Geniş Aile’nin Gonca’sı, Aşk ve Gurur’un Sevim’i Bahar Yanılmaz yeni filmi Düş Kırgınları ile izleyici karşısına çıkıyor. Güzel oyuncu ile hem yeni filmini hem de oyunculuk mesleğini konuştuk…
Mesleğe beyaz perdede başlayan oyuncu sayısı neredeyse bir elin parmaklarını geçmez durumda. Bu kişilerin değil sinema endüstrisinin çıkmazlarının bir sonucu. Ama bu düzende bile başarılı ve kabiliyetli isimlerle karşılaşıyoruz. Bahar Yanılmaz bunlardan biri… Hem televizyon dizilerindeki karakterleriyle hem de Gomeda ve Pus filmindeki performansıyla dikkat çeken bir isim. Keşke onu daha fazla sinema filminde seyretseydik. Neyse ki bu hafta yeni filmi ile karşımızda. Mehmet Eroğlu’nun Düş Kırgınları romanından uyarlanan aynı isimli filmde Çiğdem karakterini canlandıran Bahar Yanılmaz sorularımızı cevapladı…
Düş Kırgınları filminin senaryosu geldiğinde sizi en çok etkileyen ne oldu?
Düş Kırgınları senaryosunu okuduğumda beni etkileyen kadın ve erkek arasındaki aşk ilişkisinin günümüzde yaşadığımız aşklardan daha farklı bir ruh halinde yaşanıyor olması oldu. Bunda Kuzey karakterinin eski bir devrimci olmasının ve onun ruh halinin payı büyük sanırım. Ancak beni heyecanlandıran asıl sebep ‘Karbeyaz’ isimli filmini izleyip çok sevmiş olduğum Selim Güneş’in yönetmen koltuğunda oturacak olmasıydı.
Filmin uyarlandığı Mehmet Eroğlu’nun romanını daha önce okumuş muydunuz?
Mehmet Eroğlu’nun ‘Kusma Kulübü’ adlı romanını yıllar önce okumuştum.Fakat Düş Kırgınları’nı filme başlamadan önce okudum.
Öneri geldikten sonra kitaba yaklaşımınız ne oldu?
Daha önce okumuş olduğum bir yazarın eserini mesleğim sebebiyle okuyacak olmam beni heyecanlandırdı. Fakat romanla film birbirinden farklı, okumuş olanlar için bunu söylememde fayda var diye düşünüyorum.
Rolünüzden bahsedebilir misiniz?
Filmdeki Çiğdem karakteri kendi dünyasında yaşayan, fotoğraf çekmeyi seven ve fotoğraf makinesi aracılığıyla insanları tanımaya çalıştığını ifade eden, filmdeki ana karakterimiz Kuzey’e ilgi duyan fakat onun hayatına dokunmayı başaramayan, yaşamından teğet geçen genç bir kadın.
Bu role hazırlanırken romandaki karakter mi yoksa yönetmenin tavrı mı daha çok etkili oldu?
Filmdeki hikaye romanla birebir gitmediğinden, yönetmenimizin yaklaşımı daha etkili oldu.
Bir hazırlanma süreci geçirdiniz mi?
Bir hazırlanma sürecim olmadı diyebilirim. Görüşmeler yapıldıktan kısa bir süre sonra çekimlere başlamıştık zaten.
Sinemada en çok hangi türü seversiniz. Türler arasında kendi fiziğinizin melodrama daha çok uygun olduğunu düşünüyor musunuz?
Son zamanlarda en çok ‘kara mizah’ seviyorum sanırım. Türler arasında fiziğimin hepsine uyabileceğini düşünüyorum, çünkü fizik değiştirilebilir, başkalaştırılabilir. Yüz olarak da hem sert, hem de yumuşak bir ifade taşıyorum. Dolayısıyla birbirinden farklı rolleri oynayabileceğimi düşünüyorum.
Rolünüzde romantizmi ve aşkı yaşıyorsunuz. Gerçek Bahar bu duyguları ne kadar önemser? Hayatının neresinde durur bu duygular?
Romantizm ve aşk önemsenmeyecek kavramlar değiller benim için. Fakat benim hayatımdaki yeri 20’li yaşlarımdaki gibi değil. O zamanlarda bu duygular hayatımı şekillendiriyordu belki, şimdilerde romantizm ve aşkı daha farklı algılıyor ve yaşıyorum. Her yaşın bir yaşama bakışı var sanırım ve bundan da memnunum.
Kariyerinizde Pus ve Gomeda gibi birbirinden çok farklı iki sinema filmi var, şimdi de bir roman uyarlaması. Bu farklılıklar size ne katıyor? Ülkemizde sinema oyunculuğunun bilinen şartlarda var olduğunu ileri sürebilir miyiz?
Daha kısa aralıklarla, daha sık sinema filmlerinde oynama fırsatım olursa kendime katacaklarımın çoğalacağından eminim. Şimdiye kadar oynadığım farklı türdeki filmlerin kattıklarını da zaman içerisinde daha iyi anlayacağımı düşünüyorum. İyi yönetmenlerle, ilkeli insanlarla çalıştım bu güne dek. Bu da benim için büyük bir değer.
Sizin ve neredeyse oyunculuk mesleğini yapan yeni neslin çok az sinema filmi olduğunu görüyoruz. Daha çok dizilerle insanlar bu mesleğe tutunabiliyor. Bir oyuncunun sinema dilini oluşturmakta dizi sektörünün yıpratıcı şartları bir dezavantaj yaratır mı?
Dizi sektörünün yıpratıcı şartları yoğun çalışan bir oyuncu için bir dönem yıpratıcı olabilir fakat oyuncunun sinema dilini oluşturması oyuncunun kendisine bağlı olabilir diye düşünüyorum. Seçim meselesi sanırım.
Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu bu güzelliğine hem tecrübe hem de kabiliyetini katmalı. Bu anlamda nasıl bir yapılanma içindesiniz?
Hiçbir zaman güzelliğin yeterli ya da çok gerekli olduğunu düşünen bir insan olmadım. Tecrübe kazanmakla ilgili dertlerim var. Oyunculuğun diğer kollarıyla da ilgileniyorum. Seslendirme yapıyorum, yaratıcı dramayla ilgili çalışmalar yapıyorum, oyun izliyorum…
Türk sinemasında duygusal filmlerin kökeni Yeşilçam’a dayanır. Sizin Yeşilçam’a yaklaşımınız nedir? Oyunculuğundan etkilendiğiniz Yeşilçam ünlüsü var mıdır?
Yeşilçam sinemasını seviyorum çünkü özlemini duyduğum duyguları anımsatıyor, umutlandırıyor. Günümüzdeki aile yaşantılarımızla o filmlerdeki aile atmosferinin farklı olması, aile fertlerinin birlik olabilmesi, dayanışmaları ve koşulsuz saf sevgileri, içtenlikleri, Yeşilçam filmlerinin hala bu kadar seviliyor olmasının en büyük sebebi olabilir diye düşünüyorum. Kendimi umutsuz hissettiğim zamanlarda Yeşilçam ailesine sığındığım çok olmuştur.
1980 sonu ve 1990’ların ikinci yarısına kadar feminizmin sinemamızda etkisini hissedebilirdik. Bunun faturasını ödeyen kadın oyuncularımız vardı. Müjde Ar, Nur Sürer gibi. 2000 sonrası sinemamızda bu anlamda geriye bir adım atıldığını düşünüyor musunuz? Biraz yorumlar mısınız? Kadın oyuncularımızın önünde Türkan Şoray kanunları gibi bir örnek de var. Bu kuralları doğru buluyor musunuz?
Müjde Ar ve Nur Sürer… Önemli sanatçılarımız. 2000 sonrası sinemamızda geriye adım atıldığını düşünmüyorum fakat kadınların hikayelerinin anlatıldığı filmlerin hak ettiği ilgiyi yeterince görmediğini düşünüyorum. Ve sizin de bir yazınızda belirttiğiniz gibi kadın gözüyle çekilmiş sinema filmlerinin çoğalmasını gerektiğini düşünüyorum.
Nur Sürer deyince aklıma geldi; bir zamanlar beni yüz ve ifade olarak Nur Sürer’e benzetenler oluyordu. Bunu duyduğumda çok mutlu olduğumu hatırlıyorum.
Türkan Şoray da bildiğim kadarıyla, sinemanın değişmeye başladığı dönemlerde bu kurallarını bozmuş ve değişime ayak uydurmuş bir sanatçı. Dolayısıyla bu konuda düşüncem şu; bir oyuncunun kuralları, ilkeleri olabilir, olmalı da fakat asla yapmam dediğiniz bir şeyi gün gelir yapmak isteyebilirsiniz ya da yaparım dediğinizi yapmazken de bulabilirsiniz kendinizi. Bu kendi ilkelerinden taviz vermek olarak yorumlansın istemem, sadece değişime açık olmaktan bahsediyorum.
Oyuncu olmayı ne zaman istediniz? Küçüklüğünüzde böyle bir özleminiz var mıydı?
İlkokul çıkışı İzmir’de annemin çalıştığı devlet dairesine gider, oradaki çalışma arkadaşlarına kendi yazdığım minik oyunları oynarmışım, hayal meyal hatırlıyorum. Bu çocuk tiyatrocu olacak derlermiş. Ancak kendimi bilerek oyunculuğu seçmem 15-16 yaşlarında Bakırköy Belediye Tiyatroların’daki kurslar ve oynadığım çocuk oyunlarıyla başlamıştır.
Benim size sormadığım ama sizin izleyiciler için söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Selim Güneş’in yönettiği ‘Düş Kırgınları’ filmimiz kısa bir süre daha vizyonda olacak. İzlemek isteyenler ‘Başka Sinema’ salonlarından seans bilgilerini alabilirler.