Karizmatik kırlaşmış saçlarıyla Richard Gere karşımızda duruyordu ve Ayşe teyzeyle beraber hayranlıkla (bence) aynı şeyi düşünüyorduk. Erkeklere olgunluk ne kadar da yakışıyor! Bir erkekte olgunluk Julia Roberts’da ise gülümseme her zaman beğenilmiştir.
Julia Roberts’ı kaldırımlarda bir hayat kadını olarak görüyoruz ve karizmatik jönümüz arabayı nasıl kullanacağını bilmediği için tam önünde duruyor. Julia yani Vivian bir şekilde kendini arabaya davet ettirmeyi başarıyor. Arabayı kullanmasına yardım ediyor ve Richard’ı yani Edward’ı oteline bırakıyor. Tabiki para karşılığı.
Ayşe teyze: Romantik bir larşılaşma olmadı bu. Ayrıca filmlerde hayat kadınları farklı anlatılıyor. Ama Julia kızım hep bir güzel! Gülünce daha da güzelleşiyor. Gülmek makyajdan daha çok güzelleştirir insanı. Hem de bedava! Kıh kıh kıh…
Ayşe teyzenin keyfine diyecek yok. Sürekli kıkırdıyor, kıkırdadıkça da gerçekten bir güzelleşiyor. Bu sırada Vivian ve Edward birbirlerini tanımasalarda bir noktada ortak bir duygu yakalıyorlar. Çok farklılar ama bir bağ oluşuyor aralarında. Edward Vivian’a iş teklif ediyor. 1 hafta kalacağı şehirde bir çok toplantı ve davete eşli katılması gerekiyor ve tanıdığı kadınlardan pek hoşlanmadığı için Vivianı seçiyor. Vivian havalara uçuyor. Hayal edemeyeceği bir para kazanacak, bir de üstüne alışveriş yapması için limitsiz kredi kartı! Beverly hills de alışveriş macerasına başlıyor ama işler pek umduğu gibi gitmiyor. Zenginleri misafir etmeye alışkın olan sokaklar biricik, kocaman gülüşlü Vivianı pek sevmiyor.
Beril: sinir oluyorum bu elitist dışlamalara ama eminim farkında olmadan ben de yapıyorum. Sanki benzer olanlarla anlaşmak daha kolay, daha güvenli. Farklı olanı anlamak için daha fazla çaba gerekiyor da üşeniyor ve korkuyoruz gibi. Bilemedim, insan kendine benzemeyenden neden korkar ya da rahatsız olur ki?
Ayşe Teyze: eee Beril dünya kocaman, sen eğer kendine küçücük bir dünya yaratırsan onun dışında kalanları anlayamazsın, anlamadığın için de korkar uğraşmak istemezsin. Ufacık dünyalarında, kocaman korkularla yaşar insan. Dünyan büyüdükçe korkuların azalır. Çık biraz gez kızım, hiç gitmediğin mahallelere git, konuşmadıklarınla konuş, sohbet et. Konu bulamazsan derdini anlatırsın. illa bir ortak derdin çıkar herkesle.
Beril: Dünyayı tanıdıkça büyür diyorsun yani? Kibirli insanlar dünyaları küçük insanlar mı oluyor?
Ayşe Teyze: Bak ne de güzel anladın. Dünyayı kendinden ibaret bilir insan, bildiği kendisi ne kadarsa o kadar anlar. Dünyanı büyüt darken, kalbini, aklını büyüt diyorum. Ancak o zaman korkmazsın yabancılardan ya da küçümsemezsin.
Ben derin düşüncelere daldım tabi bu cümlelerden sonra. Bu sırada Edward da Vivian’ın dünyasını anlamaya çalışıyordu. Ucuz görünümlü kıyafetleri ve tavırlarının ardında aslında utangaç, sevgi dolu ve kırılmaktan korkan kocaman bir kalbi vardı ve Edward bu kalbi görmeye başlamıştı. Tam da Ayşe teyzenin dediği gibi artık Edward yaşadığı hayatın ona dar geldiğini ve büyümesi gerektiğini farketmişti. Para odaklı iş görüşmeleri, gücünden dolayı etrafında dolanan şakşakçılar ve bin türlü hazımsızlık ile sevgiden uzak kadınlar. Vivian onların arasında kıymetli ve doğal bir taş gibi duruyordu. Insan karşılaşana kadar neye ihtiyacı olduğunu anlayamıyor ama karşılaştığı an algılayamadığı bir bağ ile çekiliyor ihtiyacı olana. Edward’ın Vivian’a, Vivian’ın da Edward’a ihtiyacı olduğunu biliyorlardı artık ama bu ikisi için de korkutucu olmaya başlamıştı. Edward iş arkadaşına Vivian’ın bir hayat kadını olduğunu ve aralarında bir anlaşma yaptıklarını, duygusal bir durum olmadığını söylemişti çünkü onu başka bir adamla konuşurken görmüştü. Canını yakmak ve kendi canının acımasını da önlemek istemişti.
Ayşe Teyze: nasıl da birbirlerine ihtiyaçları var. Bu kıskançlık başka türlü çıkmaz ortaya. Seneler boyunca bulamadığın anlamı bulmuş gibi hissedersin ve onun aynı şeyi hissetmemesinden çok korkarsın. O kadar korkarsın ki ondan kaçmak onu üzmek istersin. Ne yaparsan yap kaçamazsın. Ah ah ne güzeldir bu duygunun korkudan kurtulmuş kısmı.
Şimdi ne dedi Ayşe teyze iyi bir şey mi, kötü bir şey mi anlayamadım. Biraz düşününce ve Vivian ile Edward’ın bu tartışmadan sonra birbirlerini kaybetmek istemediklerini anladıkları andan sonra kafamda oturdu. Insan bir şeyi bulunca onu kaybetmekten korkmaya başlıyor. Bulunan şey ne kadar kıymetliyse o kadar korkutuyor yokluğu ve bu korkudan geriye kalan duygu! Pastanın kreması gibi.
Edward ve Vivian’ın ayrılacağı gün geliyor. Ne yapacaklarını bu bağı nasıl devam ettireceklerini bilemiyorlardı. Edward’ın ortalama bir çözümü vardı, ona şehirde ayrı bir ev tutup Vivian’ı sokaklardan korumak gibi ama Vivian Kabul etmedi.
Ayşe Teyze: Erkekler böyledir. Hemen en az sorumluluk alacakları seçeneği görürler ama kadınlar hep daha cesurdur. Bir kadın gerçekten aşıksa daha azına razı olmaz. Ben de çok aşıktım. Ama bak Beril adam da gerçekten aşık o yüzden hayat bu bağı kopartmaz.
Beril: tabi nasıl olsa film ya mutlu sonla bitecek diye bu kadar rahatsın, gerçek hayatta işler pek öyle olmuyor.
Tam bu sırada Vivian şehri terketmeye hazırlanırken Edward beyaz limuzuni ile Vivian’ın camının önünde gelir ve tam bir Hollywood sonu yaşanır. 2 aşık insan kavuşur ve aşklarını kabul ederler.
Ayşe Teyze: hah bak geldi işte. Sen gerçek hayatta bu kadın kadar cesur olursan olur. Korkularla, endişelerle çevreleme evladım sevgini. Cesurca yaşa, her dakikanın tadını çıkar. Hayat kıymetli, sevdiğin adamla geçen hayat daha da bir kıymetli. Masallardaki gibi seversen, masallardaki gibi sevilirsin. Ah ben ne güzel sevdim ah…
Yahu film mi izliyoruz, hayat bilgisi dersindemiyiz ben artık karıştırıyorum. Bir sürü fikir kafamda oturup biraz, nasıl sevdiğimi düşüneceğimJ Ayşe teyze seni çok seviyorum! Her filmimde varsın!!!
Beril Hanım, yazınızı çook severek okudum🥰Ayşe Teyze’nin, bilge bir iç ses gibi harika bir renk katıp sebep sonuç ilişkisini , iletişimi ,olayları sorgulamayı ve anlamayı sağlayan güzel bir katkısını çok sevdim🥰🌸🍀