“Bağımsız belgeselci” ve “bağımsız belgesel film” kavramı üzerine pek çok ulusal ve uluslararası tartışma platformlarında bulundum. Saatlerce hatta günlerce konuşulan, uzayıp giden ve tartışması da bitmeyecek bir konu.
Zaten mevzu ne olursa olsun “bağımsızlık” başlı başına bir sosyo-ekonomik-kültürel arayış, idrak, savaş… Hele işin içine bir de sanat girdi mi…
Belgesel film üretim, dağıtım ve gösterim süreçlerinde bağımsızlık nerede başlıyor, nerede bitiyor? Neden ve kimden bağımsız belgesel film ve belgeselci? Belgeselciler bu anlamda kendilerini nasıl tanımlaıyorlar?
Kültür Bakanlığından, X holdingden, Y vakıf ve dernekten, Türkiyedeki her hangi bir TV kanalından, gene Türkiye’deki Z sinema fonudan, pitching platformundan… destek almak bağımsızığa zarar verir mi?
Ya da;
Herhangi bir yurt dışı vakıf ve dernekten, yurt dışı sinema fonundan, yurt dışı TV kanalından, bir yabancı büyükelçilikten/konsolosluktan… destek almak bağımsızlığa zarar verir mi?
Yurt içi veya yurt dışından destek veren kurum ve kuruluşun vizyon ve misyonu filmin ve belgeselcinin bağımsızlığına etkisi ne ve /veya ne kadar? İdeal olan ne? Bağımsızlık ne zaman kaybedilir? Sorular sorular… Daha da çoğaltabileceğim sorular…
Belgesel sinemacılar Birliği’nin aktif üyelerinden üç meslektaşlarıma sordum. Bahriye Kabadayı, Yasin Ali Türkeri ve Kurtuluş Özgen sorularıma içtenlikle cevap verdi. Duygu, düşünce ve deneyimlerini aktardı. Hiç araya girmeden sohbetimizi aktarmak istiyorum. Kimbilir Cinedergi’de de“bağımsızlık” üzerine bir tartışma başlatırız hep birlikte…
Yasin Ali TÜRKERİ
Geçmişten bugüne hem kendimin ortaya koyduğu hem de yapımına katkı sunduğum eserlere baktığımda, “belgesel yapmayı seven bağımsız bir sinemacı” olarak tanımlamayı daha uygun buluyorum kendimi. Profesyonel olarak 2003 yılından itibaren ağırlıklı olarak belgesel sinema projelerinde kurgucu olarak çalışmaya başladım.2006 yılından bu yanakurucusu olduğum ESR Film çatısı altında kurgucu, yönetmen ve yapımcı olarak çalışmalarımı sürdürmekteyim. Bağımsızlık en başta kendi istediğiniz hikayeyi anlatabilme özgürlüğü demekbenim için. Ve bu tanımlamanın sadece sinemaya özgü olduğunudüşünmüyorum. Bir yazar, bir müzisyen, bir ressam için de bu geçerli bence.İstediğiniz hikayeyi, eseri size özgü anlatım biçimleriyle ortaya çıkarabilmek yani. Sınırlar ise sizin bu eserinizle ne yapmak istediğiniz, nereye varmak istediğiniz, nasıl bir izleyici kitlesiyle buluşmak istediğinize bağlı bence. Olaya yapımcı tarafımdan baktığımda ise eldeki sınırlı kaynaklarla yapılabileceğinizin en iyisini ortaya koyabilmek.
Usta bir sinemacı olarak senin de bildiğin üzere film çekmek bir tasarım ve strateji süreci. Fikrin ortaya çıkışından, geliştirilmesine, yapım ve dağıtımsüreçlerine değin uzanan bir süreç bu. Sınırlarınızı bu süreç içerisinde belirliyorve de öğreniyorsunuz. İyi bir tasarım ve strateji, sinemanın endüstr kısmına yön veren, ana akım dışında yer alan tüm bağımsız sinemacılar için daha da elzem bir konu bence. Çünkü ana akım sinemacılar yeterli yapım imkanlarına ve de dağıtım ağlarına sahipler. Siz ise değilsiniz.
Filminizin yapım giderlerini karşılayabilmek için hem ulusal hem de uluslararası düzeyde fon aramanın bağımsızlığa zarar verdiğini düşünmüyorum açıkcası.Sizin hikayeniz, anlatım biçiminiz, yapımın gerçekleştirebilirliği fon verenlerin öncelikleriyle uyuşuyorsa niye destek almayasınız ki!
Eğer ortak bir yapımla uluslararası arenaya çıkıp, uluslararası izleyici kitlesine ulaşmak gibi bir hedefiniz var ise bir filmin yapım maaliyetlerini sadeceulusal/yerel sinema fonları ve kaynaklarıyla karşılamanız neredeyse imkansız.
Uluslararası sinema fonlarından da yararlanmanız gerekiyor. Ama bugün ülkece içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntıları düşünecek olursak ortak yapımlar artık bir çok kurmaca sinemacı için bile büyük bir hayal. Türk Lirasının büyük ölçüde değer kaybettiği bir dönemde bütçenin size ait olan kısmını tamamlamanız çok zor artık.
Belgesel filmin oluşum sürecinde destek alınan kurum ve kuruluşların ve kişilerin film süreçlerine dahil olması bağımsızlığı zedeler mi? Kısacası destek alınan yerin vizyon ve misyonu filmde ve belgeselci üzerinde ne kadar etkin? Belgesel sinema dahil bütün sinema alanı için ulusal-uluslararası fonlardan yararlanmanın sizin eserinize zarar verdiğini düşünmüyorum. Ki bu arada Türkiyeli belgesel sinemacıların için uluslararası arenadan yararlanabileceği birçok fon var. Ve bu fonlardan yararlanmanız tamamen sizin hazırladığınız proje dosyası ve tanıtım filminin etkili ve dikkat çekici olmasına bağlı. İster sinema fonları, ister pitching platformlar, ister çeşitli kurum-kuruluşlarda olan ilişkilerde belirleyici olan sizin hikayenizi ne kadar sahiplendiğiniz. Filminize fon bulmak için katıldığınız çeşitli platformlarda mutlaka hikayenizle ilgili çeşitli öneriler, istekler olacaktır. Burada önemli olan bu öneri ve isteklerin sizin anlatmak istediğiniz hikayeyle örtüşüp örtüşmediği ve de nihayetinde sizin vereceğiniz karar.
Bir filmi bağımsız kılan kriterler nelerdir? Kimden ve neden bağımsız diye sorduğunda ise; türü ne olursa olsun anlatmak istediğiniz hikayeyi, sizin istediğiniz anlatım biçimiyle ortaya koyabilmektir bence. Gerek süre, gerekse anlatım biçimi olarak hem ana akım sinemanın hem de geleneksel olarak alışık olduğumuz kalıpların dışına çıkabilmek de en önemli kriterlerden bence.Bağımsız sinema dediğiniz zaman kurmaca, belgesel, animasyon, deneysel tür ayrımı yapmadan, dönemin popüler söylemiyle aynı gemide olduğumuzu düşünüyorum açıkcası. Araştırma geliştirme süreçlerinden, yapım ve dağıtım aşamalarına kadar olan aşamada alternatif ağlar, platformlar yaratabilmek çokönemli. Film festivallerinin yanısıra Başka Sinema ve Beyoğlu Sineması’nın yaptığı çalışmaları çok değerli buluyorum.
Bir belgesel film ne zaman ürün olarak bağımsızlığını kaybeder? İşte kritik nokta burası:Yaptığınız üretimlerle ve üretim biçimlerinizle bazı seçimler yapıyor ve bu seçimler de sizi hayat içerisinde bir çizgide konumlandırıyor aslında. Eğer anlatmak istediğiniz hikayeyi sadece çeşitli yerlerden destek alabilmek adına büyük ölçüde değiştirmiş, farklı bir hikaye haline getirmişseniz ona artık başka birşey demek lazım bence.
Bahriye KABADAYI
Öncelikle kendimi nasıl tanımlıyorum sorusunu yanıtlayayım; “belgesel sinemacıyım”. Belgesel sinema dünyasına giriş tarihim 1997. O tarihten itibaren VTR Araştırma Yapım Yönetim bünyesinde, çok sayıda belgesel film çalışmasına katıldım. 2013 yılından beri ise kendi şahıs şirketim olan Tarçın Film bünyesinde belgesel filmler yapıyorum. Resmî, kamu ya da özel bir yayın kuruluşunda çalışmadığım için nispeten ‘bağımsız’ bir belgeselciyim. Ürettiğim filmlerin yapımcı hakları bana, yaratıcı hakları benimle birlikte ekipte yer alan diğer ilgili arkadaşlarıma ait. Kendimi ya da filmlerimi tanımlarken ‘bağımsız’ kelimesini kullanmayı tercih etmiyorum çünkü bu, senin de bildiğin gibi oldukça karmaşık bir konu.
İçten gelen bir motivasyonla bir konuyu dert edinen, onu diğer insanlarla paylaşabilmek için sinematografik bir ifade biçimine dönüştüren eserleri ‘belgesel sinema eseri’ olarak tanımlıyorum. Bu tanıma göre belgesel sinemacının bağımsızlığı ‘içten gelen motivasyon’ ile başlıyor. Ama sinematografik bir esere dönüşüp nihayete erene kadar bağımsız kalabiliyor mu/yuz, soru işareti.
Bahsettiğim süreç de şöyle: Filme dönüştüreceğim projeyi hayal ediyor, yazıyor, tasarlıyor, planlıyor, kaynak buluyor/ bulamıyor, çekiyor, kurguluyor ve belirli bir süreç sonunda tamamlıyorum. Kaynak bulma kısmına kadar oldukça özgürüm sanki. Sanki diyorum çünkü, bu da, belgesel sinemanın yapısı gereği önyargılara, vicdanıma, sansüre- otosansüre, toplum baskısına, mahalle baskısına vb verdiğim savaştan ne derece galip çıkabildiğime göre değerlendirilebilecek bir özgürlük aslında.
Bir belgesel filmi tamamen kendi öz kaynaklarımla finanse edebilecek maddi bir güce sahip değilim. Şu ana kadar uygulayabildiğim genel model; kendimin ve ekipteki yakınlarımın/ arkadaşlarımın tamamen bedelsiz değil ama ‘gönüllü’ diyebileceğimiz emeğinin üzerine, ekipman kiralama, yol, konaklama ve diğer harcamalar için gerekli bütçeyi bir kaynaktan hibe alıp ekleyerek çalışmak oldu.
Bir filmim hariç, destek veren resmî makamdan filmlerin içeriğine dair yönlendirici talepte bulunulmadı. Filmin içeriğini, çeşitli gerekçelerle değiştirmeye yönelik herhangi bir talep en basit anlamıyla ‘sansür’dür ve elbetteki filmin bağımsızlığını zedeler. Kendi serüvenim bir yana, burada altını çizmek istediğim nokta şu: Herhangi bir kurumdan destek aldığınızda ‘bağımsızlığınızın’ zedelenmesi kaçınılmaz. Filmde destek veren kurumun tercih etmediği bir ifade/ bölüm/sekans olabilir ve bununla ilgili bir yönlendirici reaksiyon alabilirsiniz… Yaptığınız film, başvurduğunuz ya da sizden sipariş olarak iş isteyen X yayın kuruluşunun yayın politikasının dışına çıkabilir… Bir fon kaynağından hibe alabilmek için, projenizi kendiniz eğip bükebilirsiniz… Bir fon kaynağından hibe alabilmek için proje üretebilirsiniz… Bu ve benzeri ihtimallerin tümünün kulağa itici gelen yanları var ve “ne kadar bağımsız olunabilir” sorusu yanında “sözkonusu şartlarda üretilen işler sinema eseri midir” sorusunu da beraberinde getirir.
Destek alınan kurumun yurtiçi ya da yurtdışından olması da farketmez. Bakanlık, belediye, farklı bir kamu kuruluşu, vakıf, dernek vb gibi Avrupa belgeselciliğinin merkezî fon mekanizması diyebileceğimiz ‘pitching forum’lar da bağımsızlığı mecburen zedeleyen sistemlerdir. Çünkü ‘pitching forum’larda projenizi çeşitli ülkelerden yayın kuruluşlarının temsilcisi olan ‘commissioning editor’lere sunar ve satmaya çalışırsınız. Herhangi birşeyi satmaya çalışmak da ister istemez o şeyin biçiminin değişmesine neden olur.
Elbette ki fonlama yapan kurumların tümü filmleri yönlendirir diyemeyiz. Fakat doğrudan bir etkileme/ yönlendirme olmasa da, fon veren her kurumun kendine göre bir vizyonu olduğu, o kurumun desteğiyle üretilen filmlerin de doğal olarak bu bakış açısını kabul ettiği düşünülür. Bilinçli bir seyirci, izlediği filmi, onu destekleyen kurumlarla bir bütün olarak değerlendirir. Bu tür kurumların bazıları toplum nezdinde negatif bir intiba uyandırabiliyor (Kurumu oluşturan kişilerin varlık kaynaklarıyla ilgili şaibeler gibi… ) Seyirci, izlediği filmin sonunda böylesi kurumlardan birini görünce o ana kadar izlediği filmi sorgulamaya başlayabiliyor. Burada da ‘bağımsızlık’ kavramı ‘tarafsızlık’ kavramıyla çetrefilli bir ilişki içine düşüyor. Ayrıca, medyanın tekelleştiği, kutuplaşmanın arttığı, herkesin kendine göre bir sosyal medya hayatı yaşadığı günümüzde “seyirci, bağımsız belgesel film görmek istiyor mu acaba?” gibi sorular da sormalıyız bence.
Filmin üretiminden sonraki aşama, onu diğer insanlara sunma/ paylaşma aşaması. Burada da ‘bağımsız bir gösterim alanı bulabilmek’ gibi bir sorunla karşılaşıyoruz. Elbette en çok izleyiciye ulaşılabilecek alan bir TV kuruluşudur. Ama ne yazık ki Türkiye’de bağımsız belgeselin –telif ödemesi yapılması gibi ideal koşullar sağlanarak- bir TV kanalında gösterime sunulması imkânsıza yakın bir ihtimal. Medyamızdaki TV kanallarının ne kadar bağımsız olduğu ortada. Filminizi göstermekle ilgili ikinci ve en çok tercih edilen alan; sponsorları, kendi bakış açılarına uygun yürütme ve danışma kurulları ve (yarışma sözkonusu ise) jürileri olan film festivalleri. Siz filminize uygun festivali seçip başvuru yaptıktan sonra programa dahil edilebilirsiniz ya da X festival filminizi doğrudan davet edebilir. Her halukârda sponsorlardan ve kurullardan bağımsız düşünülemeyecek bir gösterim ortamı sözkonusudur.
“Bağımsızlık” günlerce konuşulup tartışılabilecek çok uçlu bir mevzu. Toparlayacak olursam, bir belgesel film yapım sürecinin en bağımsız aşaması sanırım ‘hayal kurma’ kısmı. Sonrasındaki her aşama, farklı yönlerden özgürlüğü kısıtlamaya başlıyor. “Tam bağımsız belgesel film” ekonomik olarak tam bağımsızlıkla doğrudan ilgili. Bu durumda belgeselci için iki seçenek kalıyor. Birincisi filmi gerçekleştirmek için gerekli tüm kaynağı bir şekilde kendinizin karşılaması; ikincisi, sizin gibi düşünen, projenize destek olabiliceğine inandığınız kesimlere yönelik örneğin bir kitlesel fonlama kampanyası açmak gibi yöntemlerle kaynak sağlamak
Kurtuluş ÖZGEN
Bağımsızlığın yuvası vicdandır ve bedeli vardır. Fail olmayı gerektirir.
Belgesel sinemacı (projesi ve yetkinliği buna imkân tanıyorsa) öz kaynaklarla belgesel üretebilir, bu ona otonomi sağlar. Bu koşulu sağlayamıyorsa kaynak bulmak zorunda. Yani bir sponsor arayışına girecek.Burada önemli olan belgeselci ile sponsor arasındaki akit. Suha Arın Hoca ile Çelik Gülersoy arasındakibelgesel sinemacı sponsor ilişkisini hatırlayalım. Suha Hoca Safranbolu’da Zaman (1976), Urartu’nun İkiMevsimi (1977) ve Kapalıçarşı’da Kırk Bin Adım (1980) gibi belgeselleri Çelik Gülersoy’un yöneticisi olduğu TURİNG sponsorluğunda üretmiştir. TURİNG, belgesellerin konuları o zamanki vizyonu ile örtüştüğü için projelere sponsor olmuştu ama Suha Arın senaryodan kurguya ne yapmak istiyorsa öyle üretmişti belgesellerini.
Belgesel sinemacının yapmak istediği filme, belgesel sinemacıya rağmen ya da belgeselin çerçevesi-derdi ile çatışan bir dahli olduğunda bağımsızlık biter. Günümüzde temel sorun sanırım bu. Yurtiçi-yurtdışı fonların önemli bir kesimi belgesel projelere müdahil oluyorlar. Süreç konu seçiminden başlıyor,belgeselin üretim ve gösterim süreçlerine kadar gidiyor. Hatta bazı fonlar nasıl belgesel yapılır onu bile öğretiyor-dayatıyorlar. İşte burada belgeselcinin yetkin olması ya da ol-a-maması önemli bir faktör.
Kendinizden, ilkelerinizden ve göstermek istediğinizden-derdinizden taviz vermiyorsanız, proje üzerinde tartışılabilir, getirilen öneriler belgeseli daha iyi hale getirebilir.Sanırım bir konuya açıklık getirmek lazım. Sponsorluk ile sipariş belgesel üretimi yani bir kurumun iş veren olarak belli bir konuda sizden bir belgesel üretmenizi talep etmesi farklı şeyler.
Bir filmi bağımsız kılan kriterlere gelince; yaratım ve üretim sürecindeki otonomidir. Belgesel sinemacının bağımsız olabilmesi için önce yetkin olması gerektiğini düşünüyorum. Yani, iyi bir entelektüel ve araştırmacı olmalı. Hayat bilgisi olmalı. Erdemli olmalı. Bir hareketli görüntü üreticisi olarak; belgesel ve kurmaca sinemaya teknik, estetik ve teorik bağlamda hâkim olmalı.
Türkiye’de belgesel sinemacı hem filmin yaratıcısı, yönetmeni hem de yapımcısı olmak zorunda.Ülkemizde belgesel film yapımcılığı kurumsal ve meslek olarak var olabilse tartıştığımız konu ve başka sorunların çözümü için çok faydalı olabilir.
“Bir belgesel film ne zaman ürün olürak bağımsızlığını kaybeder?” soruna gelince cevabım şu Semra: Filmin hakikatine şu ya da bu kaygı ve sebeple dışarıdan müdahale edilmesine izin verildiği zaman.
Bu arada kendimi “belgesel sinemacı” olarak tanımlıyorum.1991 yılından bu yana belgesel projelere kamera asistanı, yapım asistanı, kameraman, montajcı, sinematograf, yapımcı ve yönetmen olarak emek verdim. 2005 yılından bu yana da belgesel sinemayı akademik olarak çalışıyorum. Hem şirket ortağı olarak, hem akademik kurumlar içinde hem de bireysel olarak belgeseller üretegeldim, üretiyorum.
Semra Güzel Korver