İlk üç filmiyle büyük bir çıkış yapan yönetmen Ramin Matin yeni filmi Son Çıkış ile festivallerden ödüller toplamaya devam ediyor. Yönetmenin bu ayrıksı sinema macerasını kendisine sorduk.

Kusursuzlar, Canavarlar Sofrası ve Son Çıkış filmleriyle sinemamızda önemli bir yer edinen genç yönetmen Ramin Matin Türk sinemasında şehirli insanın dertlerinin gerektiği kadar yer almadığını, sanki bu orta sınıfın dertlerinin önemsenmediğini söylüyor. Türk bağımsız sinemasına yeni bir bakış açısı getiren yönetmene sorularımızı yönelttik…

Bu senaryoyu seçmenizin hikayesini anlatabilir misiniz?

15 sene kadar önce benzer temaları irdeleyen bir senaryo yazmıştım. Çok parlak bir iş olmamıştı ancak bu temalar gittikçe önem kazandı. Arkadaşım Can Kantarcı’ya bu senaryodan bahsettim, onun da ilgisini çekince çalışmaya koyulduk.

Kıyıdakileri saymazsak çektiğiniz üç film de bağımsız yapımlar olarak adlandırılabilir. Ama Türk sinemasının alışıldık bağımsız yapısı da söz konusu değil filmlerinizde. Öyle gereğinden fazla uzun süren çekimler veya suskun karakterler yok. Daha aksiyonlu bir yapısı var. Kendi sinemanızı daha çok nereye koyuyorsunuz?

Kendimi bir yere konumlandırma üzerine hiç düşünmedim. Amacım elimden geldiği kadar iyi film yapmak, insanları düşündürmeye sevk edecek filmler yapmak.

Yine filmlerinizde senaryoların farklı isimlere ait olduğunu görüyoruz. Bu da bizim sinemamızda çok alışık olduğumuz bir yapı değil. Sizin bu tercihinizin sebebi nedir? Ve avantajlarıyla dezavantajlarını değerlendirebilir misiniz?

Başkalarıyla beraber çalışmaktan büyük keyif alıyorum. Filmi zenginleştiriyor ve katman katıyor. Kendi kendime yazsam bu kadar olması zor. Her senaryo için sıfırdan oturup tartışarak bir yolculuk yaşıyoruz. Benim için yönetmenlik oradan başlıyor zaten.

Son Çıkış özellikle İstanbul’da yaşanan inşaat cehenneminden dem vuruyor. Ama bunu daha çok varoşlarda konumlamayı tercih etmişsiniz. Bunun sebebi nedir? Yani bir mahalle yerine çok büyük bir şantiye tercihiniz?

Hem yoğun bir inşaat aktivitesi hem de gerçek bir mahalle görüntüsü verecek bir mekan istiyordum. Bu sayede görsel olarak inşaatın mahalleyi nasıl yuttuğunu vurgulayabildim. Diğer taraftan da bu tarz kentsel dönüşümün en çok zarar verdiği kesim varoşlarda yaşayanlar. Onların kendi mahalleleri üzerinde kurulan bu yeni ortamlarda maddi olarak var olma imkanları yok.

Son Çıkış filmindeki espri yüklü anlatım şeklini tercih etmenizin sebebini yorumlar mısınız?

Bir yandan İstanbul’da yaşadığımız olayların absürtlüğünü ortaya çıkarmak istedim. Diğer taraftan da zaten ağır olan bir konuyu ağır bir dille irdelemek bana manasız geldi. Komedi bazı konuları anlatmak için en iyi araç. Eskiden böyle komediler çok yapılır ve sevilirdi.

Şehirdeki çarpık yapılaşmadan dem vururken filmin son bölümünde de şehirli insanın doğaya dönme haline eleştiriler getiriyorsunuz. Böyle olunca aslında filmin odağında ne çarpık yapılanma oluyor, ne de şehirden kaçmanın cevap olabileceği iddiası. Bu iki baskın olayın altında sakladığınız ve asıl odak olan konuyu biraz açabilir misiniz?

Tahsin karakteri Türkiye’de bir çok örneği olan oradan oraya istemsizce savrulan bir insan. Güneye gitmek istemesi de özünde bu savrulmanın devamı. Önemli olan kaçmaktan ziyade insanın kendi düşünce şeklini, dünyaya bakışını değiştirip kendinin sorumluluğunu alması. Bunlar olmadan kaçmanın bir manası yok, çünkü o yükü valiz gibi taşımaya devam eder insan. Anlatma istediğim buydu. Ayrı bir konu olarak da bir fantezi peşinde plansız, programsız kaçmanın hüsranla sonuçlanacağı neredeyse kesin.

Filmin başrolünde oynayan Deniz Celiloğlu’nun diğer filmlerini baktığımızda doğal elektiriği bu filmin diline çok uygun düşüyor. Castı yaparken tercih kriteriniz neydi?

Cast yaparken genelikle içgüdülerimi güvenirim. Mümkünse oyuncuların öncesinde yaptıkları film, dizi, oyunlarına izleyip bir fikir edinirim. Ama asıl önemli olan yüz yüze oturup konuştuğumda aldığım hissiyat.

Türk sinemasında taşra veya kasaba insanının bin türlü ruh halini gördük keza köy hayatı da dönem dönem çoğunlukla işlenmiştir. Ama söz şehirli insanın hayatına gelince hem bir kısırlık hem de yetersizlik ortaya çıkıyor? Bu konudaki görüşünüz nedir?

Evet öyle bir durum var. Nedense Türkiye’de şehirli insanı anlatmak boş bir uğraş gibi görülüyor. Sanki şehirli insanın derdi tasası yokmuş gibi, onun hikayesi önemsizmiş gibi. Bunun sebebini ben de tam olarak çözmüş değilim.

Üstteki soruyla alakalı olarak sizin filmleriniz Kusursuzlar, Canavarlar Sofrası ve Son Çıkış tam da kentli insanı odağına alan filmler. Klasik bir söz olan “Herkes bildiğini çekiyor” mu demek gerekiyor? Sizin kentli yaşama yoğunlaşmanızın sebebi nedir?

Özellikle böyle bir çabam olmadı. Tesadüfi olarak yaptığım üç filmde de irdelemek istediğim konulara şehirli, orta sınıf karakterler üzerinden girmek daha ilgi çekici bir sonuç verir düşündüm. Destek bulursam sonraki filmimde farklı bir kesim olacak mesela. Bu tümüyle irdelemek istediğim konuyla ilgili.

Bir sinemacı olarak bizim bir kısım entelektüel sınıfın zorlamasıyla ve kanunlarla da destek verilen bir takım yasaklar var sinemada. Mesela sigara kullanımı, alkol kullanımı, küfür ve hatta kadına şiddet. Tamam bunları böyle tek tek söylediğimizde ortaya güzel bir durum çıkmıyor ama sinema hayatın yansıması ise ve bu tür çirkinlikler hayatın gerçekliği içinde yer alıyorsa bu tür kısıtlamaların sinemaya zararı olmaz mı? Yoksa herşey doğru mu?

Bu tarz yasaklar sinema için son derece zararlı. Bunlar gerçeğin bir parçası. Bunları gizleyerek herhangi bir şeyi değiştiremeyeceğiniz gibi sanata zarar verirsiniz.

Benim size sormadığım ama sizin izleyici için söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Eğlenceli, akıcı ve komik bir film yaptık, sinemalara bekliyoruz!

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.