Melih Cevdet Anday’ın İçerdekiler oyunundan sinemaya uyarlanan filmle ilgili yönetmen Hüseyin Karabey ve oyuncu Gizem Erman Soysaldı ile konuştuk! İçeridekiler içeride ve dışarıda olmaya, teslimiyet ve özgürlüğe kadar birçok zıt kavramı yaşayan, sorgulatan bir film…
İçerdekiler bir tiyatro oyunu ve yıllar önce izledin sanırım, ilk kafana yer ettiğinden beri nasıl şekillendi, ya da o günden bugüne nasıl evreler geçirdi?
Bu oyunu ilk seyrettiğimden beri şunları düşündüm; insan denen yaratığın ne kadar zavallı, ne kadar güçsüz ve zayıflıklarını kabullendiğinde nasılda onları aşmak için çaba içinde olduğunu gördüm… Hayatım boyunca karşılaştığım her zor durum beni yaralarken sevgiyi gerçekten hissettiğim her durumda tekrar güçlendiğimi ve özgürleştiğimi hissettim.
İçerdekiler’in hangi yönü seni etkiledi, bir adamın yalnızlığı mı, iki kişinin bir odanın içinde yaşadığı trajedi mi yoksa sistemin insanlara yüklediği baskılar mı?
Aslında “içerdekiler” kişinin belli koşullarda nasıl tepki vereceğini gösteren sosyal bir deney gibi. Evet işkence kötüdür. Evet, işkenceden önce ve sonra vardır. İnsan asla eskisi gibi olamaz. Sistem değişmediği sürece baskının kimden geldiği önemli değil. Bugün siz kendinizi iyi bir amaçtan dolayı zor uyguluyorum diye kendini ikna edebilirsiniz ama yarın siz kontrolden çıktığınızda elinizdeki yetkileri kötüye kullanmanızı kim engelleyecek? İşte tam bu sebeple filmde bahsi geçen konular zamansız ve mekansız. İnsan denen canlının bulunduğu her zamanda ve her coğrafyada olabilecek durumu anlatıyor.
Tiyatro oyunu olduğu için tek mekanda geçiyor ve ilk risk oradan başlıyor zaten. Metne sadık bir film çekmişsin, bunun kendi açından mutlaka nedenleri vardır, bizimle paylaşır mısın?
Metne sadık kalmam büyük ustaya saygı duymam ve eserini sömürmeden üstüne birşeyler eklemeye çalışmamdan kaynaklanıyor. Öylesine önemli bir oyun ki bu kimse unutmamalı ve herkes mutlaka bir kez izlemeli. Bu sinema ile daha mümkün olduğu için sinemaya uyarladım. Sansürün ve sanata yönelik baskının doruk yaptığı dönemlerden geçiyoruz yine. Bu dönemde bu baskıları kırmam çabası olarak görüyorum ben “İçerdekiler”i. Ayrıca zorluklar yeteceğiniz gösterebileceğiniz alanlardır aynı zamanda. Bütün ekip aynı şekilde yaklaştık. Oyuncular, teknik ekip ve ben yönetmen olarak yeteneklerimizi gösterebileceğimiz bir olanak gibi gördük. Üstelik tamda istediğimiz şeyi anlatarak.
Filme gelen bir eleştiri oluyor mu tek mekanda geçmesiyle ilgili. Ya da kadına yüklenen baskıyla ilgili! Sen nasıl kırmaya çalıştın o rutini diyelim…
Eğer bu sorunun içine gizlenmiş gizli bir film eleştirmenin eleştirisi ise başımız üzerinde yeri var ama seyirciden asla böyle bir eleştiri gelmedi. Tam aksine yoğun bir film seyrettikleri ve yerlerinden bile kıpırdayamadıklarını söylediler hep. Bu Adana, Malatya, İstanbul, Ankara ve hatta yurtdışında Sofya ve Nürnberg’teki gösterimlerde aynı oldu. Seyirci filmi seyreder. Ya beğenir ya beğenmez. Beğenirse neden beğendiğini kendince dillendirir. Bu süreçte seyircimizden bizi şımartacak düzeyde çok güzel şeyler duyduk.
Film politik olarak başlıyor ama başka bir şeye evriliyor, ya da biz öyle hissediyoruz. Odanın dışındakiler için aslında içerdekiler hala tutsak! İçerde olma halinin sendeki yorumu nedir?
Evet çok güzel yorumlamışsın… Bir başka bir şeye dönüşüyor. O dönüştüğü şey vicdani sorgulama. İnsan olarak nerede dur diyebiliriz gözümüz önünde gerçekleşen kötülüğe? İnsan olarak ne kadar düşebiliriz kötülüğün karşısında? Bu soruları sorduğumuzda zaten tercihlerimiz ve cevaplarımız bütün politikalardan ötede ve hayatı dönüştüren bir güce sahip oluyor.
Filmde karakterler kadar kuş da önemli figür. Onun filmdeki varlığını nasıl yorumlayabiliriz? İçin içi mi? İnsanın haline şükretmesi için orada olan bir figür mü? Yoksa özgürlükten bir parça mı?
Aslında bu kuş orijinal metinde yok. Benim eklediğim naçizane bir iki şeyden biri orijinal metne… Yorumlarınızın hepsi doğru aslında… Hayat o kadar absürt ki bizde bu kuşu besleyen birisi olabilirdik. Kuş için bir sorgu yada oturma odasında olmasının arasında bir fark yok ikisi de tutsaklık. Dışardakileri temsil ediyor bence eğer hayatın kendisi bir zindana dönüşmüşse sizin parmaklıklar ardında kapatılmış olmanıza gerek yok. Hatta daha korkunç değil mi kendimizi gerçekten özgür hissederken fikirlerinden ödün vermedikleri için cezaevinde yatan düşünce suçlularından daha koyu bir karanlık içinde olmamız. Bence kuş filmi seyreden bizi temsil ediyor…. Öylece bakıyoruz elimizden yitip giden her şeye…
Filmdeki müdür imajı hiç şaşırtmıyor, işkenceye aralıksız devam eden hali ‘iyilik’ durumunda da devam ediyor. O anlamda gerilimli, kurban cellat ilişkisi iyi bir şekilde yansıyor diyebiliriz filme. Erk olanın beslenme şeklini mi ifade etmek istedin?
Bir sürü ata sözümüz var aslında… Üzüm üzüme baka baka kararır gibi… Settar abinin güzel bir özlü sözü var. Faşizm bulaşıcıdır… Ama özgürlükte bulaşıcıdır… Biz sevgiye, insanın iyi doğduğuna ve merhametine güvenirsek hersey değişecek…. Yine büyük şairin dediği gibi “ Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacak hersey…”
Sonuçta bu filmde kahramanların özgürleştiğini mi söylemeliyiz, zira üzerlerinde kurulan, yaratılan baskıdan kişisel ve toplumsal olarak bir nevi de kurtuldular…
Aynen öyle… Onlar kurtuldu ama bizi odada kafesin içinde bıraktılar… Acı kötüdür ama olgunlaştırır bizi. Göze alacağımız acı belki her gün yaşadığımız acının yıllarca biriken toplamında çok daha ufak… Ama bunu inandıracak bir insan aramıyormuşuz allah aşkına! Bizi güzelliğin kurtaracağına ikna edecek ufacık bir eylem.
Oyuncu seçimi üzerinde neler söylersiniz, ilk izlediğinizde de kafanızda bir oyuncu imajı oluşmuş muydu?
ilk izlediğimde 17 yaşımdaydım… ama yapmaya karar verdiğimde karakterleri biliyordum sadece o role girebilecek karakter sahibi, yetenekli ve iradeli oyuncular bulmam gerekiyordu. Onlarıda bulmam zor olmadı çok fazla olmasalarda hep yan yana durmayı bildiğimizi fark ettim. Bir film iyi olmuşsa bu ancak iyi bir ekiple mümkün olabilir. Kötü ise sadece yönetmenin yüzündendir. Bu anlamda bakınca çok iyi bir ekibimin olduğunu söyleyebilirim.
Gizem Erman Soysaldı
Bir kadın olarak bu filmde ilk sorguladığınız ya da dikkatinizi çeken şey ne oldu?
Türkiye sinemasında çok güzel erkek karakterler yazılıyor ve zevkle de izliyoruz ama kadın karakterlerle ilgili çok ciddi sıkıntı var. Ya ataerkil zihniyetin uzantısı olarak erkek karakterin yaptığı yanlışın motivasyonu olarak kısmen kötücül bir kadın görüyoruz ya da tek boyutlu kurban konumunda görüyoruz kadını. Ben de hem seyirci hem oyuncu olarak gerçek bir kadın karakterle karşılaşınca fazlasıyla mutlu oluyorum. İçerdekiler’de de böyle oldu. Kadının gerçek olması, filmin boyunca da hep değişiyor dönüşüyor olması, kendi içinde çelişkileri barındırması benim için çok önemliydi.
Böyle bir filmde yer almak size nasıl bir deneyim yaşattı?
Projenin başından beri işin içinde olmak benim için bir ayrıcalık oldu. Bir fikirden vizyona kadar olan süreci Hüseyin ile deneyimlemiş oldum ve bir oyuncu olarak bana çok şey kattı bu.
Kadının ablasının yerine eniştesini görmeye gelmesiyle birlikte başlayan bir karşı koyuş var sanki… Filmi tersinden okursak bir sistem şaşırtması da diyebilir miyiz?
Evet kısa bir süre sonra sürekli yeni bir strateji geliştirme halinde görüyoruz kadını. Ama bu zaten ataerkil sistemde doğmuş yani şu anda dünya üzerindeki bütün kadınların aşina olduğu bir durum. Biz de erkek şiddetinin az ya da çok her haliyle mücadele içindeyiz.
Filmin az mekanda neredeyse tek mekanda geçmesi oyuncu olarak sizi etkiledi mi, zorladı mı?
Sanırım tek mekan daha çok rejiyi, kamera hareketlerini zorlayan bir şey teknik olarak. Ben oyuncu olarak zorlanmadım, hatta daha konforluydu benim açımdan. Yönetmenimiz de mümkün olduğunca uzun, kesmeden çekti sahneleri, bu da duygu devamlılığı için bir avantaj oldu.
Film kadın açısından bir teslimiyet mi yoksa farkındalık mı içeriyor, siz neler hissettiniz o duyguda?
Filmin sonunda kadının verdiği karar aslında teslimiyet gibi gözükse de bana göre özgürleşmesi. Bir çok baskıdan hatta kendine uyguladığı baskılardan arınması, özgürleşmesi gibi geliyor. Ama her verilen devrimci karar gibi o da çok sancılı bir süreçten geçiyor.
Film politik eksenli bir film mi yoksa insan ilişkilerinin evrileceği tatta bir film mi?
İçerdekiler, insanın en derinlerdeki duygularında, sınırlarında tekinsizce dolaşan bir film bence. Politik mi sorusuna da şöyle cevap verebilirim. Hayattaki her şey politiktir. Hiçbir şey yapmamak da politiktir.