Lucy…Luc Besson’un 15.uzun metraj filmi olup tek başına senaryosunu yazdığı bir filmdir. Yaklaşık 40 milyon$ bütçe ile çekilip dünya çapında 458 milyon$ gelir elde etmiştir. Aksiyon, polisiye film yazarı olarak da bilinen Luc Besson’un Leon,Fifth Element filmleri buna dayanak gösterilebilir. “Mafya” kalıbından bir türlü kurtulamadığını bu filmde de bizlere kanıtlamış. Bilim-kurgunun yanında bir mafya unsuru eklenmiş diyebiliriz. Öncelikle filmi baştan ele alalım.
Filmin senaryosu “zihnin tamamını kullanabilen bir karakter” etrafında gerçekleşen olaylar zinciri anlatılıyor. Bu senaryo 2011 yılında Neil Burger’ın filmi olan ve Alan Glynn’ın eseri olan “Limit Yok” filmi ile çok benzerlik göstermekte. Ancak filmin işlenişini ele aldığımızda “felsefe, fantastik ve bilim-kurgu”nun girmesi işin rengini değiştiriyor diyebiliriz. Film soru işaretleriyle başlayıp soru işaretleriyle biten bir film aslında. “Kim, neden, nasıl” gibi sorular filmin başından sonuna kadar kafamızın içinden çıkmıyor.
Örneğin filmin açılış sahnesinde Richard karakterinin ısrarla Lucy’yi içeriye yollamak istemesi basit bir olay gibi gözükse de aslında Lucy’nin kaderidir. Kaderinin çizdiği çizgide ilerleyen Lucy’nin başına gelenler ise tesadüf gibi gözükse de aslında “zamanın ona oynadığı bir oyundur.”
Hemen ardından gerçekleşen sahnemizde ise Lucy karakteri mafya tarafından yakalanmaktadır. Fakat yakalanırken lanse edilen sahne çok açık ve nettir. Mafyanın adamları gelir Lucy’yi gözüne kestirir. Aynı esnada bir çita da avını gözüne kestirir. Emin adımlarla ava yaklaşır. Bu sırada mafya da yaklaşır. Çita harekete geçtiği anda Lucy kolundan tutulur götürülmeye başlanır. Çitanın avını ele geçirdiği an asansör kapısı kapanır.
Açık bir şekilde insanoğlunun “vahşi doğadaki hayvanlar kadar” acımasız olduğunu vurgulayan bir sahnedir. Aynı vurguyu ise Professor Norman’ın evrim teorisi açıklaması sırasında “hayvan basamağının en üst sırasında yer alan insan” cümlesiyle desteklemektedir.
Söz konusu maddeye gelince ise; CPH-4 olarak bahsedilen maddemiz filmde de söylendiği gibi “anne karnında cenin bebeğin kemiklerinin gelişimi” için üretilen bir maddedir.Bebeğin kalıtsal oluşumlarında yardımcı olur ve gelişimi için gerekli bir maddedir.Sentetik halinde uyuşturucu haline getirilen bu madde ise Lucy karakterinin karın boşluğu bölgesine yerleştirilir ve darbe sonucu kana karışır.Uyuşturucu haline getirilmiş olan CPH-4 maddesi Lucy’de olağanüstü değişimler yol açar.
Bilimsel olarak bu mümkün değildir. CPH-4 maddesi hiçbir şekilde yetişkin bir insanda olası bir tepkime göstermez.Yani filmimizin bilimsel olarak bir gerçeklik değeri yoktur. Hollywood filmlerini genel olarak ele alacak olursak; bilim-kurgu filmlerinin o an mümkün olmadığını fakat ilerleyen teknolojilerde olabilirlik kazanacağını görürüz. Fakat bu filmde ise bu olayın ilerleyen zamanlarda bile mümkün olmayacağını söylemek mümkün. Luc Besson ise bunun farkında olmasından dolayıdır diye düşünüyorum filme bilimsel olarak değil de felsefi olarak devam etmiş.”Varoluş” felsefesi üzerinde durmuş ve evrim teorisi ile bunu desteklemiştir. Bir diğer yandan ise her şeyin kaynağını matematiğe değil “ZAMAN” kavramına dayandırmıştır.
Luc Besson’un her filminde olduğu gibi bu filmde de mantık aramak gereksizdir.Mantık hatalarından ziyade mantık ötesi ile ilgilenen Besson filmde sübliminal ögeler koymaktan da çekinmemiştir. Örneğin başrolümüz Lucy karakterinin ismi bile bir sübliminaldir.”Tarihteki ilk kadının adı Lucy idi.”
Filmin finaline doğru tekrar karşımıza çıkacak olan “Tarihin ilk kadını Lucy” insana benzerliği ile evrim teorisini tekrardan karşımıza çıkarıyor. Başrol karakterimizi ele alalım tekrardan.Adı Lucy. Fakat hiçbir sahnede veya replikte soyadından bahsetmiyor. Hatta kimlik gösterilen sahnede soyadı kadraja alınmıyor. İnsanın evrimine inanan ve her şeyin zamana dayalı olduğunu anlatan bir filmde; belki de Lucy tarihteki ilk kadının günümüze yansımasıdır. Belki de başrolümüzün kaderi zamandır. Tesadüf diye başlayan hikaye aslında bir tesadüf değil insanın varoluşuyla ilgili bengü-döngüsel bir durumdu belki de.
Buna örnek olarak ise finaldeki “bilgi aktarım” sahnemizi ele alalım.
“Her şeyin temeli zamandır.” mantığı ile yola çıkan karakterimiz önce Paris’e (!), sonra Büyük Kanyon’a, oradan Times Meydanı’na gider. Daha sonra basit bir el hareketi ile zamanı geriye sarar. 1700lü yıllara döner. Bir el hareketi daha yaparak Kızılderililerin zamanına döner. Biraz daha geriye dönen Lucy bu sefer dinozor çağına gider. Son bir hareket ile de özüne döner.
Özüne döner evet. İnsanlığın özü aynı zamanda kendi özü…Geçmiş ile günümüz arasındaki ince çizgidir. Bengü-döngü olayının varlığıdır bu sahne. Filmin asıl felsefi boyutu ise bu temastan sonra gerçekleşir. Her şeyin daha da öncesine gidilir. Dünya’nın oluşumunun parçacıklar halinde meydana gelmesi, Büyük Patlama ve her şeyin öncesi bilim-kurgusal görsel efektler ile lanse edilmiş.1 Milyar yıl öncesine kadar dönüşüm devam etmektedir. Çünkü “hayat bize 1 milyar yıl önce verildi.” Zincir tamamlandıktan sonra da tüm kainatın tek bir hücreden meydana geldiğini görüyoruz. Tüm bu hücrelerin ise Lucy’ye dönüştüğünü…
Ve Lucy tanrılaşır.
-Nerede o?
-Ben her yerdeyim.
Tüm bunların bir yanına siyasi mesajdan da geriye kalınmamış. Örneğin Tayvan’da gerçekleşen olayda Asyalılar’ın ne kadar acımasız olduğunu, bir uyuşturucu uğruna hastaneyi basacak kadar cesur ve barbar olduklarını da yansıtmaktan vazgeçmemiş. Tüm çözümü ise Fransız Polisi ile işbirliği halinde yapan bir ülke var karşımızda.
Luc Besson’un kariyeri boyunca yaptıklarına bakacak olursak yazdığı,y önettiği, yapımcılığını üstlendiği her filmde “Batı merkeziyetçiliğini” vurgulamaktan çekinmemiş üstüne doğuyu kötülemekten vazgeçmemiştir. Lucy filminde de Lucy karakterinin zaman yolculuğu ilk olarak Paris’ten başlar. Asyalı bir adamın kurşunundan kurtulmanın ilk durağı Paris’tir. Zamanın temelleri orada atılmışcasına…
Faklı bir bakış açısıyla https://www.mumillica.net/2014/12/lucy-darwin-ve-tasavvuf.html