Kısa filmlerinden tanıyıp sevdiğimiz Serhat Karaaslan’la ilk uzun metrajlı filmi Görülmüştür minvalinde konuştuk!

Kısa filmlerden sonra bir uzun çekme fikri nasıl şekillendi ve o süreci nasıl yönettin?

Sinema okuluna gitmediğim için, birçok kişi gibi ben de bir yerden başlamak ve film yapmayı öğrenmek için kısa film yaparak sinemaya başladım. Kısa film çekene kadar da kısa film dünyasından bihaberdim açıkçası. Şimdi de kısa filmleri çok takip edemiyorum. Kısa film yapmadan önce uzun film yapma isteği ve fikri zaten vardı. Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama’da yüksek lisans yaparken, yapımcı Serkan Çakarer bir dönem bize yapım dersine geldi. Bisiklet’i ve Musa’yı yeni yapmıştım. Serkan kısa filmleri beğendi ve beraber ne yapabiliriz diye konuşmaya başladık. Serkan’a uzun zamandır kafamda olan cezaevinde mahkumların mektuplarını okuyup sansürlemekle görevli genç bir memurla ilgili bir fikir olduğunu söyledim. Serkan sevdi. Bu konuyu araştırıp, üzerinde çalışalım dedik. Fikir uzun süredir kafamdaydı ancak hapishane hiç bilmediğim bir dünya olduğu için nasıl bir şey yapacağımı bilmiyordum. Ortada bir hikâye de yoktu. Çıkış noktası atanamadığı için gardiyan olmak zorunda olan bir üniversite mezunuydu. Bir yandan araştırmalar yaparak yazmaya başladım. Kısa bir tretman ortaya çıktıktan sonra da finansman arayışına başladık.

Hikayenin kaynağı nedir, nereden çıktı hapishane ve yazarlık ilişkisi?

Uzun zamandır hapishanede olan, politik bir tutsak olan bir tanıdığımla mektuplaşırken ve onun ziyaretine gidip gelirken Cezaevi Mektup Okuma komisyonunun varlığından haberdar oldum. Aldığım mektuplardan birinin bir bölümünün tamamen okunmayacak bir şekilde özenle karalanmış olması çok etkileyiciydi ve ilk olarak o zaman mektupları okuyan insanları düşünmeye başladım.  O zamana kadar her ne kadar bütün mektuplarda ‘Görülmüştür’ ‘Görüldü’ mühürlerini görmüş olsam da mektupların bir komisyon tarafından ve mektup okuma yönetmeliğine göre özenle okunup, gerekli gördükleri halde karalayarak sansürlediklerini bilmiyordum. Konu ilgimi çekti ve bu konuyla ilgili bir şeyler yapmak istedim. Başta belki bu işi yapan ya da geçmişte yapmış olan biriyle ilgili bir belgesel yaparım diye düşündüm ancak bunun çok zor olduğunu kısa sürede öğrendim. Ben de kurmaca bir film yapmaya karar verdim. Konuyla ilgili araştırma yaparken bir gardiyandan, çoğunlukla edebiyat mezunlarının mektup okuma komisyonunda görevlendirildiğini duymuştum. Ne kadar doğru bilmiyorum ama bunun nedeni de okuduklarını anlama ve daha hızlı okuma kabiliyetleri olmasıymış. Bu fikir çok hoşuma gitti ve ana karakterin edebiyatla ilgilenen biri olmasına karar verdim. Edebiyatla ilgilenen ve hikâye arayan birisi için hapishane mektupları bulunmaz bir ortam. Senaryonun ilk versiyonunu Barış Bıçakçı’ya okuttum ve Barış, Zakir’in bir yazarlık kursuna gitmesi fikrini verdi.

Gardiyanın takıntının ötesine geçen bir köşeye kıstırma, konumuyla mahkum ve mahkum yakınları üzerinde kurduğu bir baskıdan söz edebilir miyiz?

Belki baskı değil de müdahalede bulunuyor diyebiliriz. İstediğini elde etmek için zaman zaman konumunu ve gücünü kullanıyor. Görüş salonunda tam kadınla konuşacak fırsatı yakalamışken mahkumlar ziyaret salonuna geldiğinde orada mahkûmu kolundan çekerek itekliyor. Karısının önünde onu küçük düşüren bir hareket. Bu sahnede mahkûma karşı olan tavrı istediğinde konumunu ve elindeki gücü mahkum ve yakınları üzerinde kullanabildiğini gösteriyor. Daha sonra gardiyanlar mahkumu dövdüklerinde o da dahil oluyor. Bunların Zakir’in farklı yönlerini ortaya çıkarmak için filmde olduğunu söyleyebilirim. Kadını kurtarmak için elinden geleni yapsa da onun bir kahraman gibi görülmesini istemedim. İyi yanlarını da zaaflarını da görüyoruz.

Kayınbaba figürünün beli belirsiz gelini üzerindeki baskısı ama gelinin bu anlamda olanı biteni kabulleniyormuş gibi görünme durumunu nasıl yorumlayabiliriz?

Filmin yapısı gereği kadını hep uzaktan, Zakir’in gördüğü kadarıyla görüyoruz. Kamera hiç Selma’nın bakış açısına geçmiyor, yakınına girmiyor. Eğer Selma’nın da bakış açısından olan biteni görseydik, onun bu duruma karşı tepkisini daha fazla görebilirdik. Kadının olan biteni kabul ettiğini söyleyemeyiz. Mektuplarında ve görüşmelerde kocasına kimi dolaylı kimi doğrudan kayınpederinin baskısından ve taciz edildiğini ima eden söylemleri oluyor. O yüzden bu durumu tamamen kabullendiğini söyleyemeyiz. Selma’nın hikayesini Zakir’in gördüklerinden ve okuduklarından yola çıkarak kafasında tamamladığı haliyle anlatmak istedim.

Bir de filmi izlerken gardiyanın her yerde olması bana ilginç geldi, sanırım gardiyanın her yerde olabilme ihtimalini sevmedim.

Zakir’i her yerde değil hapishanenin belli başlı birkaç mekânında görüyoruz. Senaryoyu yazarken görüştüğüm gardiyanlara bir okuma memurunun hangi bölümlere gidebileceğini ve neler yapabildiğini sormuş, bilmediğim detayları danışmıştım. Sınırları bilerek yazdım aslında. Çalıştığı bölüm dışında, onu ziyaret salonunda, santral odasında, koridorlarda, yemekhanede ve bir sahnede de cezaevi avlusunu gören bir pencerenin önünde görüyoruz. Pembe odada geçen sahnede gerçek değil onun bilinçaltı. Filmin sonlarına doğru da zaten artık işini boş vermiş kendisini tamamen hikâyeye kaptırdığı için gitmemesi gereken yerlere de gitmeye başladığını, yapmaması gereken şeyleri yaptığını daha fazla görmeye başlıyoruz. Santral odasına gidip telefonu dinlerken de Ahmet’le olan ilişkisini kullanıyor. Başka bir sahnede de Ahmet onun çalıştığı odaya gelip masasındaki mektupları karıştırıyor. Aynı kurumun farklı birimlerinde çalışan memurlar arasında böyle şeyler olur, birbirini idare etme durumları olabilecek bir şey sonuçta.

Bir yandan da gardiyanın herkesle kurduğu ilişki sorunlu. Bir kendi iç dünyası, gerçek yaşamı ve insanlarla kurduğu ilişki. Hepsi farklı ve çelişkili. Burada yazar kimliği ne kadar baskın?

Zakir’in öne çıkan özellikleri paranoya ve obsesyon olsa da onun daha farklı yönlerini de ortaya çıkarmaya çalıştık. Daha renkli ve zengin bir karakter olmasını istedim. Filmde iletişim halinde olduğu herkesle farklı bir ilişkisi var, bu ilişkilerin her birinde de onun farklı bir yönünü görüyoruz. Dışarıda hapishanede çalıştığını insanlardan saklıyor, hapishanede ise dışarıda yapıp ettiklerini, gittiği kursu iş arkadaşlarından saklıyor. İki kimlikli bir yaşam sürüyor diyebiliriz. Haliyle hapishanede farklı biri dışarıda daha farklı biri gibi görünüyor. Gerçek hayatta da tanıdığımız bütün insanlarla ilişkilerimiz aynı değildir. Çok küçük farklar olsa dahi bence her bir insanla olan ilişkimiz diğerlerinden farklıdır.

Oyuncu seçimi konusu nasıl oldu? Kafandaki oyuncularla çalışabildin mi?

Senaryo yazarken Zakir karakteri için başka bir oyuncu vardı kafamda. O oyuncu son anda olmadı. Daha sonra oyuncu arayışımız aylarca sürdü. Senaryoyu yazarken hep gözümün önünde başka bir oyuncu olduğu için bir türlü kimseyi Zakir olarak kafamda canlandıramıyordum. Sonra Berkay Ateş’ten çok güzel bir audition geldi. Hepimizi heyecanlandırdı. Hemen ikna olduk. Cast direktörümüz Pınar Gök 7-8 ay boyunca oyuncu aradı. Bazıları bildiğimiz oyunculardı, bazılarını da audition yaparak bulduk. Çok iyi oyuncularla çalışma şansım oldu.

Filmin çekim yeri neresiydi, cezaevi çekimleri için neresini kullandın?

Filmi gerçek mekanlarda çekmek istiyordum ancak izin alamadık. İzmir’de Cezaevine dönüştürebileceğimiz eski bir askeri hastane bulduk, bazı bölümleri cezaevi gibiydi. Oraya da izin çıkmadı. OHAL döneminde gittiğimiz her yerde ve görüştüğümüz herkes çok temkinli yaklaşıyordu bu projeye. Film platolarındaki hapishane dekorlarına baktık, pek iyi değildi. Ümraniye Film platolarında küçük bir cezaevi yaptık. Cezaevi sahnelerinin hepsi ve diğer bazı sahneler dekorda çekildi. Yakın dönemde Türkiye’de çekilen hapishane filmi olmadığı için elimizde bir referans yoktu. Ama sanat yönetmenimiz İbrahim İldem şartlarımız çok kısıtlı olduğu halde bence güzel bir iş çıkardı ortaya.

Seninle 2015’te bir yapılan röportajda Görülmüştür’den bahsediyorsun. Bir filmin ortaya çıkma süreci neredeyse üç dört yılı buluyor, bu normal bir zaman dilimi mi, yoksa ilk film etkisi mi?

İlk filmlerde ekstra bir zorluk ve daha uzun süren bir finansman arayış süreci oluyor sanırım. Ancak bu şekilde finanse edilen filmler her halükârda ortalama üç yılı buluyor. Yani fikrin ortaya çıkışından filmin izleyici karşısına çıkmasına kadar. Ortak yapım yapmak istiyorsanız çekime hazır bir senaryoyla finansman aramaya başlasanız dahi minimum iki yıl sürer filmi finanse etmek. Bizim üç yıldan daha fazla sürdü. Hem filme finansman bulmamız uzun sürdü hem de planladığımız çekim takviminden birkaç ay önce 15 Temmuz süreci oldu. 15 Temmuz’dan sonra filmi bir yıl ertelemek durumunda kaldık.

Bundan sonra neler olacak hayatında?

Valla bilemiyorum. Önümüzü pek göremediğimiz günlerden geçiyoruz. Birçok arkadaşım yurt dışına gidip yerleşti. Yapmak istediğim bir kısa film var. Bu yılın sonunda çekmeyi planlıyoruz. Kafamda bir iki fikir var. Onlardan birini yazmayı düşünüyorum.  Ne zaman başlarım çalışmaya bilemiyorum.

 

 

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.