Dünya prömiyerini 55. Antalya Uluslararası Film Festivali’nde yapan ve görüntü yönetmeni Olcay Oğuz’a Behlül Dal Genç Yetenek Ödülü getiren Çınar filmini, filmin yönetmeni ve yapımcısı Mustafa Karadeniz ile festivalde konuştuk. Annesinin sırtında okula gidip gelen engelli bir çocuğun yaşamını farklı bir öykü ile anlatan Çınar filminin yurt içi ve yurtdışı festival yolculuğu devam ediyor…
Merhaba Mustafa Bey, ilk yönetmenlik deneyiminiz ile Antalya’da yarışıyorsunuz. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
İlk olarak konservatuara başladım, bacağımdaki rahatsızlıktan dolayı oyuncu olma gibi bir düşüncem zaten yoktu. Hayalimde hep iyi bir sinema yönetmeni ve yapımcı olmaktı. Sürekli film çekebilecek, yönetmenlik yapabilecek bir enerjim yok çünkü çok zorlu bir süreç…Okuldan sonra birkaç sette çay, kablo taşıyarak gezdim, ilk kez bir klip için Plato filmi gitmiştim. Sonrasında sağolsun yönetmen Zeki Demirkubuz, Kader filminde bize bir şans tanıdı ve asistan olarak filme dahil oldum. Kader’de 2 sahnede kısa da olsa bir rolüm vardı. Orada kanıma zehir girdi bir kere… 2010 yılına kadar birçok projede, dizide, sinema filminde çalıştım; hep yapım tarafında, yapım sorumlusu, prodüksiyon amiri gibi pozisyonlarda tecrübe edindim. Sonra klip ve reklam yapımcılığına başladım. 180 klipte ve 80 tane de kurumsal filme reklamına yapımcı olarak imza attım.
Kendi yaşam hikayenizden uyarladığınız ilk filminizi sadece öyküsüyle değil adıyla annenize ithaf etmişsiniz. Biraz buradan başlarsak, nasıl ortaya çıktı film süreci, sizi kendi hikayenizi açıklığı ile anlatmaya iten neydi ?
Dediğim gibi gönlümde yatan aslan buydu, yönetmenlikti. Yapımda iyice piştikten sonra pek çok film teklifi geldi ama ben istemedim. İlk filmim hem Çınar olsun istedim, hem okulda bize anlattıkları ‘önce kendi hikayenizden başlayın’dı… 2013 yılında bir reklam filmi çektimi için Sarıkamış’a gittik… Sarıkamış çok özel bir yer; 91 bin şehidimiz var… Ben odada ağlayarak Çınar’ın senaryosunu yazmaya başladım.
Açıklık konusunda da ben olması gerekeni yazmak istedim sadece. Kendi hikayemi başka bir hikayeye bağladım zaten. Hikayenin tamamı gerçek ama %70’lik bölümü benim, %30’u da orada yaşanan gerçek bir hikaye. Filme dair detay vermeyelim ama bir anne babanın engelli çocuğuyla hayata tutunma çabası. Böyle gibi görünüp, 60 dakikadan itibaren başka yönlere giden, seyirciyi şaşırtıp koltuğa yapıştıran bir senaryosu olsun istedik. Bunu da hem bilinçli yaptık, hem insanlar böyle bir durumda, başlarını benzer bir şey gelse ne yaparlar, bunu sorgulasınlar, empati kursunlar istedik. Bu şekilde gelişti süreç ve tüm gerçekliğiyle filmi yapmak, insanlara dokunmak istedim.
Oyuncu seçimleri nasıl gerçekleşti? Anneniz ve babanıza rolleri seçerken neye dikkat ettiniz?
Hem anne-babama uyan karakterler, hem senaryo akışına uyan karakterler. Sezgin’i çok aradım, bir çok erkek oyuncu denedik. En sonunda Karslı olması, Kars şivesini bilmesi daha önceki filmlerden tecrübeli olması, ata binmesi bizi cezbetti. Ama araba kullanmıyordu bilmiyordu, onu da sette söyledi bize…(Gülüşmeler) Herkes araba kullanabilir ama herkes ata binemez. Ata binse bile Sezgin’in dün soru cevapta söylediği gibi atla iletişim kuramaz. At çok farklı bir hayvan, benim de en sevdiğim hayvandır.
Kadın oyuncumuzda da 30 kişiye yakın bir audition sürecimiz oldu; bir türlü içime sinmedi benim. En son başka bir yan rolün (kahveci Halil) seçiminde karşıdan bir kadın sesi duydum. Bir dakika dedim, o kadın sesi çok ilgimi çekti. Dilşah ile tanıştık ve sen bu işi yaparsın dedim ona. Bu arada sete de 3 gün var. Hemen bir audition da Dilşah’tan aldık ve ‘tamam budur!’ dedi. İkisi de gerçekten çok yetenekli, çok iyi iş çıkarttılar. Çok prova yaptılar. Sezgin ile ikisi yaklaşık 10 gün orada evlerde kaldı; bizim bulduğumuz, sanat yaptığımız evin içinde kaldılar. Sezgin tam bir ay önceden oraya gitti; atabindi, pratik yaptı. Çocuk oyuncumuz henüz yoktu, o süreçte okullarda çocuk oyuncu baktı. Gerçek bir kast direktörü gibi bir yardımcı oldu.
Sizin çocukluğunuzu canlandıran Yunus Emre ile çalışmak nasıl bir süreçti, çekimleri yaptığınız köyün çocuklarından biri, ilk kamera gördüğünü söylemiştiniz?
Yunus Emre’yi ararken 21 köyü gezdik; hem çekimler için hem çocuk kast için. Sarıkamış Kaymakamı Handere ilçesini önerdi, hem doğası, hem iklimi hem de insanı açısından; oraya yöneldik. Gittiğimizde çekim için okulu incelerken, öğrenciler arasında Yunus Emre’yi gördüm. Ailesiyle de tanıştık, dünya tatlısı bir çocuk. Benim çocukluğumu oymaya hemen adapte oldu, hiç sıkıntı çekmedi… Çocuk oyuncu koçluğumuzu yeri geldi Deniz (Uğur Deniz Terzioğlu) yaptı, yeri geldi Orhan (Koçak) üstlendi. Oyuncularımız da destek oldu kendisine; bir şekilde iyi bir oyunculuk çıkarttık Yunus Emre’den. Bacağındaki aparatla ile oynaması için de ben direktifler verdim ona “Bak bu bacağını unut, bacağını hareket ettiremiyorsun ve sakın kameraya bakmıyorsun” dedim. Bence inanılmaz bir oyun çıkardı. Çok da sebatlıydı, uykusuz kaldığı zamanlar oldu, hiçbir şeyden şikayet etmedi. Şimdi de Antalya’ya geldi bu filmle. Umarız bundan sonra uluslararası, yurt dışı festivalleri olursa oralara da beraber gideriz.
Biraz çekim mekanlarından ve sürecinden bahsedersek, Sarıkamış gibi iklim koşulları oldukça sert bir bölgede çekmişsiniz filmi, kaç hafta sürdü, hazırlık süreci nasıldı, aksaklıklar oldu mu?
Biz 45 kişiyle, 45 gün (içinde ön hazırlık süreci de var), -45 eksik derecede bu filmi yaptık.
Coğrafya çok zorlu dediğiniz gibi. Deniz (Uğur Deniz Terzioğlu) ve Orhan (Koçak) ile birçok kez gittik çekimler öncesi. Ön hazırlığımız uzun bir süre tuttu. Zaten senaryo yazımı 3 yılımızı aldı; bu arada ben yalnız yazmadım bu işi, onu da ekleyelim Necip Güleçer ile beraber yazdık. Kendisi senaryo çok hakim olduğu için aynı zamanda sanat yönetmenliği yaptı. Ben kendi hikayemi anlattım o çok güzel kaleme aldı.
Sarıkamış’ta da çok fazla köy gezdik ve tabii ki çok çok soğuktu.
Normalde çekimler takvime göre uzun olur, set uzar bizim setimiz bir hafta erken bitti; onu da ekleyebiliriz; herkes çok fedakar biçimde çalıştı çünkü.
Bu arada yapımcılarımız Deniz ve Orhan da sette bizzat çok emek verdiler. Yeri geldi onalr da kürekle kar attılar. Yeri geldi görüntü yönetmenimiz Olcay (Oğuz)- ki çok yetenekli bir arkadaşımız, Amerika’da projelerde de çalışmış- önce 10 metre kar küreyip sonra ışığa, görüntü ayarına geçtiği günler oldu.
Evet, kar sahneleri ayrıca teknik olarak çok başarılı kotarılmış…
Gerçekten iyi bir iş çıkması için çok çalıştık, tüm açıklığımla söylüyorum o sahneler Olcay’ın becerisi ve başarısıdır. Zira benim görüntü yönetmeni kadar teknik bir bilgim yok, çok desteğini gördüm.
Peki bu zorlu setten aklınızda kalan bir anınızı anlatır mısınız? ,
-45 derece soğuktan elimizdeki göstergeler bozuldu… Oyuncularımızdan biri kaydı düştü, biri donma tehlikesi geçirdi… Hatta oyuncularımızı kızakla kurtlar kovaladı. O sahneler kadraja girmedi ama baya korkutucu anlardı. Kızak şoförünün manevraları ve kurtları uzaklaştırmak için çıkarttığı sesler sayesinde kurtulduk. Aslında uzaktık kurtlara ama insan elbette korkuyor. Böyle zorluklar oldu set arkasında, ama hiç kimse bırakıp gitmedi çok insan hakkı var.
Antalya Film Festivali için ne söylemek istersiniz; festival sizin için nasıl gidiyor?
Antalya Film Festivali çok kıymetli ve çok emek verilmiş bir organizasyon. Biz ekip olarak burada olmaktan çok memnunuz. Toronto’da, Berlin’de, Cannes’da yarışmış, ödül almış filmlerle yarışıyoruz burada ve bu bile bir şeref açıkçası. Ben izlediğim filmleri gerçekten çok beğeniyorum; bu yarışmada egolu ya da hasetli olmaya hiç gerek yok. Nefis filmler yapmışlar, hepsi de yüreğimize dokundu. Bizim de uluslararası camiada tanınmak için bir şansımız oldu bu festivalle… Forum bölümünde de yarışan bir filmimiz vardı, o da oradan ödül aldı. Sektörle ilgili insanlarla bir araya geliyorsunuz; normalde zor ulaşacağınız bir kanal yöneticisi, başka bir festivalin direktörü burda karşınıza çıkıyor mesela. Burası buluşma noktası gibi. Benim gönlümden ilk filmimin prömiyerini Antalya’da yapmak geçiyordu, gerçek de oldu. Bu da Allah’ın bir lütfu.
Çınar’ın festival yolculuğu nasıl devam edecek?
Dört-beş tane yabancı festivalden, Hollanda’da Almanya’da teklifler var. Türkiye içinde birkaç tane önemli festival daha var başvuruda bulunduğumuz. Bunların dışında Asya merkezli düzenlenen çok önemli bir festival; onun altını çizelim. Los Angeles’ta düzenlenen Genişletilmiş Asya Film Festivali var. 25 Ekim-1 Kasım tarihleri arası gerçekleşecek. Çok önemli bir platform, içinde Hollywood ünlüleri kadar Akademi’den de pek çok katılımcı var. Bir anlamda dünyanın gözünde görücüye çıkmış olacağız.
Son sözleriniz alırsak?
Bu noktada öncelikle Sinema Genel Müdürlüğü ve bizden desteklerini esirgemeyen sponsorlarımıza teşekkürü bir borç biliyorum. Bize ve filmimize inandıkları için. Tabii ki Kars Valiliği vee Kars Sarıkamış Kaymakamlığı’na; oradaki bütün yerel hakla, insanlara gerçekten çok teşekkür ediyorum, bu filmde bizim yanımızda olmaları gerçekten çok önemliydi.
Benim bu filmle para kazanma kaygım yok. Çünkü kliplerle, reklamla ben paramı kazanıyorum. Bu filmdeki tek derdim bir tek engelli annesine dokunabilirsem, bir kişiye bile umut olsam bana yeter. Engelli ailelerine dokunabilsek dünya değişir. Çünkü onlar evlerinden çürümeye terk edilmiş haldeler, kör karanlıktaşar. Dışarı çıkamıyorlar otobüse bile binemiyorlar. Bir kişi seyretse ve dese ki “bir anne bu çocuğu almış, sırtlamış, taşımış; sonrasında bu çocuk buralara gelmiş, şimdi filmini çekmiş” yeter. Başka mesleklere de sirayet edebilir, avukat da olabilir mesela. Tüm yüreğimde söylüyorum bu ailelere umut ışığı olmak istiyorum. Tek derdim bu bu işte.
Umarız ki gerçekleşir. Filme festival yolculuğunda başarılar diler, çok teşekkür ederiz.
Duygu Kocabaylıoğlu Arazlı
twitter.com/duygukocabayli