Aksiyona derinlik, detay ve karanlık katan Sicario adlı filmi çok beğenmiştik, yalan yok! Üç sene geçti üzerinden ve devam filmi geldi, Sicario: Day of the Soldado… Ha bu burada da bitmez, üçüncü film de gelir, dizisi de çekilir, Testere 7’i sinema salonunda gördü bu yorgun gözler, dert değil! Hem CIA, karteller, sınır mevzusu, göçmenler, konu işlenmeye gayet uygun, temcit pilavına uyar, bol bol ekmek çıkar. Devam demişken, senarist (Taylor Sheridan) ve birkaç oyuncu sabit, yönetmen de değişti, filmin rengi, sesi ve seyri de… Uyuşturucudan, kaçaklara geçtik, ataları göçmenken, göçmenleri düşman belleyen Donald Trump zihniyeti, hazır beden bulmuşken, yapıt şimdi daha güncel, daha yakıcı. Ve ikinci film, kimi konularda, ilkinden çok daha gerçekçi ve sahici belirtelim.

Liberallere göz kırpan, hem devletin içinde, hem de hukuk gukuk peşindeki, ayakları yere basmayan, karikatürize ve mızmız federal ajan Kate Macer karakteri (Emiy Blunt), ilk filmin en yumuşak karnıydı, onca amansız sertliğin tam ortasında… Şimdi harbi şahin ve sonuç odaklı bir kadın var öykümüzde, ABD’nin kirli ve karanlık operasyonlarına, savunma bakanlığı adına imza atan yetkili ve etkili ablamız Cynthia Foards (Catherine Keener), hakkın, haksızlığın değil, suçlu ve suçsuzun hiç değil, kendi koltuğunun peşinde, ulusal çıkarın emrinde, sorarım size; bu mevcut gündelik hayata daha uygun değil mi?

Müzikler ve kamera da değişti, ıskalamayalım! İlk filmin yönetmeni Kanadalı Denis Villeneuve, Politeknik, İçimdeki Yangın, Tutsak ve Blade Runner 2049: Bıçak Sırtı’yla, zaten rüştünü ispatlamış bir sinema insanı, eksikliği dolmaz derken, mafya dizi ve filmlerinin usta ismi İtalyan Stefano Sollima, direksiyona geçtiğini öğrendik ve fikrimizi sabitlemeyi geciktirdik, hiç şüphesiz. Evet, Gomorrah, Suburba, ACAB, hemen hemen her projesini seyrettim, İtalya’nın mafya oluşumları, Cosa Nostra, Camorra ve Ndrangheta’yı bilen, elbette Meksika’nın kartellerini, misal Los Zetas, Sinaloa, Juarez, Tijuana ve diğerlerine de yabancı değildir, araştırmacı ve gözlemci olarak… Özetle; Sollima, iyi ve yerinde bir seçimdir. Başta Meksikalı eski avukat, yeni tetikçi-infazcı, CIA ajanı, Kolombiyalı Medellin karteliyle de ilişkileri olan, tuhaf, acılı ve hedefi ıskalamayan tip Alejandro’ya can veren Oscar’lı Benicio del Toro, resmen döktürüyor. İstihbaratçı, organizasyon adamı, kirli ilişkilerin piri, karıştırma ve dönüştürme uzmanı Matt Graver karakterini sırtlayan Josh Brolin de, keza öyle… İşte eski filmden, yenisine taşınan bildik anti-kahramanlar ve onlar, filmin omurgası, gücü, hemen her şeyi, vurgulayalım. Senarist Tom Sheridan’ın da hakkını teslim edelim, eleman, oynuyor, yazıyor, çekiyor, tam bir görev adamı, Yellowstone, Kardaki İzler, İki Eli Kanda, hepsi birinci sınıf projeler, takipçisiyiz!

Filmde, ne gereği vardı, abartmaya lüzum yok, burada amacın ne kanka dediğim sahneler mevcut, lakin öyle çok fazla ve gözü kanatan bir durum da yok! Seriye çevrilmesine de itirazım yok! Ben, oturdum, ilk filmi tekrar seyrettim, unuttuğum yerleri anımsamak, taşların oturmasını sağlamak için. İyi de oldu, birini sinemada, diğerini evde, ikisini de arka arkaya izleyin derim.

Sicario’nun kiralik katil, Soldado’nun da asker demek olduğunu biliyoruz, lanet olasıca insan kaçakçıları da, her iki ismi de karşılar, hatta daha fazlasını hak eder, Meksika’dan ABD’ye bir akın var, her ne kadar Cumhuriyetçilerin iktidarındaki ülke, buna engel olmaya çabalasa da, sınırlar içerisinde 56 milyon akrabası varsa komşunun, bu gidişatı durdurmanın, mevzuyu sıfırlamanın pek imkanı yoktur, belki kısmen azalır, o kadar! Film, insan kaçakçılığı meselesine, cihatçıları da katmaya çalışmış, ABD kentlerinde, halkın yoğun olduğu yerleri hedef alan ve kendini patlatan, Ortadoğu’nun kaderi gibi tiplerin deplasmana gitmesi, Trump işi politikaların doğru olduğu gibi bir anlamı da tetikler, kuşkusuz. Filmin en sevmediğim yanı da bu oldu, göçmenlerin içerisinde düşmanlarımız var kafası, kime hizmet eder, haliyle malum. Neyse sonradan insani mesajlar, kirli siyaset ve kanlı tetikçilere odaklanarak toparlıyor, bu keskin dönüş filmi kurtarıyor ve benzeri ucuzluklardan sıyrılmasını sağlıyor. İsrail, ABD, Türkiye, sınırlara duvar örüyor, keşke duvarın değil, insan olmanın, insan kalmanın bizleri iyileştirebileceğini görebilseydik, keşke.

 

Alper Turgut

Alper Turgut
Alper Turgut, Adana’da doğdu, üniversitede gazetecilik okudu. Uzun seneler, çeşitli gazetelerde çalıştı, farklı alanlarda görev yaptı, sendikacılıkla uğraştı. Sonra bir gün (Haziran 2006), şans eseri, çocukluk aşkı sinemaya bulaştı, işte o tarihten beridir, filmler üzerine düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı sürdürüyor.

1 COMMENT

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.