SAMSUNG CAMERA PICTURES
  1. Ankara Film Festivali kapsamında 69.Berlin Film Festivali’nde en iyi ilk film ödülünü alan Oray’ın yönetmeni Almanyalı-Türk Mehmet Akif Büyükatalay ve yapımcılarından Bastian Klügel ile tanıştım. Filmleri ve ilgili olduğum konularda harika bir sohbetin içinde buldum kendimi. Senarist-yönetmen Büyükatalay, filminin başkarakteri üzerinden Almanya’da yaşayan dindar Müslüman gençlerin hayatından bir kesit sunuyor. Batılı, demokratik, seküler bir ülkede Müslüman olmayı, din yoluyla kendini ifade etmeyi, kültürel çatışmalar, aidiyet, öz değer, evlilik, inanç, aşk kavramları üzerinden anlatan bir film Oray.

İçinde İslam geçen bir film yapmak bıçak sırtı bir iş günümüzde. Nasıl oluştu bu film projesi?

Avrupa’daki İslam, İslam’ın medyadaki yansıması  uzun zamandır ilgilendiğim bir konu. Bu filme başlamadan önce kendime bir soru sordum: Ben bu filmi bu konuyu işlemek istediğim için mi  yapıyorum yoksa benden beklendiği için mi? Bayağı bir düşündüm ve sonra dedim ki ben bu konuları anlatmak için bu filmi çekmek istiyorum. Bunu ispatlamak için de kendi anlatım dilimi bulmam gerekliydi. Bu konuya bu zamana kadar nasıl yaklaşıldığını neler çekildiğini analiz ettim önce.

Senden önce yapılmış filmlerdeki klişelerden uzak durmak istedin sanırım.

Evet elbette.

Açıkçası film ilk sahnesinde ben de  klişe bir film başlıyor izlenimine kapıldım. Ama sonra bambaşka bir yöne evirildi.

Filmde bilinçli olarak bir kaç yerde klişelerle oynadım. Mesela film vaaz veren bir genç ile başlıyor. Bu tür gençleri sadece Youtube’dada görebiliyorsunuz. Bu Youtube’da gördüğümüz gençlerin kendilerini bu kanalda ifadelerinin arkasında yatan hikâyeyi bilmiyoruz. Filmin başını izleyenlerin çoğu film Hagen’de başlayıp  Suriye’de bitecek diye bekledi, yani karakter İŞİD’e katılacak. Evet, işte klasik hikâye. İşte ben klişelerle oynayarak kafalardaki imgeyi ve bekletiyi bozmaya çalıştım. Mesela bi paintball sahnesi var. Bu grubun bu en şiddetli oldukları an oyun oynadıkları an. Bunun gibi noktalar var klişelerle oynadığım.
Klişe derken şunu da söylemek isterim. Yalnızca Avrupalıların değil Müslümanların da İslam’a bakışı klişe. Mesela Müslümanlar da film çektiği zaman her zaman Müslümanlar aşırı pozitif, mağdur, zavallı ve ezilen. Bu sadece Batı’nın İslam’a bakışı da değil. İslam’ın Batıya bakışı da öyle. Mesela ben annemlerin Türk Televizyonlarında izlediği dizilere bakıyorum. Oralarda da Hristiyanlar, Yahudiler kötü gösteriliyor. Herkesin birbirine bakışı klişe ve ötekileştirici. Siz ve biz yaratılıyor. Bütün bu filmler, diziler, haberler siz ve biz yaratmak amacıyla yapılıyor. Gerçek ne, bütün bunların arkasında ne var? Kimse ona bakmıyor.

Peki, sen nasıl bir etki yaratmak istedin?

Ben hiç bir tarafın bu filmden aşırı memnun çıkmasını istemedim. Filmdeki karakterin Müslüman olmasından çok bir insan olduğunu göstermek istedim.İslama ve Müslümanlara oryantalist bir bakışı var bir kolektivist bir yaklaşım var. Öyle bir şey yok. Her Müslüman bir birey. O yüzden filmin adı “Oray” ve Oray bir birey ve sadece onun hikâyesini anlatıyor. Dünyada yaşayan 4,5 milyon Müslümandan bir tanesi. Onları temsil etmiyor sadece kendini temsil ediyor. Annesinin, eşinin yaşadığı İslam ile Oray’ın yaşadığı İslam farklı. Hagen’deki imamın yaşadığı İslam’la Köln’deki imamın yaşadığı İslam farklı.

Sen işin sosyolojik, kültürel, coğrafi, psikolojik boyutuna vurgu yapmak istedin.

Evet aynen öyle.

Mehmet’in  Köln Güzel Sanatlar Akademisinden sınıf arkadaşı olan yapımcı Bastian Klügel ise işin yapım macerasını anlattı.

10 yıldır arkadaşız. Zamanla baktık ki bizim duygu ve düşüncelerimiz çok yakın. Dünya, tanrı, din, politika, sosyoloji, psikoloji üzerine sohbetlerimiz vardı. 2015 yılıydı Mehmet bana Oray filminde ne yapmak istediğinden bahsetti. Dahil olmak istedim ama bir şüphem vardı ben yapımcılık üzerine eğitim almadım, sadece yaptım ve onlar küçük projelerdi. Birlikte iki kısa film de yapmıştık. Böyle büyük projenin yapımcılığını üstlenebilir miyim diye düşündüm. Uzun metraj kısa film üretimi farklı bir süreç. 2017’de Almanya  2.Kanalı projeyle ilgilendi. Bu filmin yapım süreçleri ile ilgili çok çalışmam hızla pek çok şey öğrenmem ve yapmam gerekiyordu. Filmin konusu ve Mehmet’in yönetmenliği hakkında hiçbir şüphem yoktu. Çünkü mesellere yaklaşımını ve film dilini biliyorum. Bu hikâyenin anlatılması gerektiğini düşünüyordum. Çünkü Almanya’da sağ partilerin güçlenmesiyle İslam başka bir yöne çekilmeye çalışılıyor. İslamafobi, korku yayılıyor. Almanya’da Müslümanların yaşamını anlatan gerçekçi bir film daha yapılmadı bence. Korku yaratan işler çoğunlukta. Mehmet İslamı terörizm, burka dışında, insanların İslamla ilgili fantezilerinden uzak ele almak istedi.

SAMSUNG CAMERA PICTURES

Berlin’de ödül bekliyor muydun?

Bir ödül beklemiyorduk. İyi bir film yaptığımıza inanıyorduk. Biliyorsun  bu konu Avrupa için hala büyük bir mesele. Bu sadece Almanya için geçerli değil. Fransa, İtalya vs… Finansal olarak büyük risk aldık bu film için. Çok çok küçük bir bütçemiz vardı. Biz elbette filmi Avrupa ya satmayı umut ettik. Bu anlamda ödül çok yardımcı oldu bize. Küçük bütçelerle de çok iyi film yapabilirsiniz. Yeter ki inancınız ve tutkunuz olsun. Anlatmayı çok istediğiniz bir hikâyeniz olsun. Bu tür filmler köprü vazifesi görüyor. Bu filmle birlikte pek çok Alman camilere gidip Müslümanların ibadetlerini merakla izledi. Evlerini, günlük hayatlarını merak etti. Aradaki duvarları kaldırmak gerektiğini hissetti. Bence en büyük ödül bu. Bu arada sonbahar da film Türkiye’de vizyona girecek herkesi filmimizi izlemeye bekliyoruz.

Filminiz İstanbul ve Ankara’da festivaller aracılığı ile seyirciyle buluştu. Alman ve Türk seyircisinin tepkilerini değerlendirir misin?

Tabi ki burası Müslüman nüfusun çok büyük olduğu bir ülke. Merak ediyorduk toplumun farklı kesimleri muhafazakârlar, liberaller, Kemalistler nasıl tepki verecek diye. Sanırım her kesimin ilgisini çeken bir film oldu. Bu da bizi mutlu etti.

Filmin yönetmeni Mehmet Akif Büyükatalay söze devam ediyor.

Türk seyirciler daha çok kişisel sorular soruyorlar. Sadece Türk seyirciler değil mesela Nürnberg Film Festivalinde  Türkiye’den gelen jüri,  film kadar, belki filmden daha fazla benim hangi siyasi görüşten olduğumu, hangi siyasi görüşe yakın olduğumu merak etmiş. Sonra bana hep sordular. “Sen bu filmi çekerken eleştirmek mi istedin yoksa bu meseleyi anlatmak mı istedin?” Filmin yönetmenini kişiliğinden yola çıkarak filmi yorumlamaya çalışıyorlar. Tabi ki bu filmi biraz zayıflatıyor. Film kendi başına bir şey. Şimdi ben mesela ölsem film kendi başına yaşayacak, kendi başına kendisini savunması gerekir filmin. Filmde Oray’ı yargısız gösterdiğim için insanlar biraz irite oluyor. Benim orada bir şey dememi istiyorlar. Hangi taraftan olduğumu göstermemi istiyorlar, bunu hissediyorum.

Ya Alman seyircisi, Alman jürisi?

Alman seyircisi doğrudan filmle ilgilendi. Berlin filmi kabul etti. Davet ederken bir hafif yoklama çektiler. Çünkü filmden sonra biri sahneye çıkacak Allahu Ekber diyecek falan bu zamanda böyle bir sorumluluğu üstlenmekten korktukları için hafif bir yoklama çektiler. Berlin’deki jüride, üç sinema insanından ödül almam beni çok sevindirdi. Çünkü sabaha kadar ödülden sonraki  partide sinema diliyle konuştuk. Dardenne Kardeşler’e ve Romanya Sinemasına benzettiler dilimi.

Sen sinema dilini nasıl ifade edersin.

Dardanne Kardeşlerin kamera kullanımını, Romanya Sinemasını kendime yakın hissediyorum. Pasolini örnek aldığım yönetmen.

Türkiye’den kimi beğeniyorsun.

Klasik olarak Ceylan.

Sinema dilinden çok hangi taraftan ve kim olduğunla ilgilenilmesi rahatsız etmiştir sanırım.

Çok rahatsızım diyemem. Çünkü anlayabiliyorum buradaki insanları. Burada genelde sadece konu konuşuluyor, Müslümanlar, İslam…bu beni üzüyor. Filmin arkasında çok geniş bir teori var, çok şekiller, resimler var, kurgusu, kamera kullanımı, müziği, oyunculuğu hakkında da konuşmak, bir şeyler duymak isterim tatbikî ama onlar çok ilgi görmüyor burada. Nürnberg’de Alman jüri bana ödül vermek istemiş ama Türk jüri işte bu çocuk genç daha, s saf, taraf tutmuyor, tarafını belli etmiyor biz zor zamanlardan geçiyoruz falan demiş. Ama üç gün boyunca filmi konuşmuşlar, filmin başarısı da bu değil mi diyorum ben de o zaman. Anlamıyorlar işte. Sonunda mesela Oray karakteri delirseydi, intihar etseydi, İŞİD’e gitseydi anlayacaklardı. İşte o zaman Türkiye’den daha çok ödül alacaktı film sanırım.

Anlamıyorlar dedin ya sen ne anlatmak istedin, senin yorumun neydi?

Ben insanları bir yöne sürüklemek istemiyorum. Benim yorumum da var elbette. Mesela Oray’ın Hagen’a eşine dönmeyip cemaatle kalması benim yorumum. Çünkü  filmde Oray dini ile aşkı arasında savaşmıyordu.  Oray kendisini görmek istediği resimle savaşıyordu. Hagen’de iki kadın arasında kalan (karısı ve annesi), suça da bulaşmış, tutunamayan bir çocuk. Köln’de kendisine yuva olmuş, destek olmuş bir cemaate tutunup hatta parka gidip başka gençlere de yardımcı olmak isteyen bir adam. Bana göre insanlar kendine en faydalı ve en rahat olan şeyi seçiyor. Kendini en yüce, en kutsal, en değerli hissettiği yeri seçiyor. Bu din de olabilir, futbol takımı da, politik bir grup veya gangster hayatı da olabilir her şey olabilir. Yeter ki kendini değerli, özel hissetsin kişi. Bence psikoloji çok önemli, insan psikolojisini anladığımız zaman her şeyi anlayabiliriz.

 

Semra Güzel Korver
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV-Sinema mezunu. Aynı alanda, aynı üniversitede Doktora’ya devam ediyor. Profesyonel yaşamı 1992-99 yıları arasında VTR Araştırma Yapım-Yönetim Şirketinde geçer. 1999’dan günümüze TRT İstanbul Televizyonunda prodüktör ve belgesel yönetmeni olarak çalışmaktadır. 1992’den bu yana başta belgesel yapımlar olmak üzere pek çok haber, kültür, reklam ve tanıtım projesine Araştırmacı, Prodüktör, Yönetmen, Editör ve Danışman olarak imza atar. Dönüşüm, Fan-Atik, Şehir İnsanları, Alamnya Alamanya, Multikulti Haberler belgesellerinden bazılarıdır. PRİX Europa, Al Jazeera, Altın Portakal, Malatya, Oscar Türkiye Seçici Jürisi gibi bir birçok ulusal ve uluslararası film festivalinde jüri üyesi olur, ödüller alır. İ.Ü. Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, Radyo-TV Yayıncılığı Bölümünde ders verir (2001-02). Avrupa Konseyinin “ayrımcılığa karşı sesini yükselt” kampanyasında uzman olarak yer alır (2010). Avrupa Konseyi, TRT ve Bahçeşehir Üniversitesi tarafından düzenlenen Avrupa Medya Buluşmasının koordinatörlüğünü yapar (2010). Güneydoğu Avrupa Yayın Birliği (SEE PMS), Ortak Yapımlar Grubunda editör olarak bulunur (2011-2013) Avrupa Yayın Birliği(EBU) Kültürlerarası ve Çeşitlilik Grubunda bir sezon başkanlık yapan Korver (2011-13) 8 yıl oyunca bu grupta prodüktör, yönetmen ve editör olarak çalışır. Bazı kitap ve dergilerde makaleleri, denemeleri ve röportajları yayınlanır. Bir sezon başkanlığını da yaptığı Belgesel Sinemacılar Birliğinin kurucu ve aktif üyelerindendir. Festivallerde ve üniversitelerde Belgesel Sinema Atölyeleri yapmaktadır. Gazeteciler Cemiyeti üyesidir. Neyyse (www.neyyse.com) adlı bloğunda ve Cinedergi'de belgeselci adlı köşesinde (www.cinedergi.com) yazmaktadır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.