gürcistan’da da çok popüler. ABBA’nın parçasını kullanma iznini nasıl aldığımı soracak olursanız, yapımcılarımızdan biri olan Ludvig Andersson, ABBA üyelerinden Benny Andersson’un oğlu. Bu sayede kullanabildik. Aksi taktirde maddi olarak boyumuzu aşardı.
*Türk müziğine ve kültürüne ilginiz göz önünde alındığında Türkiye’de bir film projeniz olabilir mi?
Akin: Şu an tam olarak bilemiyorum ama olabilir. Araştırmalarım devam ediyor. Belki Merab’ın İstanbul’a geldiği bir hikaye olabilir. Konu bakımından bu filme benzer mi, bilemiyorum. Belki kısmen göndermeli olabilir ama bu filmden epey farklı bir şey yapmak istiyorum.
*Film Gürcistan’da gösterildi mi?
Akin: Geçtiğimiz hafta Tiflis’te gösterildi ve beğeniyle karşılandı. Kasım’da tüm Gürcistan’da gösterime girecek. Şimdiye kadar pek çok olumlu geri dönüş aldık ama yer yer olumsuz eleştiriler alacağımızı şimdiden öngörebiliyoruz.
*Filmin bir sahnesinde Merab bir yılgınlık ve öfke anında duvardaki posterlerini söküyor ama Hayao Miyazaki’nin “Spirited Away” posterine kıyamıyor, orada bırakıyor. Miyazaki’ye özel bir hayranlığınız mı var?
Akin: Ben Miyazaki’yi severim ama asıl hayranı Levan. Hatta bir “Spirited Away” dövmesi var vücudunda. Aslında duvarda bir poster daha bırakıyor, bir kedi resmi. O da benim kedim.
*“And Then We Danced” bir kendini buluş hikayesi. Bu film sizin için de bir kendini bulma serüveni oldu mu?
Akin: Şimdiye dek pek çok film ve televizyon projesi ürettim. Öyle bir noktaya gelmiştim ki “Bir sürü prodüksiyonda çalıştım ama bu işin asıl zevkine ulaşamıyorum,” diye düşünmeye başlamıştım. Yaptığım işler de çoğunlukla iyi geri dönüşler alıyordu ama o özgün enerjiyi bir türlü yakalayamadığımı hissediyordum. 30lu yaşlara geldiğimde burjuva hayatımdan, konforumdan, mobilya değiştirip durmak gibi burjuva heveslerimden bunalmaya başladım. 40lı yaşlarımın başındayken de bu arayış bende bir kriz halini almaya başladı. Tabii Tesla araba almak, boşanmak gibi beylik çabalara değil de bu arayışa düşmek iyi bir şey bence. Bu film benim için gençlik yıllarına bir geri dönüş, bir nazire gibiydi. İngilizce’de bir deyim vardır: “Gençlik gençlerin elinde ziyan olup gider.” Filmde buna da bir dokundurma var aslında. Bir gün içip ABBA şarkıları eşliğinde dans ederken ertesi gün kendinizi kilisede papaz karşısında, nikah masasında buluverirsiniz. Hayatınızın nasıl bir şekil alacağını bilmeden. Gençlik zamanlarımı hatırlamak ve o yıllara daha yakından bakmak anlamında benim için çok hassas bir deneyimdi bu film.
*Filmin ters köşelerinden biri de Mariam’in ve Merab’ın abisinin beklenenin aksine kucaklayıcı, avutucu şefkatiydi. Muhtemel tepkinin daha sert olması beklenirdi. Siz hikayeyi sevgi dolu ve iyileştirici kurgulamışsınız.
Akin: Hayattaki deneyimim bana sevginin umulmadık yerlerde, zamanlarda ve kişilerde bulunduğunu öğretti. İlginç bir şekilde, desteği en umulmadık yerlerden alıyorsunuz. Açıkçası meselenin bu yönüne odaklanmak istedim. Ayrıca sevginin gelişip evrimleşebileceğini düşünüyorum. Hepimizin kafasında kardeşler, sevgililer ve arkadaşlar arasındaki sevgiye dair dar kalıplar var. Oysaki sevgi çok farklı kılıklara bürünebilir. Çok farklı katmanlarda seyredebilir. Mariam karakterinde böylesi sıradışı bir güzellik var. Başta Merab’a aşık olduğunu hissediyor çünkü biriyle vakit geçiriyorsan, birlikte dans ediyorsan ve iyi anlaşıyorsan onunla sonunda nişanlanır ve evlenirsin. Böyle öğretilmiş. O bu sevgisinin karşılıksız olduğunu gördüğünde hayalkırıklığıyla karışık bir öfke duyuyor ama Merab’ın Irakli’yi tıpkı kendisinin onu sevdiği gibi sevdiğini anlıyor. Bunun bir sapkınlık değil, saf aşk olduğunu fark ediyor. Empatiyle yaklaşıyor. İlginç bir şekilde abisiyle de benzer bir deneyim yaşıyor Merab. Kardeşinin nasıl bir sınavdan geçtiğini, ne kadar acı çektiğini anlıyor ve onu sahiplenmeyi, desteklemeyi seçiyor.