Halef filmindeki rolüyle Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Muhammet Uzuner başarılı sinema yolculuğunu Cinedergi okuyucuları için değerlendirdi.
Sinemamız ikiye bölünmüş bir endüstri. Bir tarafta gişe filmleri diğer tarafta ise festival yapımları veya sanat filmleri. Yurt dışında sanat filmleriyle tanınan bir ülkeyiz. Onun için bu tür yönetmenlerimizin çektiği filmler önemli. Ve tabii bu tür filmleri üzerlerinde taşıyabilecek oyuncular da çok önemli. Bu anlamda sinemamızın biraz sıkıntıda olduğunu düşünüyorum. Yoksa sanat filmlerinde çoğunlukla aynı isimleri görmezdik. Mesela Ercan Kesal’i her yıl bir kaç filmle beyazperdede seyrediyoruz. İyi ki de seyrediyoruz, gerçekten çok değerli bir oyuncu ve sanatçı. Ama onun bu kadar çok yapımda yer alması eldeki oyuncu seçeneklerinin kısıtlı olmasından da kaynaklanıyor. İşte bu hafta konuğumuz olan Muhammet Uzuner’i bu anlamda çok önemsiyorum. Çünkü beyazperdedeki macerası dikkat çekici şekilde başarılı. Bir Zamanlar Anadolu’da, Küf ve son olarak Boğaziçi Film Festivalin’de ödül aldığı Halef filmiyle kabiliyetini kanıtladı ve beyazperedeye çok yakışan bir fiziği ve ses tonuna sahip, bir de üzerinen kabiliyetini koyduğumuzda sinemamız için önemli bir isimle röportaj yaptığımızı söyleyebiliriz. İşte Muhammet Uzuner’in sorularımıza verdiği cevaplar.
Senaryo size geldiğinde etkilendiğiniz ve rolü kabul etmenize sebep olan şey neydi?
Halef’in senaryosu birkaç bakımdan hoşuma gitti. Senaryonun kurgusu merak ögesi açısından iyiydi. Başıma böyle bir şey gelseydi ne yapardım diye hayli düşündüğümü hatırlıyorum. Ama senaryonun asıl cezbedici yanı dışardan gelenle içerde olanın hayat karşısındaki tutumları ve bu iki karakterin çatışmalı ilişkisiydi.
Rolünüzden biraz bahseder misiniz?
Mahir, İstanbul’da yaşayan bir matematik öğretmeni. Uzun süredir uzak durduğu köyüne babasından kalan portakal tarlasını satmak üzere geliyor. Karşısına kendisinden yaşça oldukça küçük bir delikanlı çıkıyor ve abisi olduğunu ve reenkarne olduğunu iddia ediyor. Böylece Mahir çocukken yaşadığı travmatik bir olayın girdabına tekrar düşüyor. Bir yandan hastalığı nedeniyle ölüme yaklaşmak bir yandan da öldükten sonra tekrar yaşama dönebilecek olma ihtimali Mahir’in kafasını karıştırıyor ve ölüm-yaşam üzerine düşünmeye, sorgulamaya başlıyor.
Bazı rollere hazırlanmak gerekir, tarihi bir isme veya engelli bir karaktere, Fakat bazı roller şimdiye kadar biriktirdiğinizden ortaya çıkar. Bu rol hangisine yakındı. Hazırlanmak için ne gibi bir çalışma yaptınız?
Bu kez cebimde olmayan ve beni çok korkutan bir rolle karşı karşıyaydım. Mahir’in epilepsi hastası olması ve senaryoda bir kaç kez epilepsi krizi geçirecek olması bütün rol hazırlığımda ağırlıklı bir yer tuttu. Bu tür zorunlulukların iyi çalışılması ve iyi oynanması gerçeklik duygusu yaratmak için çok önemli. Krizler hakkında çok araştırdım. İlgili doktorlara sorular sordum. Krizlerin süreleri, biçimleri, kendine gelme aşamaları vb. Bir yandan da böyle bir duruma daha önce hiç tanık olmadığım için internetten bir çok video izledim. Çok moral bozucu bir süreçti maalesef. İlginç dememin sebebi hiç prova almadım, alamadım. İlk krizim sette oldu ve yönetmen de kullandı.
Halef filminin konusunu ve özellikle finalini düşünürsek biraz fazlaca karamsar değil mi? Sizin bir röportajınızda “sıfır umut intiharı gerektirir” gibi bir yorumunuz vardı. Bu filmin finalinde neredeyse sıfır umut var.
Evet eğer minicik bir umut dahi kalmamışsa intihar etmekten başka seçenek kalmaz. Ama yaşamayı seçiyorsak yaşamak düşünmeyi, sorgulamayı gerektirir. Ben filmi karamsar bulmuyorum. Hayat üzerine bir düşünme zamanı diye algılıyorum. Perdedeki karakterlerin hayata yanlış ya da doğru tutunuşlarını görmemiz kendi hayatımız ve kendimizin hayata-hayatımıza verdiğimiz tepkileri tekrar düşünmemizi sağlar. Film izlememizin, tiyatro seyretmemizin, kitap okumamızın ya da bir resim veya heykele bakmamızın nedeni bu değil mi?
Canlandırdığınız karakter şehirde yaşamış olması sebebiyle köklerinden daha analitik bir düşünceye sahip. Fakat ölümle karşılaşınca bu anlamda biraz yelkenleri suya indiriyor. Hikaye bu anlamda bize ne söylemek istiyor?
Analitik düşünce kendi bağlamı içinde çoğu zaman doğru olsa ya da görünse de hayatın karşımıza çıkaracağı sürprizler sağlam kurduğumuzu sandığımız savunma mekanizmalarımızı yıkabiliyor. Mahir karakteri de her insan gibi ölmek değil yaşamak istediği için yaşamın farklı algılanış biçimlerine yakınlık hissediyor. Bu bir arayış. Film bana göre bir inanç meselesini ele almıyor; inanıştan yola çıkarak varlık ve yokluk üzerine düşünmemizi istiyor. Diğer yandan Mahir zaten ölümle karşılaşmıştı, öleceğini biliyordu. Halef oldu onun kafasını karıştıran.
Sinemamızda şehirli insanın dertleri ve hikayesi sizce yeterince doğru anlatılıyor mu? Türkiye nüfusunun yüzde altmışı, yetmişi şehirde yaşarken bu bir tezat değil mi?
Sanat alanında doğru-yanlış ekseni pek tatmin edici gelmiyor bana. Her sinemacı neyi dert ediyorsa kendi istediği biçimde ifade ediyor. Taşra hikayelerinin çoğunlukta olduğunu görüyoruz evet. Belki de taşra ortamı insanı anlatmak için daha yoğunluklu bir atmosfer sağlıyor olabilir. İlişkilerin, çatışmaların daha aşikar olduğu koşullar olabilir. Belki de şehirde yaşayanlarımızın çoğu hala taşrada yaşıyordur. Türkiye’de kentte yaşayanların pek azının kentli refleksleri olduğunu düşünüyorum
Türkiye’de oyuncular özellikle sinemada proje seçme lüksüne pek sahip değildir. Zaten az olan proje içinde biraz da seçici olsanız neredeyse uzun metraj filmlerde rol alamazsınız. Ama sizin oynadığınız filmlere baktığımızda, Bir Zamanlar Anadolu, Küf ve Halef gibi filmler gerçekten önemli yapımlar. bu anlamda bir seçim kriteriniz var mı? Ve endüstrinin bu şartlarında seçici olmayı nasıl beceriyorsunuz?
Biraz şanslıyım diyelim. Elbette seçiciyim sinema konusunda. Güzel projelerle çakıştı yolum. Bir senaryoyu okurken kendi oynayacağım karakterle birlikte hikayenin bütününe de bakıyorum. Kendimi projeye ait hissetmiyorsam teklif edilen rolün güzel olması, prodüksiyonun veya rolün büyüklüğü ya da küçüklüğü kararımı etkilemiyor.
Oyunculuk anlamında mekteplisiniz. Oyuncu olmaya ne zaman karar verdiniz? Mesleği seçim süreciniz nasıl oldu?
Ekonomi eğitiminin son yıllarındaki tiyatro çalışmasına kadar hiç ilgim yoktu sanatsal işlerle. Meslek olarak seçmek istemiyordum ve bitiremedim zaten ekonomi eğitimini. Son yıl katıldığım tiyatro çalışması sırasında Ankara Üniversitesi DTCF Oyunculuk Bölümü sınav açınca başta abim olmak üzere insanlar teşvik ettiler beni. Ben de girdim ve kazandım. Yani sonradan görmeyim bu meslekte:)
Bir oyuncunun siyasi duruşu mutlaka vardır. Ama sinema da öyle bir meslek ki her türlü karakteri üzerinize bir ceket gibi giymek zorundasınız bu anlamda oyuncu kişisel bir çatışma yaşar mı? Siz bu çatışmayı yaşadınız mı?
Filmin bütünü benim de anlatmak istediğim şeyi anlatıyorsa o yapı içinde her şeyi oynarım. Oyuncunun sinemada sadece rolünden sorumlu olduğunu düşünenlerden değilim. Bu durumda ifade edilmek istenene katkım olabilecekse öyle ya da böyle her rolü oynarım diye düşünüyorum. Kaldı ki oynadım da. Yeter ki iyi yazılmış ve iyi yönetilecek olsun.
Sinema aslında bir yönetmen sanatıdır. Sizin Tiyatro oyunları yazdığınızı ve yönettiğinizi biliyoruz. Sinemada yönetmenliği düşünüyor musunuz? Senaryo yazımı ilginizi çekiyor mu?
Hayır. Tiyatroda yönetmenliği seviyorum ama sinema için böyle bir düşüncem ya da hevesim yok. Tiyatronun ve sinemanın yapılış biçimleri çok çok farklı. Tiyatroda kolektif üretme biçimi beni çok mutlu ediyor. Sinemanın dinamikleri farklı. Sinemada sizin de dediğiniz gibi yönetmenin hayal dünyasına hizmet eden ifade araçlarıyız. Tiyatrodaysa birlikte üretim yapabilirsiniz. Aynı nedenle tiyatro alanında prodüksiyon tiyatrosu da bana zevk vermiyor. Şu günlerde bütün bu düşüncelerimizi hayata geçirmek için Arzu Gamze Kılınç’la kurduğumuz bir tiyatro ve oyunculuk okulu olan Cihangir Atölye Sahnesi’nde Kıvanç Kılınç’ın yazdığı “Bir Alaturka Hikayet: Raif ile Letafet” adlı oyunu prova ediyoruz. Diğer atölyelerimizde de üretim devam ediyor. Tüm bu çalışmalar ortak duygu ve düşünceye hizmet eden kolektif bir ortamda gerçekleşiyor. Yazma meselesiyse başlı başına zor ve ağır bir konu. Keşke yazabilseydim. Yazabilenlere büyük saygı duyuyorum.
Boğaziçi film festivalinde Halef ile ödül aldınız. Ödül bir oyuncuyu nasıl etkiler? Türkiye’de festivallerde alınan ödüller olması gerektiği kadar endüstride bir farklılık yaratıyor mu?
Ödül hoş bir şey. Yaptığınız işi birileri görüyor ve değerlendiriyor. Bu kimin hoşuna gitmez. Ama takılı kalmamak lazım. Sonuçta ‘en iyi erkek oyuncu’ ibaresi sadece o festivale ve sadece o jüriye ait. Sizi en iyi erkek oyuncu yapmıyor yani. Zaten jüri de şu filmle diyor. Bir taltif bir teşekkür diye algılıyorum. Özellikle yeni tanınan genç oyuncular sektörde dikkatleri üzerlerine çekiyor aldıkları ödüllerle.
Filmle ilgili size sormadığım ama sizin izleyiciye söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Çok küçük bir ekiple çalıştık. Böyle sayıca az ekiplerle çalıştığımda hep daha başka kim gerekirdi ki diye düşünürüm. Yapmaya inanç tam olunca motivasyon da yerinde oluyor. Yeter ki yapmak isteyelim. Koşullar sandığımız kadar aşılmaz olmayabilir.