2017 yılında vizyona girmiş olan ve yönetmenliğini George Clooney’in üstelendiği Suburbicon için çok olumsuz şeyler düşünmesem de filmdeki oyuncuların ve George Clooney’in genel başarısını düşününce daha iyi olabilirdi demekten kendimi alamıyorum. Bir köşede unutulmuş esrarengiz bir film.
Film, 1950’li yıllarda Suburbicon şehrinde geçiyor. Filmde sıradan iki ailenin hayatı anlatılıyormuş gibi gözükse aslında hiçbir şey görüldüğü gibi değil. Mayers ailesinin beyazların yaşadığı bir mahalleye taşınmasıyla işler daha da karışmaya başlıyor. Herkesin gözü üzerinde olan bu aileye çevredeki beyazlar tarafından yapılmadık şey kalmıyor. Her gece mahalle halkı Mayers ailesinin yaşadığı evin önünde toplanarak oradan gitmeleri için protestolar yapıp eve bir şekilde zarar vermeye çalışıyorlar. Lodge ailesi ise biraz garip. Gardner Lodge (Matt Damon), ofiste çalışan evli, karısı ve bir oğluyla yaşayan biri. Filmde ilk sahnelerde Rose Lodge (Julianne Moore) ve kız kardeşi Margaret birlikte görüyoruz. Rose Lodge, bir süre önce trafik kaza geçirerek sakat kalmış olsa da hayatından gayet memnun bir kadın. Ancak o gece yaşananlardan sonra herkesin hayatı birden değişiyor. Mr. Lodge tarafından kiralanmış iki hırsız eve gelerek bir anda herkesi büyük bir dehşete sürüklüyor. O sahneleri izlerken önce gerçekmiş gibi düşünsem de yavaş yavaş bunların bir oyun olduğunu anlamamak imkânsız. Bu iki hırsız herkesi bayıltarak olaya gerçekçi bir süs vermeye çalışırken evin küçük oğlu, Nicky’nin (Noah Jupe) şüpheci yaklaşımı bir şeylerin ters gittiğinin işareti aslında. Gözünü hastanede açan Nicky ne olduğunu anlamaya çalışırken olay anında annesinin öldüğünü öğreniyor. Mr. Lodge ve Rose’n kız kardeşi Margaret’ın aşırı büyük tepki vermemesi hayli şüpheleri artıyor. Bu olay üzerine Margaret Mr. Lodge ve Nicky yanına taşınıyor Nicky’n bir anneye ihtiyaç duyacağını düşünerek. Her şeyden habersiz annesinin durumuna üzülen Nicky bir gece duyduğu sese uyanıp sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken babasının ve teyzesinin bir ilişkisi olduğunu öğreniyor. Nicky’e bu durum karşında destek olacak tek kişi dayısı Mitch (Gary Basaraba) ancak teyzesi onunla iletişim kurmasını bir şekilde engelliyor her defasında. Mr. Lodge karısını öldürmek istemesinin tek sebebi sigortadan gelecek parayı alarak Margaret ile Aruba’ya gitmek. Bu yasak ilişki, cinayetle ilgili olayı çözmek için eve gelen dedektif (Oscar Isaac) tarafından da tamamen anlaşılıyor. Bu durum karşında daha da çıkmaza sürüklenen Mr. Lodge dedektifi öldürmek ve cesedi saklamak zorunda kalıyor. Mr. Lodge’den paralarını alamayan iki hırsız eve tekrar gelip Margaret ve Nicky öldürmeye kalkıyor. Ancak Nicky öldürmek üzereyken Mitch gelerek Nicky alıp dolaba saklıyor. Mr. Lodge eve geldiğinde Margaret ve hırsız tarafından yaralanan Mitch ölü buluyor. Nicky ile masada oturup ne yapmaları gerektiğine karar verirken o anda Margaret’in Nicky öldürmek için önceden hazırladığı ve içine ilaç koyduğu şeyleri yemeye başlıyor. Filmin sonunda Mr. Lodge de öldüğü görüyoruz. Nicky ise bu durum karşında sessizliği koruyor ve dışarı çıkıp Mayers ailesinin oğluyla bezbol oynuyor.
Filmdeki zincirleme gelişen felaketler, bitmeyen şüpheler gerilim ve korku Film Noir türünden bir hava verse de filmin anlatımı hafif ve komedi tadında. Açıkça eleştirilen ırkçılık ise aslında bize o döneme ait büyük ipuçları veriyor. Tenlerinden gelen farklılığın diğer insanlar için uğursuzluk ve felaketin işareti olduğuna dair önyargılar bugün bile tartışılan bir konu. Filmde, Mr. Lodge’nin sürekli gitmek için hayalini kurduğu Aruba adası ise sanki onun için özgürlük anlamına geliyor. Sürekli oranın bir koloni olduğunun vurgulanması Mr. Lodge’nin özgür olmadığı ve hakimiyet kuramadığı hayatına orada başka bir insanmış gibi sıfırdan başlayacağını düşünmesi ise 1950’lerde kolonyal dönemin izlerini de hissettiriyor.
Filmde genel olarak oyunculuklar çok iyi özellikle Julianne Moore’n iki karakteri canlandırması büyük bir başarı. Matt Damon’in kötü adam olması diğer filmlerindeki rolleriyle düşündüğümüzde biraz üzdü açıkçası. Onu her zaman Can Dostum (Good Will Hunting/1997) filmindeki asi, zeki ve bir o kadar da duygusal genç rolüyle hatırlamak belki de en iyisi. Oscar Isaac dedektif olarak sadece 6-7 dakika ekranda gözükse de gösterdiği performans o anda en iyisiydi. O kısacık anda herkesi odak noktasına kilitlemeyi başaran iyi bir oyunculuk gösterdi. Genç yaşta oyunculuğa başlamış olan Noah Jupe ise bu filmde büyük bir etki uyandırdi. Özellikle son sahnede ne olmuş olursa olsun hayatta kalan ve bir şekilde yaşamaya devam eden tek kişi olarak filmin sonunu anlamlı bir ifadeyle tamamlıyor.
Hayatlarımızın gidişatını ten rengimiz değil, seçimlerimiz ve kendimiz belirleriz.
Imdb’dan sadece 5.6 almış olan Suburbicon herkese hitap eden bir film olmasa da George Clooney hayranlarının bu filmi göz ardı etmeyeceğine eminim.
İyi seyirler…