Hepimiz çocuk olduk. Kimimiz büyürken içindeki çocuğu öldürdü. Kimimiz içindeki çocukla el ele tutuşup hayatın zorluklarına hala göğüs geriyor. Çocukken kurduğumuz düşler ve de gerçekleri ‘olumlu’ manada çarpıtabilen olağanüstü hayal gücümüz, biz büyüdükçe ve kirlendikçe dünya, azaldı. Bu ay vizyona giren “I Kill Giants”, tam da bu konuya parmak basıyor. İzledikçe, yaralanıyorsunuz…
Joe Kelly’nin çok satan çizgi romanından uyarlanan filmin kısaca konusu şöyle… Barbara Thorson için hayat hiç de kolay değildir. Kendi dünyasından çok canavar devlerin dünyasına ilgi duyar. Herkese karşı meydan okuyan, dobra ve yalnız bir genç kız olan Barbara, evde ablası Karen’a da hayatı zindan eder. Onun giderek artan endişe verici tavırları okulun psikologu Molle’nin de dikkatinden kaçmaz. Barbara’nın tek amacı hem gerçek dünyadaki hem de hayal dünyasındaki canavarları öldürmektir. Hiçbir şeyden korkmayan genç kızın bu arzusu bir süre sonra takıntı haline gelir. Ancak hayatına yeni giren arkadaşı Sophia sayesinde Barbara bazı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Madison Wolfe, Zoe Saldana, Imogen Poots ve Sydney Wade gibi isimlerin rol aldığı filmin yönetmen koltuğunda ise Ander Walter’s oturuyor.
“The BFG”, “A Monster Calls”, “Where the Wild Things Are” örneklerinde olduğu gibi, çocuklarla kafalarında yarattıkları hayali devler arasında yaşananları konu alan filmlere benzeyen “I Kill Giants”, hem çocuklara hem de büyüklere hitap eden bir film. Çevresine kapalı, kendi halinde ve kendi hayallerinde var olan Barbara, okulunda ‘freak’ ve ‘nerd’ olarak tanımlanmış çocukluğunun son dönemlerini yaşayan bir kız. Canavar ve kötü kalpli devlerin kendisine ve dünyaya zarar vereceğini düşünüyor. Onları yakalamak ve savaşarak alt etmek için sürekli tetikte. Sahilde, ormanda, okulunda…vs. onları yakalamak için her daim gözlemler yaparak tuzaklar kuruyor. Bu davranışları yüzünden etrafı tarafından neredeyse deli olmakla suçlanıyor. Ancak onun kendisine de zarar veren bu davranışlarını en aza indirmek için çabalayan gelen iki kişi Barbara için umut dolu bir çıkış oluyor; okulun yeni psikologu Molle ve kasabaya yeni taşınan yaşıtı Sophia… Filmin sonuna dek neden böyle davrandığını anlamlandıramadığımız, hatta kendisini bir ara şizofrenlikle bile suçlayabileceğiniz küçük Barbara’nın boyundan büyük bir derdi olduğunu finaldeki göz dolduran, yutkunmayı zorlaştıran sürprizle kavrayabiliyoruz.
Madison Wolfe ve Sydney Wade’in iki arkadaş olarak uyumları ve oyunculukları muazzam. Zaten inandırıcılık konusunda hassas bir noktada duran böylesine bir filmi iyi yüklenmişler. Ama bu noktada, senaryoda iki kızın biraz daha sıkı dost olduğunu görmek filmin gücünü iyice arttıracaktı diye düşünüyorum. Zoe Saldana’nın güven veren psikolog rehber öğretmen performansı merakla karışık gerilimi nötrleyen bir seviyede. Çocuksanız Barbara ya da Sophia ile bağ kurarken, büyükseniz Molle ile özdeşleşebiliyorsunuz. CGI teknolojisinin başarılı bir örneğiyle karşılaştığımız filmde keşke daha fazla devle karşılaşsaydık demekten de kendimi alamadım.
Hayallerle hayatların gerçekte ne kadar zıt olduğunu yeniden yüzümüze çarpan “I Kill Giants” hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap eden kompleks yapısıyla, vereceğiniz bilet parasına kesinlikle acımayacağınız bir film.