“Kurbağa Avcıları” ve “Hudut” adlı belgeselleriyle dikkatleri üstüne çeken yönetmen Batuhan Kurt bu kez konuğum…

 

Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?

1991, Edirne doğumluyum. Küçük yaşlardan itibaren sinemaya karşı her zaman çok ilgiliydim. Lise eğitimim devam ederken FilmTurkey isimli bir projede sinema üzerine eğitim aldım. Bu proje kapsamında ‘Bahar’ isimli bir belgesel çektim ve birçok başarı elde ettim. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümünü kazandım ve buradan mezun oldum. Eğitim hayatım devam ederken birçok kısa film ve belgesel çalışması gerçekleştirdim. Ayrıca kurumsal firmalara reklam çalışmaları yaptım. Bulgaristan’da ve Türkiye’nin çeşitli illerinde atölyelerde sinema üzerine eğitimler verdim. 2016 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle ‘Hudut’ isimli bir belgesel çektim. 2018 yılında da ‘Kurbağa Avcıları’ isimli bir belgesel çektim.

 

Senin için belgeselin tanımı nedir?

Belgesel, içinde yaşadığımız toplumun kültürel değerlerinin, yaşam biçimlerinin ve insan ilişkilerinin estetize edilmiş bir anlatım şekliyle ve sinemanın araçlarıyla ele alınmasıdır. Temel unsurumuz şeffaf ve tarafsız olarak gerçekleri anlatmak… Bugün çektiğimiz her şey geleceğe önemli bir belge olarak kalacak. Hayatlar değişiyor ve dönüşüyor. Hayat o kadar hızlı akıyor ve her şey o kadar hızlı değişiyor ki, 20 yıl önce nerede olduğumuzu hatırlayamıyoruz. İşte bu noktada belgesel insanoğluna özünü hatırlatıyor. Araştırmalara kaynaklık ediyor. Günümüz koşullarında da içinde yaşadığımız dünyayı analiz etmemizi ve farklı yaşamlar hakkında bilgiler edinmemizi sağlıyor. O nedenle belgeselci olarak büyük bir sorumluluk taşıyoruz.

 

Biraz Kurbağa Avcıları’ndan ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?

Doğup büyüdüğüm kentin hikayelerine ayrı bir önem veriyorum. Sanatçı önce içinden çıktığı topluma karşı kendini duyarlı hissetmeli. Ben kurbağacılıkla yaklaşık 10 yıl önce ‘Bahar’ isimli bir belgesel çekerken tanışmıştım. Ana karakterimiz olan Bahar isimli genç kızın aile bireyleri bu mesleği yapıyordu. Daha sonra çekim yaptığımız bölgenin bir kurbağacı mahallesi olduğunu öğrendim. 250’den fazla insan bu mesleği yapıyordu ve Türkiye’de neredeyse kimse böyle bir meslek olduğundan haberdar değildi. Beni belgeseli yapmaya iten en büyük etken bu oldu. Daha önce duyulmamış ve ele alınmamış bu konuyu belge haline getirme düşüncesiyle harekete geçtim. Bu mesleği yapan insanlarla tanıştığımda dile getirilmesi gereken onlarca problem olduğunu fark ettim. Emek sömürüsü, tarım ilaçlarının kurbağa popülasyonunu azaltması, roman mahallesinde çocuk olmanın zorlukları, eğitim sorunları vb. onlarcası… Ama hayatın her şeye rağmen neşeyle akıp gittiğini fark ettim. O zaman neşe de bu filmin bir parçası olacak dedim. Üç kuşak üzerinden yola çıkarak mesleki tecrübelerin aktarılması üzerine bir hikaye anlattım. Ve tam da hayal ettiğim gibi bir belgesel oldu. Sanırım bu nedenle ‘Kurbağa Avcıları’ festivallerden ve izleyicisinden çok olumlu tepkiler aldı. Adana Altın Koza, TRT Belgesel Ödülleri, İzmir Kısa Film Festivali başta olmak üzere toplamda 16 ödülle döndü. Yakın zamanda Berlin’de bir festivaldeydim. Seyirci tepkileri inanılmaz derecede güzeldi. Filmimiz şu sıralar TRT Belgesel kanalında sıklıkla yayınlanıyor.

 

Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa filme ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?

Teknolojik olanakların gelişmesi yeni sinemacıların yetişmesine büyük bir imkan tanıyor. Dijital dünyada deneyip yanılmanın neredeyse hiç maliyeti yok. Artık denemekten korkmuyoruz. Bu da gelecekte daha özgün yapıtların ortaya çıkmasını sağlayacak. Üretimlerimiz daha fazla platformda izleyicisiyle buluşacak. Ancak teknoloji sayesinde her şeyin kolay ulaşılabilir olması çok hızlı tüketime neden oluyor. Kolay ulaştığımız her şey değersizleşiyor. Değer algılarımız değişirken içinde yaşadığımız hayat anlamsızlaşıyor. Hayat hızla akarken umarım filmlerimiz kalıcılığını koruyabilir.

 

Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?

Aslında sevdiğim filmlerden daha çok söz edebilirim. Çünkü sevdiğim yönetmenler dönem dönem değişiklik gösteriyor. Yine de birkaç isim sıralamam gerekirse başta, Asghar Farhadi ve Nuri Bilge Ceylan derim. Dardenne Kardeşlerin belgesel ruhu taşıyan ve gerçeklikten hiç kopmayan sinemasına hayranım. Ayrıca filmlerinin çoğunu doğdukları yer olan Liege’de çekmeleri, baba oğul hikayelerine ayrı bir önem vermeleri onlarla büyük bir bağ kurmama neden oluyor. Danny Boyle sinemasına ve dehasına hayran olmamak elde değil. Samimi dünyasından ve hikaye anlatma ustalığından dolayı Yüksel Aksu’yu da severim. Robert Zemeckis, Ron Howard, Denis Villenue, Alfonso Cuarón ve Spike Jonze gibi isimleri de sevdiğim yönetmenler arasında sayabilirim.

 

Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?

Türkiye’de sanata ve sanatçıya değer veren ve bu işi hakkıyla yapan prestijli festivaller var. Filmlerimizi seyirciye ulaştırmak için ciddi çabalar sarf ediyorlar. Davetleri vesilesiyle sektör profesyonelleri ve diğer yönetmen arkadaşlarla tanışma olanağı buluyoruz. Bu tanışıklıklar yeni işbirliklerine vesile oluyor. Verilen ödüller bizleri ve eserlerimizi görünür kılıyor. Diğer tarafta size ve emeğinize hiç saygısı olmayan festivaller de var. Deneyimleyerek öğreniyoruz. Diğer yönetmen arkadaşlarımla filmlerimizi göndermediğimiz festivaller oldu.

 

Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…

Son yıllarda belgesel çalışmalarına ağırlık verdim. Yakın zamanda yurtiçi ve yurtdışı ayağı olan bir belgesel serisinin çekimlerine başlayacağım. Şuan hazırlıklarını sürdürüyorum ve tamamen bu konuya odaklanmış durumdayım. Uzun zamandır senaryosu üzerine çalıştığım ve beni çok etkileyen uzun metrajlı bir film projem var. Önümüzdeki yıllarda hayata geçirmeyi planlıyorum. Sinema izleyiciyle buluşmak ve büyük kitleler tarafından izlenmek en büyük hedefim diyebilirim. Bunun dışında seyahat etmek ve dağ tırmanışı yapmak gibi planlarım da var.

 

Fırat Sayıcı
1979, İstanbul doğumlu. 2001 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Malzeme Mühendisliği’nden yüksek lisansla mezun olmasına rağmen, üniversite yıllarında yaptığı sinema kulübü başkanlığı sayesinde, geleceğini ve mesleğini sinema-tv üzerine kurmaya karar verdi. Çeşitli kısa film, belgesel çalışmalarıyla işe koyulan ve Yıldız Kısa Film Festivali'nin kurucularından olan Fırat Sayıcı, yurt çapında çeşitli kısa film festivallerinde de jüri üyeliği yaptı, kısa film üzerine workshoplar düzenledi. 2008’de Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünden mezun olan Fırat Sayıcı, Selçuk Üniversitesi Radyo-Televizyon-Sinema Bölümünde yüksek lisans ve doktora öğrenimini tamamladı. SİYAD üyesidir. TRT'de metin yazarı olarak başladığı televizyon macerasında birçok kanalda çeşitli programlarda görev aldı, sinema programları yaptı. Kurduğu Mad Informatics Ajansı’yla sinema-tv ve eğlence sektörüne PR ve sosyal medya hizmeti vermeye başlamıştır. "Türk Sinemasında Gerçekçilik" ve "Yeni Başlamayanlar İçin Sinema" adında iki sinema kitabı yayınlanmıştır. Esenyurt Üniversitesi Radyo Tv. ve Sinema bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.