İstanbul Üniversitesi’nde düzenlediğimiz bir kısa film workshopunda tanıştığımız Naz Melis Özdil’in festivallerde başarı elde ettiği “Orada Bir Yer” iyi bir belgesel. Deneysel bir anlatımla Dziga Vertov’a da selam çakan çalışma, kırsal ile kentselin çatışmasını tersten okuyor. Bu kez sorularımı filmin yönetmeni Naz Melis Özdil’e yönelttim. İyi okumalar…
Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?
Tabii ki. İsmim Naz Melis Özdil. İlk olarak İstanbul Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünden mezun oldum ve İstanbul’un en iyi otellerinden birinde staj yaptım. Stajım bittiğinde turizm ve otelciliği gerçekten sevdiğimi ama ruhumu, kendimi ortaya koyamadığımı ve yaratıcılığımı geliştiremediğimi fark ettim. Sanata çok bağlı bir birey olarak sanatsal üretimde bulunmam gerektiğine inandım ve bu doğrultuda tekrar İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünü kazandım. Artık 7. Sanat olan sinema ile istediğim, hayal ettiğim üretimlerde bulunabilecektim. Okulum ve hocalarım sayesinde Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünün hem kuramsal, hem de pratik yönünü öğrendim. Fakültemiz radyosu Radyo İletişim’de 3 yıl çalıştım ve aynı zamanda radyo programı yaptım. Televizyon ile ilgili program formatları ürettim. Çeşitli kısa film projelerinde görev aldım. İlk sinema üretimim belgesel film ‘’Orada Bir Yerde’’yi mezuniyet projem kapsamında çektim. 2018 yılında Radyo, Televizyon ve Sinema bölümü ikincisi olarak mezun oldum. Hemen arkasından İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim dalında yüksek lisansa başladım. Şu an yüksek lisans eğitimime devam ediyorum ve doktora eğitimim için hazırlıklarımı yapıyorum. Teori ile pratiğin birbirine eklemlenerek ilerlediği bir sinema üretimini kendime ilke edindim. Üretimlerimi bu ilke doğrultusunda gerçekleştiriyorum ve gerçekleştireceğim.
Senin için kısa filmin tanımı nedir?
Bu soruya ilk olarak kısa filmin değil, filmin benim için ne demek olduğu sorusu ile başlamak istiyorum. Sinema, hem görselin hem de işitselin bir araya geldiği, hareketi kaydeden, onu mühürleyen bir sanat. Sinemanın gücü tam bu noktada devreye giriyor. Görsel ve işitsel unsurlar başarılı bir şekilde bir araya getirildiğinde söylenmeyen sözler, fikirler, hisler, eylemler ortaya çıkarılmış oluyor. Böylece sinemanın ima etme ve gösterme gücü ortaya çıkıyor. Bu noktadan hareketle kısa film benim için kısıtlı bir süre zarfında anlatılmak istenilenin görsel ve işitsel unsurları yerinde, doğru ve ölçülü olarak kullanıldığı, net ve yalın ama bir o kadar da şiirsel bir sinema dilinin yaratıldığı yapımlardır. Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde kısa süre içinde izleyici üzerinde uzun bir etki yaratılmış olunuyor: Kısa film, uzun etki…
Biraz “Orada Bir Yerde”den ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?
Belgesel filmim ‘’Orada Bir Yerde’’ önemli sinema kuramcısı ve belgesel film yönetmeni Dziga Vertov’a ait şu sözle başlıyor: ‘’Kulak gizlice gözetlemez, göz kulak misafiri olmaz.’’ Bu söz aslında izleyiciyi film süresince neyin beklediğini açılışta özetliyor. Kentleşmenin hızla devam ettiği, nüfusun ve betonlaşmanın arttığı, trafiğin, çeşitli ekolojik sorunların çoğaldığı günümüz toplumunda bize hem yakın, hem de uzak olan ‘’Orada bir yerde’’ hayatını sürdüren bir çiftçinin varolma öyküsünü anlatıyor. Belgeseli çekme nedenim tam olarak olarak bu. Yapılan işi ve emeği kamera aracılığıyla gözlemlerken, aynı zamanda belgeleyerek zamanda bir iz bırakmak istedim. Ayrıca sinema kesinlike kolektif bir süreç. Belgesel yapım süresi boyunca daima yanımda olan, destekleyen, emek veren proje danışmanım ve hocam Dr. Öğr. Üyesi İlkay Nişancı’ya ve ekip arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
Sence hızla gelişen teknolojinin kısa filme ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?
Bu soruyu sinema sektörü ve izleyiciler açısından iki şekilde ele alabiliriz. Sinema sektörü açısından sinema üretim süreci kolaylaştı. Gelişen teknoloji ile artık sadece cep telefonu ile çekim yapmak olanaklı hale geldi. Maliyetler belirli bir oranda düştü. Kısa film üretiminde bulunmak daha az maliyetli ve pratik bir hale geldi. İzleyici açısından ise gelişen teknoloji sonucunda üretilen yapımlar cep telefonu, tablet ve laptop gibi taşınabilir cihazlar üzerinden izlenmeye başlandı. Böyle olunca sinemacılar film çekim aşamasında izleyicinin net olarak algılayabileceği daha çok yakın plan ağırlıklı yapımları tercih etmektedir. Bir götürü olarak ele alabilirsek sinemanın veya görsel- işitsel yapımların taşınabilir cihazlarla izlenmesi neticesinde teknolojinin izleyicileri bireyselleştirdiğini düşünüyorum. Büyük resme bakarsak dijitalleşme süreci ile pozitif anlamda bir dönüşümün söz konusu olduğunu düşünüyorum.
Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?
Sinema tarihi içinde yer edinmiş her yönetmen, her yapım çok değerli. Sinema dilini, sinematografisini, kurgusunu, sinema ritmini, estetiğini ve sanat yönetimini beğendiğim, referans aldığım yabancı yönetmenler Ingmar Bergman, Andrei Tarkovsky, Jean-Luc Godard, Sergei Eisenstein, Dziga Vertov, Luis Bunuel ve Abbas Kiyarüstemi. Yerli yönetmenler ise Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Ömer Lütfi Akad ve Metin Erksan.
Sinemanın yanı sıra resim sanatının da sinemaya bakışım ve sinematografi anlayışım üzerinde etkisi oldukça fazla. Kendim resim yaptığım gibi resim sanatı içerisinde Vincent Van Gogh, Edvard Munch, Salvador Dali, Leonardo Da Vinci, Michelangelo, Rembrandt, Wassily Kandinsky, Kazimir Malevich, Jackson Pollock, Edward Hopper ve daha sayamayacağım bir çok ressamın ve resim akımın üzerimde, görüşlerimde çok fazla etkisi var. Ayrıca işitsel yönümü ve ritim duygumu geliştirmek için piyano eğitimi alıyorum. Sanatın çeşitli dalları ile sinema dünyamı geliştirip destekliyorum.
Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?
Türkiye’de film festivallerinin sponsor bulma vb. maddi konularda zorluk yaşadığını düşünüyorum. Var olan festivallerde ise temel sorun, yarışma kategorilerinin net bir şekilde ayrılmamasıdır. Örneğin festivallerde belgesel film kategorisi tek bir kategori olarak ayrılmakta ve bu kategorinin içine kısa, orta ve uzun metrajlı filmler dahil edilmektedir. Kısa, orta ve uzun metrajlı filmlerin ‘’En İyi Kısa Belgesel Film’’ vb. şekilde ayrılarak ayrı kategorilerde ele alınması ve değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Aynı zamanda bu kategoriler içinde öğrenci ve profesyonel yapımlar birlikte yer almaktadır. Profesyonel yapımlar belirli bir maddi destek ve fon ile yola çıkarken, öğrenci yapımları çok kısıtlı bütçeler ile film yapım sürecini gerçekleştirmektedir. Profesyonel yapımlar ile öğrenci yapımları da kesinlikle ayrı kategorilerde değerlendirilmelidir ve şartlar eşitlenmelidir. Bir başka açıdan festival film başvurusunda minimum süre konulması kısa film başvurularını engellemektedir. Sinema Eserlerine İlişkin Kayıt Tescil Belgesi de öğrenciler için bir başka engel olmaktadır. Filmin tescil edilmesi için alınan bu belgenin ücreti öğrenciler için yüksek bir meblağdadır. Yeni kanunla Sinema Eserlerine İlişkin Kayıt Tescil Belgeniz yoksa, filminiz festivallerde +18 kategorisinde (+18 olmamasına rağmen) gösterilmektedir. Son olarak değerlendirme aşamasında uzun metrajlı filmlere daha çok emek harcandığı, kısa metrajlı filmlere ise daha az emek harcandığı yönünde bir görüş mevcut. Değerlendirme aşamasında kısa filmin yarattığı uzun etki unutulmamalıdır.
Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…
Yüksek lisans eğitimimi tamamladıktan sonra doktoraya başlamak hedefindeyim. Akademik kariyerimi sürdürürken bir yandan da edindiğim teorik bilgilerin ışığında pratikte belgesel filmler üretmek istiyorum. Şu an yeni belgesel film projem üzerinde çalışmalara devam etmekteyim. İleride izleyicinin film izleme sürecinde aktif olduğu interaktif anlatıya sahip bir belgesel üretmeyi planlıyorum.