Kung Fu Panda, Sünger Bobgibi işlerden tanıdığımız Mark Osborne bu sefer Fransız yazar Antoine de Saint-Exupéry’in aynı isimle kitabından uyarlanan bir animasyon sunuyor. Kitabını okuduktan hemen sonra filmi izlemek genelde hayal kırıklığına yol açsa da Osborne bu hayal kırıklığının önüne geçmiş ve oldukça tutarlı bir iş çıkarmış.
Antoine de Saint-Exupéry’in kitabı alt metinleriyle çocukluğun masumiyetini anlatırken yetişkinlerin garip tutumlarını eleştiren bir yapıdaydı. İllüstrasyonlar aracılığı ile bu masumiyet pekiştirilmişti ve büyüleyici anlatımı ile çocuklardan çok yetişkinlerin ilgisini çeken bir yapıya dönüştü. Telif hakkının ortadan kalkmasından sonra ise kitap Türkiye’de bile onlarca yayın evi tarafından çevirisi yapılmış, her çevirisi farklı eleştirilere maruz kalmıştı. Fakat kitabın Cemal Süreyya ve Tomris Uyar tarafından çevirimlerini okumak en doğrusudur diye düşünüyorum.
Mark Osborne ise kitaba oldukça sabit kalmış ve üzerine eklediği hikaye kitap ile çok tutarlı düzeyde işlenmiş. Küçük Prens planlı yaşam ve bunun sonucunda makineleşen insanı bir çocuğun gözünden eleştirel tutumla yansıtmış. Modern hayatın bireyde yarattığı makineleşme vurgusunu daha önce Modern Timesbaşta olmak üzere birçok filmde görmüştük. Gündelik hayatta insanların birbirine yabancılaşması ve tektipleşme de yine modernitenin yarattığı sonuçlardan. Filmde kullanılan kamera açılarındaki simetrik yapı da yine modern hayatın ölçülü kurallara göre yaşandığının bir yansıması. Yetişkinlerin yarattığı rekabet toplumu çocukların en masumane dönemlerinde duygularından soyutlanması insanın ruhsuzlaşmasına yol açıyor.
Hem yönetmen hem yazar karşımıza sunduğu çocukluğu idealize ederek isyan kavramını ortaya çıkarıyor. Küçük kız ise yeni arkadaşı olan yaşlı adam ile bu soyutlamadan kurtarmak istiyor. Daha önce Upfilminde de gördüğümüz bir yaşlı-çocuk ilişkisi karşımıza çıkıyor. Hayat tecrübesi olan ve hayat tecrübesi yeni başlayan 2 masum karakterin birbiri ile olan uyumu oldukça samimi. Yaşlı adamın Küçük Prens ile tanışma hikayesi ise küçük kızda bir umut yaratıyor.
Umut kelimesi yalnızca bir duygu ibaresi olarak karşımıza çıkmıyor. Filmde görmüş olduğumuz yıldızlar umudun metaforu niteliğinde. Zira göğe çıktıklarında insanlar mutlu olabiliyor. Göğü aydınlatarak aslında insan ruhunu aydınlatan yıldızlar umut ışıklarını yayıyor.
Karakterlerin arasında iktidar hırslı bir kral, ben mekanizması oldukça geniş olan şöhret düşkünü bir polis memuru, kocaman cüssesinin ardında otoriter, altında emir erleri olan kodaman iş adamı, çocuğunun istihdamı için her türlü baskıcı idaresi ile duygularından fedakarlık eden bir anne görüyoruz. Gündelik hayatımıza baktığımızda bu tarz profiller ve aktörler bir hayli yaygın…
Animasyonun stop-motion tekniğinde çekilmesi ve görsel açıdan sundukları oldukça emek harcandığının göstergesi. Bunun yanı sıra Hans Zimmer gibi usta bir bestecinin elinden çıkan müzikler filme sıcak bir hava katmış. Filmin gerek İngilizce gerek Fransızca seslendirmeleri ise oldukça ünlü isimlere emanet edilmiş.
Çocukluğun yitip giden bir olgu olduğuna dair bir haykırış tablosu muhakkak önce ebeveynlere ardından çocuklara hem izletilip hem okutulmalı. Modern dünyanın en büyük sorunlarından biri haline gelen “yeni nesilin içe kapanık dünyası”, insanlığın en güzel dönemlerinin tadını çıkarmasına engel oluyor ve gerçek dünya ile arasındaki köprüyü yıkıyor.
Filme notum: 7/10