Siccin 5’in güzel oyuncusu Rüya Önal hayatı doğru bir şekilde tecrübe etmenin en iyi oyunculuk dersine bedel olduğunu söylüyor…

Sinemamız bir değirmen gibi genç oyuncuları öğütüyor. Ama bu işte var olmayı aklına koymuş ve yeteneği ile güzelliğini birleştermiş az sayıdaki kadın oyuncu buna direniyor. Doktorlar dizisi ve Ada Zombilerin Düğünü, Sınav filmleriyle öne çıkan Rüya Önal’da bu isimlerden. Evlilik sonrası meslekten biraz uzaklaşsa da tiyatroyla bağlantısını hiç koparmayan Önal Siccin 5 ile fırtına gibi beyazperdeye dönüyor. Siccin 5’in çekimleri kanser köyü olarak da bilinen Karain köyünde yapıldı. Biz de Rüya Önal’a bu sıradışı tecrübesini sorduk…

Senaryoyu okuduğunuzda, sizi etkileyen şey ne oldu?

Belli bir nokta ya da bölüm değil de, senaryo beni bütünüyle etkiledi. Sonuçta bir Alper Mestçi filmi ve ne ile karşılaşacağınızı tahmin edebiliyorsunuz. Ama tabi ki hikayenin başladığı yer olan Karain Köyü’nün geçmişi sizi hemen kavrıyor.

Rolünüzden bahsedebilir misiniz?

Babası yıllar önce oğlu tarafından öldürülünce yavaş yavaş aklını yitiren bir anne, kocası kaybolmuş bir yenge ve hastalıklarla boğuşan bir yeğenle birlikte yaşayan ve çalışarak onlara bakan Azra’yı canlandıryorum. Geçmişte yaşadığı bu olaylar zinciri günümüzde tekrar karşısına çıkıyor ve onu nasıl etkilediğini izliyoruz.

Daha önceki Siccinleri seyrettiniz mi? Türk korku sinemasını sever misiniz?

İyi bir korku filmi izleyicisiyimdir. Ama yerli korkuya bir önyargım vardı açıkçası. Hiç izlememiştim. Film bana geldikten ve Alper Hoca ile ilk görüşmemizden sonra hemen eve dönüp Siccin serisini izledim ve önyargımdan utandım. Gerçekten şaşırdım ve “Ülkemizde böyle işler mi yapılıyormuş” dedim.

Çekim yaptığınız yer kanser hastalığı nedeniyle boşaltılmış bir köy. Böyle bir tehdit korku filmi çekimlerine nasıl etki etti? Bu tehlike performansınızı etkiledi mi? Neler hissettiniz?

Sinemada realizmi seviyorum. Karain Köyünün geçmişi bu yüzden beni çok heyecanlandırdı.Duyarak etkilendiğiniz mekanın, içine girdiğinizdeki etkisi bambaşka tabi. Evlerin yapımında kullanılan taşların içindeki asbestten kaynaklanıyormuş bu hastalık. O yüzden ekip zaman zaman maske kullanarak çalıştı. Yıkık dökük bu evlerin ruhunun illa ki performansımda da etkisi vardır diye düşünüyorum.

Cinlere inanır mısınız? Çekimlerde bu anlamda bir çekince yaşadınız mı?

Bu konu ile ilgili elbette bir düşüncem var ama çekimlerde bununla ilgili bir çekince yaşamadım.

Nasıl bir hazırlanma süreci geçirdiniz ?

Role hazırlanmamın ilk sürecini, Alper Hoca’nın yarattığı Azra’yı ondan dinlemek ve anlamak oluşturuyor. Sonrasında sete çıkmayı bekledim açıkcası. Çünkü kafanızda yarattığınız oyun,rol arkadaşlarınızla paslaştığınızda, mekanla ve bu doğrultuda girdiğiniz duyguyla değişkenlikler gösterebiliyor. Sadece etki altına girdiğim sahneleri nasıl yaparım diye düşündüm ve ayna karşısında çalıştım.

Sinemada en çok hangi türü seversiniz ? Türler arasında fiziğinizin hangisine daha çok uygun olduğunu düşünüyorsunuz ?

Gerçeklik ve bu doğrultuda yaşanmış olaylardan kurgular beni daha çok etkiliyor.Her türü izlerim ama dram ve biyografi bu analamda daha ağır basıyor. Oyunculuk fiziksel olarak değerlendirilmemelidir bence.Fiziğimin değil de oyunculuğumun her türe hitap ettiğini söyleyebilirim.

Sinemada en son bizim meslektaşlarımız Talip Ertürk ile Murat Emir Eren’in şimdilik ilk ve son filmleri Ada’da oynadınız daha sonrasında uzun zaman sizden haber alamadık. Bu arada neler yaşadınız, neden sinemadan uzak kaldınız?

Evet ‘ Ada Zombilerin Düğünü’ nden sonra hem sinemaya hem de televizyona uzun bir ara verdim. Ama tiyatro her zaman devam etti. Ara vermemin bir kısmını isteyerek, bir kısmını da istemeyerek yaptım. Evlenip biraz daha ev hayatına çekilmek ve hayatı yaşamak istediğim kısmıydı. İstediğim projelerin bana gelmemesi ve böyle böyle oynamayarak yüzümü unutturmam da istemediğim kısımıydı.

Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu bu güzelliğine hem tecrübe hem de kabiliyetini katmalı. Bu anlamda nasıl bir yapılanma içindesiniz?

Aslında verdiğim bu ara, demiş olduğunuz o yapılanmayı hızlandıran bir süreç oldu benim için. Çünkü ne kadar hayatın içinde olup onu her hali ile yaşarsanız, kazanımlarınız bir o kadar artıyor. Aslında olay, her şeye vakit ayırabilmek. Bol bol kitap okumak, oyun izlemek, seyahat etmek, yeni insanlar tanımak, yeni hobiler edinmenin vs… En iyi oyunculuk derslerine bedel olduğunu düşünüyorum.

1980 sonu ve 1990’ların ikinci yarısına kadar feminizmin sinemamızda etkisini hissedebilirdik. Bunun faturasını ödeyen kadın oyuncularımız vardı. Müjde Ar, Nur Sürer gibi. 2000 sonrası sinemamızda bu anlamda geriye bir adım atıldığını düşünüyor musunuz? Biraz yorumlar mısınız?

1980 li yıllar Türkiye için önemli yıllar, askeri bir darbe ve kısıtlanan özgürlüklerle hayatlar devam ediyor. Her eve televizyonun girmesi başlı başına bir değişim sebebidir sanırım. Yaş itibariyle tanık olmasam da, özgürlüklere olan özlemle birlikte, o yıllarda kadın sorunlarının daha çok gündeme gelmeye başladığını,sinemamıza da çok değerli yapıtlarla yansıdığını biliyorum. Bu anlamda Asiye Nasıl Kurtulur, Adı Vasfiye, Ahh Belinda Müjde Ar’ın unutamadığım filmlerinden. Uçurtmayı Vurmasınlar ile kadın tutukevlerini başka bir gözle görmemizi sağladı Nur Sürer… Ödenen bedeller olduğunu tahmin ediyorum ancak bakış açıları ve duruşları ile bu sektörde , kadınlar adına zor bir misyon üstlendikleri için kendilerine teşekkür ediyoum.

Deminki soruyla bağlantılı olarak kadın oyuncularımızın önünde Türkan Şoray kanunları gibi bir örnek de var. Bu kuralları doğru buluyor musunuz?

Doğru buluyorum ya da bulmuyorum demek haddim değil. Ama kaliteli yapımlarda oyunculuğun sınırlandırılmaması gerektiğini düşünüyorum.

Bizim sinemamızın kökleri Yeşilçam’a dayanır. Yeşilçam filmlerini severmisiniz? Sizin oyunculuğunuzda Yeşilçam’ın etkisi var mıdır?

Yeşilçam filmlerinin hastasıyım. Bayılırım. İzlemediğim film çok nadirdir. Her filmide en az 3 kere izlemişimdir. Oyunculuğu seçmemde de şöyle bir etkisi olduğunu düşünüyorum… Her filmdeki kadın oyuncunun yerine koyardım kendimi. Nasıl hissettiğini düşünüp, onu hissetmeyi oynardım içimde. Aşk, sevgi, kavga vs… o yaşlarda deneyimlemediğiniz ama hayal edebildiğiniz duygulardı ve ilk Yeşilçam filmlerinde gördüm bu duyguları. En rahat doğal gözlem alanı olmuş aslında benim için.

Oyuncu olmayı ne zaman istediniz? Küçüklüğünüzde…?

Çocukluğumdan itibaren bir sahne merakım vardı. Ama bu sadece oyunculuk değildi. İlk olarak şarkı söylemekle başladım mesela. Klasik, fırçadan mikrofon yapmalar ve ev ahalisini esir almalar. Sonrasında kulağımın olup, ses rengimin olmadığına karar vermemle oyunculuğa adım atmam gerçekleşti . Yani bir şekilde izlenilesi ve alkışlanası bir iş yapmak istedim galiba.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.