HBO’nun şimdiden klasikleri arasına gireceğini belli eden mini dizisi Chernobyl, Türkiye insanının hiç de yabancı olmadığı bir felaketi izleyicilerine sunuyor. 1986’da Ukrayna’da meydana gelen nükleer patlamanın anlatıldığı dizi, 5 bölümden oluşuyor. 33 yıldır çekilen dememin nedeni, hepimizin aslında bir yerinden bu hikayeye şahit bireyler olmamız. Dizinin prodüksiyonu 16 ay sürse de, bu yapım 30 küsur yıl + 16 ayda ekrana hazırlandı. Tüm dünyanın tanık olduğu bu trajik olay, etkilediği milyonlarca kişinin hikayesi ile bugün hala yazılmaya davam ediyor. Chernobyl dizisi de bize bu kabus tablosunun fırça izlerine yakından bakma fırsatı veriyor. Elbette olayın başat aktörlerini merkeze alan yalnızca birkaç hikayeyle… Etkileri 33 yıldır birebir hayatımızda olan bu kabus, yerel hafızamızda kameralar önünde “zararlı değil” diyerek çayını yudumlayan bakanlar, 80’li yıllarda doğan ve çay içmekten hala imtina eden Kuzey Anadolu gençleri, kanser ölümleri ve her ailenin üstüne çöken ölüm sessizliği ile yer buluyor. 5 bölümden oluşan dizi aslında bitmiyor, sonunda her birimizin çok iyi bildiği bir felaketin anılarını hafızalarımızda tazeliyor. Bu yazıyı dizinin henüz yayınlanan 4 bölümünü izleyerek ve HBO’nun podcastlarini dinleyerek yazıyorum. (Elbette neredeyse 5 saatlik podcasti deşifre edemeyeceğim için yazıda o yayınlardan birkaç not bırakıp sizi HBO’nun youtube, itunes ve spotify hesaplarına yönlendiriyorum. Dizinin, hikayenin ve gerçeğin mutfağını merak edenlerdenseniz muhakkak dinleyin)
Bu Bir Belgesel Değil, Yalanların Bedelinin Anlatıldığı Bir Docudrama
Dizinin 1. bölümünün açılış cümleleri özellikle tüm hikayeyi anlamak için kayda değer. “Asıl tehlike şu, eğer yeteri kadar yalan duyarsak o zaman artık doğruları seçemeyiz.” Dizinin yaratıcısı Craig Mazin podcastte de dizinin, “yalanların bedelinin hikayesi” olduğunu söylüyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor: “İnsanlar yalan söylemeyi, yalanlara inanmayı tercih ettiğinde ve herkes gerçeğin üstünü örten o yalanı sürdürmek için edilgen bir komplonun ucundan tuttuğunda bundan kurtulmak için uzun süre uğraşılır ama gerçek bizi umursamaz. O sonunda karşınıza çıkar.” Dizinin tamamen gerçekleri ele alan bir belgesel olduğunu söylemek doğru değil, ancak gerçeklerden temel alan bir docudrama olduğunu belirtmek mümkün. Birçok karakter gerçek olsa da kurgu karakterler de mevcut. Elbette patlamanın nedeni ve olayların akışı ile ilgili her anlatı da var olan varsayımların dizi ekibi tarafından en “doğru” olduğunu tahmin ettikleri… %100, belgelere dayalı gerçeklikte değil dizi. Podcastte de Mazin bunun altını çiziyor, güvenilir kaynakları, derin araştırmaları mevcut ancak gerçekte olan ile ilgili, ortaya çıkan versiyonlardan en akıllarına yatan ekranda.
Chernobyl Neden Bu Kadar Etkileyici?
Çünkü rahatsız edici… Diziyi izleyenlere sorduğumda hep aynı kelimelerle hislerini tarif ettiler. “Kanım çekildi”, “Ürkütücüydü”, “Gerçekçiydi.” Üzerine radyoaktif enerji yüklü parçacıklar yani zehir yağarken, yangının ışıklarının çok güzel olduğunu söyleyen insanlar, oyun oynayan çocuklar vardı dizide. Patlamaz denilen çekirdeğin patladığı reaktörün hissettirdiği, batmaz denilen Titanik’in batışındaki sahneleri izlemek gibiydi. Balo salonunda eğlenen insanların yerini, reaktörün patlamasını izleyen masum halk almıştı. İzlerken ben bunu düşünmüştüm, sonra podcasti dinlediğimde dizinin yaratıcısı Craig Mazin de Titanik’e gönderme yaparak bu hikayeyi neden anlatmak istediğini, neden araştırmaya başladığını anlatıyordu. “Titanik neden battı deseler herkes buzdağına çarptığını söyler. Ama kimse Çernobil’in nedenini söyleyemiyordu. Bu yüzden bu konuyu araştırmaya başladım.” Bence sadece Çernobil’in gizemi değil, trajedisi de Mazin’i bu benzetmeye zorluyordu bilinçaltında. Ne de olsa acının yüzü her yerde farklı ama hissi aynıydı.
Çernobil’in neden bu kadar etkileyici olduğunu düşünürken aklıma Albert Camus geldi. 1960’ta bir araba kazasında ölen Camus, ölümünden önce kendisine en absürt ölümün hangisi olduğu sorulduğunda “araba kazası” yanıtını vermiştir.* Değişen dünya, yaşamı değiştirirken ölümü, ölümün nedenlerini ve şeklini de değiştirmiştir. Hastalıktan ölen insanların yerini daha uzun yaşayan ancak kendi yaptıkları aracın bir yere çarpmasıyla ölen insanlar almıştır. Nasıl ironik değil mi? Çernobil’in de hepimizi bu kadar etkilemesinin nedenlerinden biri bu sanırım. İnsanoğlunun yaşam gereklerini karşılamak üzere, daha çok enerji ihtiyacını karşılamak için ürettiği dev reaktörlerin insan yaşamına son vermesi… Üstelik patlama güvenlik testi yapılan akşam, test sırasındaki işlemler nedeniyle oluyor. Çok ironik değil mi?
Dizide Chernobyl Felaketi Nasıl İşleniyor?
Dizide patlama sonrası uzun bir süre önce reaktör görevlileri sonrasında ise devlet tarafından inkar mekanizmasının işlediğini görüyoruz. Yalan üstüne yalan söyleniyor. Dizide reaktöre 400 km uzaktaki nükleer enerji merkezinde bile sistemlerin radyasyon alarmı verdiği görülüyor. Olayın etkilerinin 100 yıl net olarak süreceği, tam olarak yeryüzünden temizlenmesinin 50.000 yıl alacağından bahsediliyor. Patlamadan 20 saat sonra, biliminsanlarının geçen her saat Hiroşima’nın iki katı radyoaktif yayıldığını söylemesi, facianın derecesini gösteriyor. Yayılan plütonyum 239’un yarılanma süresi 24.000 yıl deniyor. 2600 metrekare alana yayılmış radyoaktif yıkıntıdan söz ediliyor. Alan içindeki insanlar olaydan ancak 1 ay sonra tahliye ediliyor. Tüm hayvanlar vurularak öldürülüyor. Bütün ormanlar dümdüz ediliyor. 100 kilometrelik alanda toprağın üst yüzeyi ters yüz ediliyor. Kurşundan, kaynakla kapatılan tabutlarla betona gömülen cenazeler, ölen kuşlar, silahla vurulan köpekler var dizide. Damarlarınızın sündüğünü, büzüştüğünü hissettiriyor bazı sahneler.
Soğuk Savaş ve Amerika Paranoyası
Dizinin Amerika’dan bakan gözlerle detaylandırıldığı aşikar. Soğuk savaş döneminde reaktörde patlama olunca ilk akla gelen sabotaj, bomba, Amerika’nın olası saldırısı oluyor. Hatta patlama sonrası yalanların sıralandığı bürokratik son dakika toplantılarının merkezi de saldırı ihtimaline karşı yapılan sığınak… Dönemin atmosferi dizinin colorından genel planlarındaki seçimlere kadar her ayrıntıda göze çarpıyor. Elbette ideolojik vurgular da mevcut. Bir distopya karamsarlığında görülen tablo, komplo teorileri ile uyuşan toplum öylesine rahatsız edici ki… Bürokratların tutumları, yalnızca birkaç yıl sonra tarihin tozlu sayfalarına gömülecek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlılık yemini ederek kendi canından vazgeçen insanlar… Robotlar radyasyon dolayısıyla kullanılamaz hale gelince, insanları radyasyona feda etme fikri konuşulurken askerler için kullanılan “biyorobot” tabiri… Olaydan 10 yıl önce, 1975’te, patlamaya yol açan acil kapatma işlemi sorununun aslında raporlanmış olması ve devletin bu bilgiyi “devlet sırrı” olarak klasifiye ettiği için ilgili makaleden çıkartması… Dizide olanların birçoğu gerçek, daha da ürkütücü olan ise izlediğiniz sahnelerde bir felaketin parçası olarak sunulan birçok şeyin, günümüzde hala kapalı kapılar arkasında olabilecek olması.
Diziden Dikkat Çekici Notlar:
- Dizinin ilk bölümünün adı 1.23.45 yani güvenlik testinin yapıldığı tam saat.
- Dizinin yaratıcısı Craig Mazin, 1986’da, olay olduğunda yalnızca 15 yaşındaymış.
- Dizi Litvanya ve Ukrayna’da çekilmiş. Patlayan santralinin benzeri olan Ignalina Nükleer Santrali’nde çekimler yapılmış.
- Çekimlerde birebir gerçek kostümler, dönemin kıyafetleri kullanılmış.
- Hidur Guðnadóttir, dizinin orijinal müzikleri için nükleer santrali gezerek o bölgedeki doğal seslerden ilham almış.
Sonuç Yerine
Sovyet karşıtı bir bakışla, propaganda tavrıyla ele alınan anlatıyı politik yönden de analiz etmek elbette mümkün ancak yeri bu yazı değil malumunuz. Sorgulayan bakışı cebinizde tutarak diziyi izlemenizi tavsiye ediyorum. Chernobyl dizisi hakkında okuduğum en ilginç benzetme ise Newsweek dergisindeydi. Dizideki birçok karakterin gerçekliği, suçun çalışan insanlara atılmış olması ve nihayetinde yalanının bedelinin sorgulanması nedeniyle dizinin o insanların anısına yapılmış bir anıt olduğu söyleniyordu. Siz de bundan tam 33 yıl önce yaşanan bu olaya yakın pencereden bakmak, Amerika tarafından şekillendirilen bu anıtı görmek istiyorsanız Chernobyl’i izleyin. Rahatsız olacağınıza eminim ama belki de bu rahatsızlık bugün hala inşaası süren nükleer enerji santrallerinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatabileceğimiz bir çığlık olur.
*: Konuyla ilgili makaleyi Düşünbil dergisinin Nisan 2018 sayısında yer alan Hamza Celaleddin imzalı, “Politik-Estetik bir inceleme: Filozoflar Neden Öldü?” yazısında bulabilirsiniz.