Ramin Matin imzalı Son Çıkış’ı izlediğimde her geçen gün üzerimize abanan şehrin hepimizi nasıl da etkilediğine bir kez daha tanıklık ettim. Yapılan beton yığınlarıyla cazibe merkezi haline getirilen, muhteşem siluetinin deyim yerindeyse içine edilen şehirde yaşamakla ilgili hepimizin canını yakan bir nokta var. Bu yazıyı evimin karşısında 1.5 yıldır devam eden, bir türlü bitmeyen ve sizlere gürültüsüz bir gün geçirtmeyeceğiz yeminini eden inşaat firmasının gürültüsü altında yazıyorum. Yani anlayacağınız bıçak kemiğe dayandı!
Modern yaşam üzerine çekilen filmlerde insanların gelişimi, teknolojiyi, bilimi vs. her zaman kendi çıkarları, egoları için kullanıp diğerlerini ezdiklerini görüyoruz. İşte şimdi de filmlerdeki fantazyanın, betonun evlerin bizi ele geçirip, bizi yaşamdan bezdirdiği bir distopyanın içindeyiz. Sinemanın öngörüsü bir kez daha galip geldi!
Tabii bizdeki fantazya boyutu binaların ayakların, köklerinden sökülüp, kötü bir ses tonuyla üzerimize gelmesiyle olmuyor ama durdukları yere üzerimize geldikleri kesin! Matin de böyle bir İstanbul hayaliyle(!) kahramanımız Tahsin’i bir hayli evirip çeviriyor. Hatta sudan çıkmış balığa çeviriyor ama Tahsin büyük şehir karmaşasına karmaşa ekleyen bir şirkette çalışıyor. Yani başına gelenlerde kendisinin payı var. Her şeyi bırakmaya olan gücünü eski arkadaşı Siren’de buluyor.
Siren İstanbul’u terk etmiş, kendisine sahil bölgesinde bir yaşam kurmuş ama sonrasında görüyoruz ki o da kurduğu yaşamın dinamikleri arasında kaybolmuş zavallı ve yalnız bir ruh! Burada Ramin Matin şehre vurduğu sille tokatı alternatif olarak sunulan, birçok insanın hayalini süsleyen batı, güney kıyıları için de yapıyor. Yani Siren gittiği yerde kurduğu organik düzenin esiri ve pazarlamacısı oluyor. Bu durumda her türlü çıkış yok durumunu gözümüzün içine sokuyor yönetmen. Ya da hazır olmadan bir yerden bir yere geçiş yapmanın dayanılmaz zorluğu ve hüznü üzerine bizi bilgilendirmeye çalışıyor.
Tekrar Tahsin’in ıstırabına gelirsek, yönetmen elini korkak alıştırmadığını, Tahsin’i özellikle de önayak olduğu yeni semtlerde mafyanın kucağına atar gibi mahallelinin kucağına atmasını biliyor. Hayatını kredi kartına, araba ve konforlu hayatın güvenine terk edip; diğer yaşam tarzlarını unutan Tahsin’e ve diğerlerine iyi, ütopik, abartılı, kimi zaman komik, kimi zaman gerilimli bir kovalamaca yaşatıyor. Bazı yerlerde abartının sınırı yok, özellikle de pazar çantalarını evine bıraktığı teyzenin evindeki sahneler uçlarda takılmanın iyi bir göstergesiydi. Velhasıl Tahsin’in başına gelmedik kalmıyor, İstanbul çıkamadığı bir girdaba dönüşüyor. Bizler de günlük olamasak da yılların verdiği alışkanlık ve robotlaşmayla o girdabın içinde debeleniyoruz. Filmin her anlamda ironik bir dili var, zaman zaman gerilimli ve de komik oluyor. Filmin ana fikri insanın huzurunun olmadığı hiçbir yerde yaşam kuramayacağı, alternatif diye sunulan şeyin onun daha da tadını kaçıracağı ve en azından B planı diye yanında yöresinde tuttuğu şeyin de bir gün patlayacağı yönünde… O zaman ne yapmak lazım? Film insanlıktan son çıkış noktasında bir kez daha düşünmemizi salık veriyor ve bizim için en uygun anda ve ruh halinde modern köleliği terk etmemizi söylüyor.
Deniz Celiloğlu kendisine bahşedilen çaresiz şehir insanı rolünü bir hayli iyi bir şekilde yerine getiriyor, aynı şekilde hayal kırıklığı yaratan köy insanı hayatını da… Son Çıkış yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarımızı sorgulayan distopik dikkate alınması gereken bir film!